Mehmed Âkif

Künye: Sezai Karakoç, Mehmed Âkif, Diriliş Yayınları, Haziran 2013, İstanbul.

***

Tanzimat, kısa zamanda, dış etki ve eritilmemiş dış yabancı unsurların çalışmaları ve düşünce kurumlarımızın zayıflığıyla, ufak bir kaydırış ve yön değiştirişle, bir “iç ve köke dayanan yenilenme” olmaktan çıkmış ve “dışa dönüşme”ye, “benliği yitirme”ye ve “kültür ve medeniyet değişimi”ne yol vermiştir. (Sf. 9)

İslâmın ilerlemeye, teknik kalkınmaya aykırı olmadığını, karşı tarafın iddialarına cevap olarak, söylüyorlardı. İnkılâpçılar genel çizgileri içinde batıcıydılar. Fakat her gün biraz daha ağırlaşan şartlar, onları âdeta mucizevî bir formüle muhtaç ediyordu. Bu yüzden Ziya Gökalp’in önderliğini yaptığı Türkçülük git gide resmî tez halini alıyordu. (Sf. 20)

Bir doğum sancısından ölen analar gibi Devlet çökerken, doğan çocuk yaşadı ve ölü ananın memelerinden süt emerek gelişti. İstanbul, papaskarası bulutlarla kapalıyken, Anadolu’da Doğu ufuklarında büyüyen bir fecir beyazlığı halinde Millî Kurtuluş başladı. (Sf. 27)

İslâm dünyasıyla olan bütün bağları koparıyor; tarih dışı bir toplum haline geliyorduk, O’na göre neredeyse. Toplumumuzun tâbi tutulduğu kültür değişimi, O’na çok karanlık, çok aykırı, çok absürt görünüyordu. Batı kültürüne girdiğimizi söylüyorduk. Ama benlik yitirilmeden bu mümkün müydü? (Sf. 30-31)

Âkif, Milletin malı olmuş, Millet Ruhuna kök salmıştır. Âkif’in ruhu dirilmiş ve genç nesle sinmiştir, görüyoruz ve Âkif, toprağa verilirken henüz duvarlara tutuna tutuna gezen çocuklar olan bizler bugün, bu yeni Âkif’ler ordusu içinde O’na sesleniyor ve diyoruz ki: “Boşuna yaşamadın, boşuna savaşmadın ve boşuna ölmedin.” (Sf. 33-34)

Türk Edebiyatında, Âkif kadar, hayatı şiire ve şiiri hayata sokmuş şair yoktur. Yalnız, bu hayat, merkez olarak alınmamış, o çağdaki Türkiye şartları içinde ve belli bir ışık altında müşahede edilmiştir. Yani hayat, kendi başına bir gerçek olarak alınıp metafizik kürenin dikenli noktalarına dokunmadan tut da, realitenin içindeki eriyişe kadar kendine yeter ve kendinden ibaret bir hale getirilmemiştir Âkif’te. (Sf. 37)

Nasıl İstiklâl Harbi Cihan Harbinin bir devamı ve Millet hayatının bir safhasıysa, bu dönemle ilgili şiirlerini Âkif, şiirlerinin içine bir yüzüğün taşı gibi yerleştirmiştir. (Sf. 42)

Cihan ve İstiklâl savaşları bitip devrimler başlayınca Âkif’in sustuğunu görüyoruz. Bu yıllara Âkif’in “Boykot” yılları diyebiliriz. Âkif gibi bir şairin cemiyette oluşan büyük bir değişiklik karşısında susması, denebilir ki en büyük tepkisi, en güçlü protestosudur. (Sf. 43)

Âkif, “şiirle düşünme”yi edebiyatımıza sokan hemen hemen tek şairdir. Bir toplumun, bir ömür başından geçenleri şiirle anlatması da diyebiliriz Safahat’a. (Sf. 46)

Âkif, o batış yıllarında, tam bir fikir kargaşalığı içinde, o korkunç tez enflasyonu içinde tek gerçek ve sağlam tezi buldu: İslâm. (Sf. 54)

İşte büyük insanlar için hayatın anlamı. Çektikleri çile bir ömür süren doğum sancısıdır. Ne zaman ki ölürler, işte o zaman tam doğmuş olurlar. (Sf. 56)

Mehmed Âkif de, toplumun var veya yok olma savaşını şairlikten önde tutmuş bir şairimizdir. (Sf. 61)

Aktaran: Muhammet Emin Oyar

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Ahmed , 03/03/2015

    Güzel tespitler var. Okunası bir kitap.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir