Medrese Talebesi ve Üniversite Talebesi

Abdulfettah Ebû Gudde, son devir Osmanlı âlimlerinden merhum Muhammed Zahid Kevserî’nin talebelerinden Suriyeli bir âlimdir. Zahid Kevserî, Mısır’a gitmek zorunda kaldığında Abdulfettah Ebû Gudde, merhumun talebesi olmuştur. İlim Yolunda isimli eser, İslâm ilimlerinin teşekkülü esasında âlimlerin gösterdiği fedakârlıkları anlatan bir eserdir.

***

İlim yolcuları seferlerinde zorluk ve güçlüklerle, sayılamayacak büyük sıkıntı ve belâlarla karşılaşmışlardır. Bunlardan bazıları kayda geçirildi ve bazıları da yazıya geçirilemeden gitti. Onların rıhleleriyle ilgili biyografi kitaplarında yer alan haberler yaşananların sadece bir kısmıdır, hepsi değil.

Rıhle, kimilerinin ömründen iki, dört, beş, on yılını alıyordu. Çoğunun da ömrünün yirmi, otuz yahut kırk yılını aldı. Daha önce geçtiği gibi İmam Ebû Abdullah b. Mende gibi bazısının ömrünün kırk beş senesini almıştı.

Onların çıktığı bu rıhleler hakkında iyice düşünen kimse -ki bildiğimiz gibi onlar fakir, geçim sıkıntısı çeken ve sefer vasıtası bulmakta zorlanan kimselerdi- sabır ve tahammülde gayretlerini idrak eder. İlmin onların yanındaki ve kalplerindeki kıymetini bilir. Zîra ilim tahsilinde onların binekleri zorluk ve tevâzu idi. Çölleri ve susuz arazileri kat ettiler. İlim için tehlikeli yollarda ve denizlerde gittiler. Çetin zorluklar ve ürkütücü şeylerle karşılaştılar. Şüphesiz Allah bunu çok iyi bilmektedir. İleride geleceği üzere Ebû Hatim er-Râzî’nin kıssası sana bu konuda yeter.

Şüphesiz bu rıhleler gerçekte onlar için ders içinde ders oldu. Onları hâlden hâle çevirdi, gönüllerini pırıl pırıl etti, ilmin kıymetini ve değerini öğretti ve ilim tahsil etmenin haz ve lezzetini hissettirdi. Bu yüzden iyice ilim tahsiline daldılar, gece gündüz ilimle meşgul oldular ve ilim aşkıyla yanıp tutuştular. Onun dışındakilerden, aileden, zevceden, çocuktan ve vatandan alâkalarını kestiler. Böylece insanların saygı ve sevgiyle kendilerine hürmet gösterdiği, itibarları, iyilikleri, ilim ve faziletlerinin çokluğu, basiretleri ve büyük faydaları sebebiyle etraflarını sardığı birer otorite, imam ve lider durumuna geldiler.

Sahibinin ömrünün on yılını, yirmi yılını, otuz yılını veya bundan daha çok yahut daha azını alan bu rıhlelerden hepsi, ilim tahsili, ulema ile görüşmek, meclislerine gelip derslerini dinlemek ve onlardan istifade etmek, münakaşa ve muhakemelerinden aydınlanmak içindi. Bunların başında bir de genel olarak rıhleye çıkacak kişinin beldesinde on seneden az olmayacak bir süre tahsil yapması söz konusuydu. Şer’i ilimlerde, Arapça ve diğer İslâmi ilimlerin her birinde mahir imamları ortaya çıkaran gerçek işte budur.

-Allah yardımcın olsun- seyyah talebeleri uzun yıllar içinde olgunlaştıran bu rıhlelerin ortaya çıkardığı eğitim ile bugünkü üniversite öğrencilerimizin eğitimini sen kıyasla! Üniversitelerde dört yıl, çoğunluğu da hocanın huzuruna gelip de ilmi bizzat duymadan, münakaşa etmeden ve kanaate varmadan ferdî ve hatalı okuyorlar. Ne bir ahlakî etkileşim, ne bir hatanın düzeltilmesi ve ne de mesleklerine göre ayrım yapma söz konusu. Ellerindeki muhtasar notlardan soru çıkması muhtemel bahisleri topluyor sonra bu notları özetlemeye ve ardından da bazı öğretmenlere yaptıkları yağcılık ve iltifatlarla, okunanlardan önemsiz buldukları bahisleri çıkarmaya çalışıyorlar. Kendilerine ancak zarar verdiği hâlde bazı öğretmenlerin yanında onları mutlu eden şeyi buluyorlar. Buna da çok seviniyorlar!

Bundan sonra, boş dağarcıklarına rağmen büyük unvanlarla yükseliyorlar, geniş propaganda yapıyorlar. Kuru ve kısır görüşleriyle asil ulemayı bilgisiz buluyorlar. İlim ve fehimleriyle uygunluk arz eden şaz görüşleri destekliyorlar. Yerleşik kaideleri ve ilmî gelenekten gelen sağlam usulleri münakaşa ediyorlar. Ne ilmin ve ulemanın makamına oturuyorlar ve ne de geçmiş ulema nezdindeki tahsil idrakinin tadına varıyorlar! Fakat kendilerine bakılırsa öncekilerden daha bilgililer!

Bugünkü ilmi duruma bakan; üniversitelerin çoğalarak arttığına, ancak ilimde ve ilim ehlinin artışında azalmaya, anlayış ve kavramada sığlaşmaya, ilimle âmil olmada büyük bir noksanlığa şâhit olur. Bu musibetlerin en kötüsüdür! Allah’tan, İslâm beldelerinde ta’lim işleriyle ilgilenen kişilere basiretli davranmaları, kök salıp müzminleşmeden ve telâfisi imkânsız hâle gelmeden önce bu tehlikeyi engellemeleri için kendilerine mesuliyetlerini ilham etmesini niyaz ediyorum.

Bugün İslâm ve müslüman düşmanı, doğu ve batıdaki küffar ülkelerine gönderilen ve buralara rıhle yapan gençlerimizden uzunca bahsetmiyorum. Akidede, ahlakta, düşüncede ve davranışta onların gizli ve açık hilelerinin pençelerinden kurtulan azdır. Çocuklarımız ve gençlerimizden niceleri onların tuzaklarına düşmüş, yollarından gitmiş, onları efendi kabul etmiş, İslâm diyarından çıkıp onların yanına göçmüş, onların ülkelerini ev yurt edinmiş ve onları kendi yakınlarının üzerine dost ve komşu seçmiştir. Kendilerince çok iyi bir yaptığını zannetmektedirler! Bolluktan sonra yokluğa, imandan sonra da küfre düşmekten Allah’a sığınırız!

Bu öğrenci gençlerimiz ve çocuklarımız içinde az yahut çok onların etkisinde kalan bazıları da bulunmaktadır ki bunlar batılıların düşünce âdetlerinde kendilerine önder olmaları ayrıca çocuklarına ve ülkesine rehber olmaları isteğiyle ülkelerine dönmektedirler! Bunlar içinde ideal manada ilim tahsil edenlerin sayısı oralara gönderilenlere kıyasla ne kadar da azdır! Şarklılar ve garplılar müslüman talebeleri nasıl da tuzağa düşürüyorlar! Büyük unvanlarla beraber onlara bölük pörçük ilim veriyorlar ve sonar bu talebeler sığ bilgilerle yurtlarına dönüyorlar! Öncesi ve sonrasıyla işler Allah’ındır. Elbette Allah mü’minlerin velisidir.

Kaynak: İlim Yolunda, Abdulfettah Ebû Gudde, Erkam Yayınları, Terc: R. Orhan Özel-Semih Yolaçan, İstanbul 2012, Sayfa 78-79.

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir