Künye: Prof. Dr. Tahsin Görgün, İslâm-Batı İlişkileri Çerçevesinde Medeniyet Meselesi, Endülüs Yayınları, Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı, İstanbul, 2020.
***
“Bu metin, 19 Şubat 2016 tarihinde Çorum’da, Çorum Belediyesi’nin daveti üzerine verdiğim bir konferansın çözülmüş hâlinin elden geçirilmiş şeklidir. Her ne kadar ifadeler epeyce yeniden düzenlense ve genişletilmiş olsa da, konferanstaki konuşma üslûbu ana hatları ile tesirini sürdürmektedir.” (s. 7)
“Öyle bir insan düşününki eline pimi çekilmiş bir bomba almış ve istersem ben bu bombayı kendi kendime patlatırım diyor. Böyle birisinin akli dengesi yerinde bir insan olduğunu söyleyebilir misiniz? Baktığınızda modern medeniyet dediğimiz Batı medeniyeti, bir taraftan böylesi bir projektör gibi imkânları sağladı ama aynı zamanda insanlığı yok olma noktasına getirdi.” (s.11)
“Nitekim Batı Avrupalılar, ilk planda Fransızlar ve İngilizler, Batı Avrupa dışındaki bölgeleri istila etmelerinin gerekçesini, o bölgelerde yaşayan insanların da ‘medeniyetin nimetlerinden istifade etmesini sağlamak’ olarak belirlediler. İlan edilen bu amacı da kısaca medenileştirme misyonu/ mission civilisatrice olarak isimlendirdiler.” (s. 23)
“Bugün insanlığın önünde, batı dışında, hangi hayat düzenleri mümkün hayat tarzları olarak bulunmaktadır? Geçmişte insanların sahip oldukları, ancak kendisi hakkında konuşurken ‘civilisation’ kelimesini kullanmadıkları, ne gibi hayat tarzları vardı?” (s.28)
“İnsanın olduğu her yerde medeniyet vardır. Medeniyetler farklı farklıdır. Böyle olunca Batı Avrupa’da yaşayan bir grup insanın kendi hayat tarzını diğerlerinden ayırarak ona ‘Medeniyet’ demeleri tarihin bir döneminde anlaşılması gereken bir hâl olarak kabul edilmelidir, o kadar.” (s. 32)
“Ayrıca şunu da gördük ki, medeniyet herhangi bir insan grubuna veya herhangi bir bölgeye has olmayıp insan türüne ait küllî bir boyuttur. Medeniyet, kısaca insan türünün varoluşunun bir fonksiyonu. Ancak medeniyet bir tane değil; farklı farklı medeniyetler olduğu gibi her bir medeniyetin de farklı hâlleri vardır. Şu anda biz, birçok düşünürün açıkça ifade ettiği gibi, Batı istilası ve sömürgeciliğinin/sömürüsünün olduğu kadar Batı medeniyetinin de kriz ve çöküş hâlini yaşıyoruz.” (s. 35)
“Orta Çağ diye bir dönemin tarih yazarlığı marifetiyle icadı, İslâm’ı ve Müslümanları tarih dışına itmiştir. Bu tasnif ile birlikte Batılılar İslâm’a ve Müslümanlara atıfta bulunmadan da geçmişten bahsetme imkânı elde etmişler ve bunu sonuna kadar da kullanmışlardır.” (s. 50)
“Hegel’in ifade ettiği gibi, bugün etkin ve güçlü olmayanların geçmişte de bulunma hakkı yoktur. Onların geçmişte ne kadar yer alacağına bugün gücü elinde bulunduranlar karar verirler.” (s. 54)
“Bunun ötesinde, bütün bir yerküre üzerinde iki milyara yakın bir insan kitlesi İslâm dinine mensuptur. Ancak bu kadar büyük bir nüfusa sahip olan Müslümanlar, bu sayıyla orantısız bir şekilde, yerküre üzerinde etkisiz bir görüntü sergilemektedirler. Müslümanlar ne kendileri ile alakalı kararları alma konusunda ne de başka insanların hayatlarını etkileyecek faaliyetler konusunda bir varlık gösteremiyorlar.” (s. 56)
“Gazzâlî, ‘bir mezhebin, bir görüşün künhüne vakıf olmadan onu eleştirmeye teşebbüs etmek, karanlığa taş atmaktır.’” (s. 61)
“Modernite veya modern medeniyet eleştirisi, kendi yaşadığımız hayat ile eleştirel bir irtibat kurma, ona eleştirel bir şekilde araştırma mevzuu veya mevzuu bahis haline getirmek demektir. Biz bizim dışımızda bir şeyi ve birilerini değil, kendi kendimizi, kendi yaşadığımız hayatı eleştirel bir şekilde mevzumuz haline getirmeye çalışıyoruz. Hepsi bu kadar…” (s. 62)
“Montaigne bir yazısında, ‘6 yaşıma geldiğimde Fransızcam Arapçamdan daha iyi değildi’ diyor.” (s. 67)
“Montaigne, bilindiği gibi, Denemeler’i ile meşhur bir yazardır. Bu telif türünün özelliği yazarın aklına gelen bazı fikirleri mutlak hakîkat veya yakîn iddiası olmaksızın dile getirmesinden ibarettir. Bu eserlerinde o da benzer bir tezi savunuyor: insan kesin bilgiye ulaşamaz. Bu sadece fertler için geçerli değildir; Kilise de kesin bilgiye ulaşamaz.” (s. 67)
“Maxime Rondinson Aydınlanma Dönemi düşünürlerinin ufkundaki ideal dinin İslam olduğunu söylerken, bir hakikati özet olarak dile getirmektedir.” (s. 70)
“Eğer siz ‘benim bu dünyayı inşâ ederken kendi aklım dışında başka bir şeye ihtiyacım yok’ derseniz ve bunu yaparken de ilahî hidayeti insana tabii bir ışık olarak verilmiş akıl ile sınırlarsanız, o zaman deist hümanist oluyorsunuz.” (s. 80)
“İnsan Rabbini ve Rabbi ile olan irtibatını unuttuğu zaman, kendisine haksızlık yaparak, kendinde sahip olmadığı bir ‘güç’ ve asla taşıyamayacağı bir ‘konum’ vehmetmeye yönelir ki, bu onun, kendisini, kendi özünü, yani bağımlılığını, kısaca ‘ubudiyetini’ unutması anlamına gelmektedir.” (s. 89)
“Devletler kendileri dışında bir otorite kabul etmiyorlarsa, hayat, ölüm, mülkiyet, varlık ve yokluk üzerinde hükmetme hususunda kendilerini en üst merci olarak kabul ediyorlarsa, devletler arası ilişkilerde kararları kim alacak, kuralları kim koyacak, kararlara ve kurallara uyulup uyulmadığını kim teftiş edecektir? Bu sorunun cevabı yoktur. Hele hele devletler arasında bir anlaşmazlık, bir ihtilaf durumu ortaya çıktığında, mesele daha da açık bir şekilde zuhur eder. Modern medeniyetin hem yükselişini hem de çöküşünü, inanma, düşünme ve yaşama tarzının form olarak zuhur ettiği devletler arası ilişkilerde takip etmek mümkündür. Devletler, formel yapılar oldukları ve üst varlık ilkesi, (raison d’etre), kendi mevcudiyetlerini muhafaza olduğu için, kendi inşâ ilkeleri de, (raison d’etat), bu varlık ilkesine bağlıdır: modern devletin hikmet-i hükümeti, kendi varlığını muhafaza etmek, etkin varlığını, yani gücünü arttırmaktır. İşte Avrupa’nın modern ulus devletlerinin bu hikmet-i hükümeti, artık etrafta başka ‘düşman’, işgal edilecek ‘yeni’ topraklar kalmayınca, mevcudu paylaşma hususunda ihtilafa düştüler ve bu ihtilafın bir tane hâl çaresi vardı: Savaş.” (s. 92)
“Fahreddin er-Razi şöyle der: Bir şey yok demek henüz yapmadık demektir. Eğer dünyada adaletsizlikler, zulümler bu kadar yaygınsa bu Müslümanların adaleti ifa etme vazifesini yeterince yapmadığı anlamına geliyor.” (s. 112)
Aktaran: İbrahim Orhun Kaplan