Kuşları Örtünmek

Künye: Kuşları Örtünmek, Salah Birsel, Ada Yayınları, 1976, İstanbul.

***

Cicero, Scaurus’ün üç ciltlik kaynakçası için şöyle der: -Yararlı bir kitap! Ama kimse okumuyor. Bugünkü günde birçok kitaplar için de söylenebilir bu. Kimse kanı bol kitapların ardından koşmuyor çünkü. İnsanların usunu çelen, onları gezmeye çıkaran kitaplar, zekalarını yormayanlardır. Bencesi, romanların çokça okunmasının nedeni de budur. (s. 9)

O kadar çok kitap çıkıyor ki, sapı samanı birbirine karıştırıyoruz. Hiç kuşku yok, Montaigne, çağının bütün kitaplarını üç eksik, beş artık okumuştur. Aynı şeyi 1972 yılındaki bir yazar için düşünebilir miyiz? Klasikleri mi okursun, yoksa sayısı her gün biraz daha çatıpuma olan çağdaş yazarları mı? Dirlik, dışlık bırakmayan bir konu. Bir eğitim sorunu. Gelgelelim eğitimciler hiç oralı değil. (s. 10)

Yaşayıp gidiyoruz. Ama gerçekler tarihlere ya geçmiyor ya da çok daha başka kılıklarda geçiyor. Aynı olayları anlatan yazarların hep değişik biçimler ortaya koymaları bunun açık bir örneği. (s. 11)

Rüzgâr ne yandan eserse essin. Bir ozanın her şeyden önce şiirlerini sağlam bir temel üzerine oturtması gerekir. Ondan kaydırmaması. Şu unutulmamalıdır: Ozanlar bir süre sonra kendi şiirlerine öykünürler. Hem de kötülerine. İyilerine öykünmek yenisini yazmak kadar zordur. (s. 19)

J. Renard’ın günlüğünde şu da takıldı gözüme: «Kendinde büyük bir yetenek olduğunu ortaya koyma isteğini yitirdiğin an, gerçek bir gelişme gösterebileceğini unutma». (s. 39)

Yaşlılığın kendine özgü düşünceleri vardır. İnsan, dünyadaki serüveninin sonuna doğru birtakım yazarlardan uzaklaşıyor, kapılarını, pencerelerini onlara sımsıkı kapıyor. Gençlikte hepimiz çala kitap okuruz. Ne var, yaşımız ilerleyip de vaktin darlığı kendini belli edince artık ıvır zıvır kitapları bir yana itmek, sadece bizi coşturan kitaplara dönmek isteriz. Bu arada yine entipüften yazarlara paçamızı kaptırdığımız olur ama, onlardan şıpınişi kurtulmayı da biliriz. Diyeceğim, yıllar insanın beğenisini de törpüler. (s. 47)

Dünyanın en bilgesi bile olsa bir insan, kendi usunu kendi usuyla eleştirdi mi, o adam kendi usunu bütün usların üstünde tutuyor demektir. (s. 51)

Dostoyevski’nin Yer altından Notlar’ı şu tümce ile başlar: -Ben hasta bir adamım… Kötü bir adam. Suratsızın biriyim ben. Galiba ciğerimden zorum var. Bir insanın kendini tartabilmesi, kendi kusurlarını görebilmesi, kendini eleştirebilmesi çok az kişiye nasip olan bir mutluluktur. (s. 54)

Stendhal yazı yazmaya oturmadan önce Yurttaşlar Yasası’nı okurmuş. Düşüncelerini bilemek, tümcelerine dayanıklık sağlamak için yaparmış bunu. (s. 62)

Şiirin tanımı yapılamadığı için değil midir ki kötü ozanlar, iyi ozanların yerini almaktadır? (s. 62)

Ahmet Rasim, Türkçe’nin tadını çıkara çıkara yazar. Onun gibi bir yazara sahip olmak için başka uluslar nelerini vermezdi! Biz onu okumuyoruz bile. (s. 72)

Sanırım bizim bir yanlışımız oldu. Batılılara alaturkayı sevdirme yollarını arayacağımıza, kendi musikimize onların gözlükleriyle bakmak yolunu tuttuk. Bu da bizi kişiliksiz yaratılara yöneltti. (s. 80)

Denilebilir ki insanlar, uslarını, dünyada rahat yaşamak için değil, birtakım insanların rahatını kaçırmak için kullanırlar. (s. 136)

En umutsuz anlarda bile insanlar, sadece kendi gerçeklerini düşünür. (s. 137)

Doğrusu, bir insanın kendine özgü değer dünyası oldu mu, çevresindekilerin yargılarına, küçültücü ve onur kırıcı davranışlarına pek kulak asmaz. Tersine, bu basmakalıp düşüncelerle dünyalarını daraltanların üstüne üstüne yürür. Ne ki, insan güçlü bir yürek taşımıyorsa – insanların çoğu böyledir-, kendi değer dünyasını da kuramaz. (s. 154)

Bellek, kişiye özgüdür. Toplumun belleği yoktur. Toplum, şimdi şu anda, şuradaki olayları anımsarsa anımsar. Tarihin bir yineleme olması da buradan gelir. Toplumlar 24 saat öncesinin renklerini, seslerini, kokularını anımsayamadıkları için hep eski yanılgılara yuvarlanırlar. (s. 185)

Dünya son yıllarda çok acı çekti. Hâlâ da çekiyor. Üstelik biz de gençlerle hiç mi hiç ilgilenmiyoruz. Devlet yönetimini yaşlıların isteklerine göre ayarlamış gidiyoruz. (s. 185)

Mithat Cemal Kuntay Üç İstanbul adlı kitabında şöyle der: “Kalabalıklar kafasıyle değil, gözleriyle düşünür. Bu gözleri yönetmeyi bilmezseniz, düşmanlığın en büyüğünü siz kendinize yaparsınız. Yığınlar karnıyle düşünür, gözüyle öğrenir, kalbiyle kızar.” (s. 185)

Yanlış değerlendirmeler topluma mal olmuşsa, onları ne yapsanız değiştiremezsiniz. Dahası, bu yanlış değerlendirmelere karşı da çıkamazsınız. Çıkarsanız bütün toplumu karşınızda bulursunuz. (s. 191)

Aktaran: Cenk Baran

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir