Kuşeyrî Risâlesi – Kitap Notları

Künye: Kuşeyrî Risâlesi, Abdülkerim Kuşeyrî, Semerkand Yayınları, 10. Baskı, Temmuz 2013, İstanbul

***

Abdullah b. Cafer’e, ‘’Senden bir şey istendiğinde bolca veriyorsun, fakat sana bir şey hediye edildiğinde çok az alıyorsun’’ denildiğinde Abdullah, ‘’Malımı çekinmeden harcıyorum, ancak aklımı ve şerefimi harcamaya gelince, onda çok sıkı davranıyorum’’ dedi. (Sayfa 480)

Bir kadın Mâlik b. Dinar’a, ‘’Ey mürai (gösterişçi)’’ dedi. Bunu işiten Mâlik, ‘’Ey kadın, Basralıların kaybettiği ismimi sen buldun’’ dedi. (Sayfa 471)

Vâsitî şöyle demiştir: ‘’Büyük ahlak, kulun Allah Teâlâ’yı ileri derecede tanımasından dolayı, (kalbini O’nunla meşgul edip) kimseye hasım olmaması ve herkesi affettiği için kimsenin de kendisiyle çekişmeye girmemesidir.’’ (Sayfa 467)

Hâris-i Muhâsbi demiştir ki: ‘’Fütüvvet, herkese insaflı davranman, fakat kimseden insaf beklememendir.’’ (Sayfa 442)

Ebû Osman demiştir ki: ‘’Kim, kim zikirden uzak kalmanın sıkıntısını çekmezse, zikirdeki ilâhî yakınlığın tadını tadamaz.’’(Sayfa 439)

Cündey-i Bağdâdî’ye, üzerinde bir hurma çekirdeği kadar dünyalığı olan kimsenin durumu sorulunca şöyle demiştir: ‘’Kendisini para karşılığı hürriyetine kavuşturmak için efendisiyle anlaşma yapan kölenin üzerinde bir dirhem borç kaldığı müddetçe, köleliği devam eder.’’ (Sayfa 432)

Ebû Yakub-i Sûsî şöyle demiştir: ‘’Hak yolcuları ihlaslarındaki ihlası görüp ihlası kendilerine mal ettiklerinde, bu ihlasları da ayrı bir ihlasa muhtaç olur.’’ (Gerçek ihlaslı kimse, bütün bakışını yüce Mevlâsına çevirir, kendi halleriyle meşgul olmaz) (Sayfa 414)

Nasrâbâdî şöyle demiştir: ‘’Kusurlu görülüp peşinden af ve bağışlanma istenen ibadetleri yaptıktan sonra bir karşılık ve mükâfat beklenen ibadetlerden kulu Allah’a daha fazla yaklaştırır.’’ (Sayfa 403)

Sehl b. Abdullah-ı Tüsterî demiştir ki: ‘’Kul, şu dört şeyden korkuyu üzerinden atmadıkça güzel kulluk yapamaz. Açlık, elbise yokluğu, fakirlik ve zillet.’’ (Sayfa 400)

Üstadım Ebû Ali Dekkâk’ın şöyle dediğini işittim: ‘’Ubûdiyyet (Mevlaya boyun eğip nefsi emrine teslim etmek) sadece ibadet etmekten daha mükemmeldir. Kul önce ibadete başlar, peşinden ubûdiyyet gelir, onu ubûdet (Hak’ta fani olma ve ilahi tecellilerde kaybolma hali) takip eder. (Sayfa 399)

Fudayl b. İyâz şöyle demiştir: ‘’Benim, riyakârım diye yemin etmem, ‘Ben gösteriş sahibi değilim’ diye yemin etmemden bana daha sevimlidir.’’ (Sayfa 70)

Bâyezid-i Bistâmî şöyle demiştir: “Bir adamın keramet olarak havada bağdaş kurup oturduğunu (suda yürüdüğünü, ateşi yuttuğunu, kızgın sac üzerinde uyuduğunu) görseniz; onun bu haline aldanmayın. Kendisinin Allah’ın emir ve yasaklarına nasıl uyduğunu, ilahi hududu nasıl koruduğunu ve dinin edeplerini nasıl yerine getirdiğini görmeden, bu tür hallerine itibar etmeyin.’’ (Sayfa 91)

Ebû Süleyman Dârânî şöyle anlatır: ‘’Bir gece mihrapta dua ve zikirle meşguldüm. Soğuk beni iyice sarsmıştı. Ben de, elimin birini ısıtmak için koynuma sokup diğerini uzatmış dua ediyordum. O sırada beni bir uyku bastı. Gizli bir ses bana şöyle sesleniyordu: ‘Ey Ebû Süleyman! Şu açık eline hakkı olan hayırları verdik; eğer diğeri de açık olsaydı, onun da hakkını verirdik.’

Bunun üzerine ben, hava ister sıcak ister soğuk olsun, iki elimi uzatmadan dua etmemeye yemin ettim.’’ (Sayfa 95)

Muhammed b. Fazl şöyle der: ‘’Şaşılır o kimseye Allah’ın evi Kâbe’ye ulaşmak ve onun çevresindeki peygamberliğin eser ve hatıralarını görmek için nice ıssız çöller aşar da; kalbine ulaşıp orada yüce Allah’a ait tecellileri görmek için nefsini ve kötü arzularını aşmaz.’’ (Sayfa 122)

Ebû Bekir Verrâk demiştir ki: ‘’Eğer tamaha (aşırı mal hırsına), ‘Baban kimdir?’ diye sorsalar, Allah’ın takdir ettiği şeylerde şüphe etmek derdi. ‘Sanatın nedir’ diye sorsalar, ‘Zillet kazandırmak’ derdi. ‘Elde ettiğin nedir?’ diye sorsalardı, ‘Mahrumiyet’ derdi.’’ (Sayfa 131)

Ebû Ali-i Sekafî demiştir ki: ‘’Bir adam bütün ilimleri toplasa, bütün insan grupları ile beraber bulunsa, kâmil bir şeyhin veya bir terbiye rehberinin yahut edep öğreten samimi bir kimsenin terbiyesinde nefsini ıslah etmeden ulu âriflerin ulaştığı makama ulaşamaz. Kendisine amellerindeki kusurlarını ve nefesinin çirkin sıfatlarını gösteren bir üstattan edep almayan kimseye, amellerin ıslahı (mânevi terbiye) konusunda uymak caiz değildir.’’ (Sayfa 151)

Bir adam Şiblî’ye, ‘’Sizi üzüntülü bir halde görüyorum; O (Allah) seninle, sen de O’nunla değil misin, bu üzüntünün sebebi ne?’’ diye sorunca Şiblî şöyle demiştir: ‘’Ben O’nunla birlikte olsaydım kendimi bulur ben olurdum; fakat ben O’nda mahv (fâni) olmuş durumdayım.’’

Yok etme hali, mahvetme halinden daha üstündür; çünkü mahv halinde kula ait bazı şeyler kalabilir, yok etmede ise bir eser kalmaz. Sufîlerin en büyük gayesi, Cenâb-ı Hakk’ın onları nefislerini görmekten tamamen kurtarıp bir daha bu hale döndürmemesidir. (Sayfa 211)

Abdullah-ı Temîmî demiştir ki: ‘’Günahlardan tövbe eden, gafletten tövbe eden ve iyiliklerini görmekten tövbe eden kimseler arasında ne kadar fark vardır.’’ (Sayfa 247)

Ebû Muhammed Mürtaiş’in şöyle dediği anlatılır:

‘’Ben defalarca azıksız ve bineksiz olarak hacca gittim. Sonra bana, bütün bunlara nefsânî arzularımın karıştığı gözüktü. Bunu da şundan anladım: Bir gün annem benden içmek için su istedi, bu nefsime ağır geldi. Bundan anladım ki, benim yaptığım haclara nefsimin gizli arzuları karışmıştır. Çünkü, eğer nefsim kendi arzularından tamamen fani olsaydı, dinde en büyük hak olan anneye hizmet ona zor gelmezdi.’’ (Sayfa 254)

Fudayl b. İyâz’a, ‘’Biz niçin Allah’tan korkan bir kimse göremiyoruz?’’ diye sorduklarında hazret şöyle demiştir: ‘’Eğer siz gerçek manada Allah’tan korkan kimseler olsaydınız, korku sahiplerini görürdünüz. Gerçek korku sahiplerini ancak onlar gibi olan kimseler görür. Nitekim çocuğunu kaybetmiş bir anne de, kendisi gibi çocuğunu kaybetmiş bir anneyi görmek ister.’’ (Sayfa 292)

Fudayl b. İyâz demiştir ki: ‘’Selef şöyle derdi: Her şeyin bir zekâtı vardır; aklın (kalbin) zekâtı da uzunca hüzündür.’’ (Sayfa 313)

Bâyezid-i Bistâmî’ye, ‘’İnsan ne zaman mütevazı olur?’’ diye sorduklarında hazret, ‘’Kendi nefsi için hiçbir makam ve hal düşünmediğinde ve halkın içinde kendisinden daha kötü bir kimse görmediğinde gerçek bir mütevazı olur’’ demiştir. (Sayfa 324)

Hasan-ı Basrî’ye (rah) biri gelerek, ‘’Falan adam senin gıybetini yaptı’’ dedi. Bunun üzerine Hasan-ı Baasrî, adama bir tabak tatlı göndererek ona, ‘’Duyduğuma göre sen (gıybetimi yaparak) bana iyiliklerini hediye etmişsin; bu tatlıyı o hediyeye karşılık olarak gönderiyorum’’ dedi. (Sayfa 339)

Yahya b. Muâz şöyle demiştir: ‘’Allah’ı sevenlerin sabrı, (dünyadan gönlünü çeken) zâhidlerin sabrından daha şiddetlidir. Ah bir bilsem, şu âşıklar O’ndan ayrı kalmaya nasıl sabrediyorlar!’’ (Sayfa 378)

Ebû Hâzim A’rec demiştir ki: ‘’Dua etmekten mahrum edilmem benim için, duama karşılık verilmemesinden daha ağır bir durumdur.’’ (Sayfa 503)

Yahya b. Muâz’a, ‘’Fakirlik nedir?’’ diye sorulunca, ‘’Fakir olmaktan korkmaktır’’ dedi. ‘’Zenginlik nedir?’’ diye sorulunca da, ‘’Allah Teâlâ’ya güvenmektir’’ cevabını verdi. (Sayfa 517)

Cüneyd-i Bağdâdî demiştir ki: ‘’Tasavvuf, (Allah için nefisle) hiç sulhu olmayan bir savaştır.’’ (Sayfa 529)

Üstadım Ebû Dekkâk’ın (rah) şöyle dediğini işittim: ‘’Bir adam Sehl b. Abdullah-ı Tüsterî’ye, ‘Ey Ebû Muhammed, sohbetine katılıp seninle birlikte olabilir miyim?’ diye sordu. Sehl, ‘İçimizden biri ölünce geride kalana kim arkadaş olacak?’ dedi. Adam, ‘’Allah’ deyince Sehl, ‘’O halde şimdi Allah ile dost ve beraber ol’ dedi.’’ (Sayfa 553)

Yusuf b. Hüseyin der ki: ‘’Bir arif şu hale ulaşmadıkça gerçek bir arif olamaz: Kendisine Hz. Süleyman’a (as) verilen mülk ve saltanatın bir misli verilse onu Allah Teâlâ’dan bir an meşgul etmemeleridir.’’ (Sayfa 582)

Cündey-i Bağdâdî şöyle demiştir: ‘’Mürşidim Serî-i Sakatî bana bir kâğıt verdi ve, ‘Bu senin için bin güzel kıssadan ve Salihlerin güzel sözünden daha hayırlıdır’ dedi. Kâğıdı alıp baktığımda içinde şu manadaki beyitler yazılıydı:

Ben, kendisini sevdiğimi iddia ettiğimde, sevgili bana şöyle dedi: Bana yalan söyledin, görüyorum ki kemiklerin etli ve besili. Şu hale ulaşmadan sevgin gerçek olmaz: Kalbin aşk derdiyle eriyip içindeki zara yapışmalı, sana çağırana ses veremeyecek derecede zayıflamalısın, aşk seni öyle eritmeli ki, sende sadece ağladığın ve yalvardığın bir göz bebeği bırakmalı, kalan her şeyini yakmalı.’’ (Sayfa 596)

Cündey-i Bağdâdî’ye, ‘’Bir insan sakince dururken, nasıl oluyor da bir kaside ve benzeri şey işitince hareketlenmeye başlıyor; bunun sebebi nedir?’’ diye sorulunca, hazret şöyle demiştir: ‘’Allah Teâla ruhlarla yaptığı ilk misakta onlara, ‘’Ben sizin rabbiniz değil miyim?’ diye hitap ettiği zaman onlar da, ‘Evet, sen bizim rabbimizsin’ (A’râf 7/172) dediler. Bu ilahi hitabın lezzeti bütün ruhları sardı. İşte ruhlar güzel sesle söylenen bir şey dinleyince, bu ilahi hitabı hatırlayıp harekete geçer.’’ (Sayfa 621)

 

Edebifikir

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir