Künye: Kültürden İrfana, Cemil Meriç, İletişim Yayınları, İstanbul, 2013.
***
Soru: Kültürün, çağdaş dünyadaki gelişmeleri üzerinde ne düşünüyorsunuz?
Cevap: Kültürün en yüksek düzeye ulaştığı Yeni Dünya’da kültür yok artık, onun yerine karşı-kültür, anti-kültür, hipi-kültür, kültür-sonrası, devrimci-kültür var. Amerika’dan gelen salgın bütün Avrupa’ya da yayıldı. Çağımız geleneklere değil, geleneğin kendisine düşman. Hayata bir şey eklemek istemiyor, hayatı alt üst etmek peşinde. Kültür mefhumunu çatlatan bir davranış karşısındayız. Artık “kazanılmış bir bilgiler bütünü” değil, kültür; “her şeyi okuyup, her şeyi unuttuktan sonra kalan” değil. Daha çok bir özlem. Keşfedilmesi, yaratılması gereken bir dünyanın özlemi. Amaç, eski yasaları ve ölçüleri yerle bir etmek. İdeolojiler de, teknik de yeni kuşaklara güvensizlik veriyor. Hepsi ütopyalara susuz; taze, sıcak, tabii ütopyalara. Bu isyan Batı’da uzun zamandan beri seyrine alıştığımız bir traji-komedinin devamı; dadaizm, fütürizm, gerçek-üstücülük. Yalnız, çılgınlık şimdi çok daha yoğun, çok daha yaygın, çok daha topyekün. (Sayfa 32)
Her nesil yeniden yazar tarihi, maziye yeni sualler sorar. Toplumların diri ve uyanık tecessüsü, karanlığa gömülen devirleri parça parça aydınlatır. Geçmiş geleceğin malzemesidir. Dünle bugün, bugünle yarın denizden iki damla.
Vakanüvisler, zamanı mumyalamış. İnsanoğlu, bütün günah ve sevaplarıyla o uçsuz bucaksız kâğıt ummanında. Arap tarihçileri, gördüklerini ve duyduklarını olduğu gibi kaydetmiş. Okuyucunun hürriyetine müdahale etmek istememiş. İranlı tarihçiler, şiire daha düşkün. Osmanlı ise vakalar zincirinde sebep ve netice bağları aramış. Cevdet Paşa böyle diyor.
İbn Haldun, ondördüncü asırda yeni bir ilim kurmuş… Beşerî ilimlerin ilmi, daha doğrusu temeli olan umran ilmi. Sosyal tarih, yani medeniyet tarihi, insanlığa İslam dünyasının armağanı. Batı için tarih, onsekizinci asra kadar bir masallar yığınıdır, destandan daha tatsız, romandan daha abes bir yazı türü. Ondokuzuncu asır tarih asrıdır Batı’da. Bizde, tarihten kopuş asrı. Cevdet Paşa gibi zirveler, bu hakikati unutturmamalı. (Sayfa 105)
Toplumlar da arada bir dinlenir, kervanlar gibi. Ne kadar yol alınmış, hesaplanır. Bazen bir kitap, bütün bir medeniyetin “defter-i âmali”dir. Bir medeniyetin, bir kavmin veya bir cemaatin. Böyle bir şeref hangi eserlere nasip olmuş? Kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir cevap. Kimine göre ‘Kitab-ı Mukaddes’, kimine göre ‘Usul Üstüne Konuşma’ , kimine göre ‘Kapital’. Kendi dünyamızı ele alırsak ondokuzuncu asırda yazılan düşündürücü kitapların başında Tunuslu Hayrettin Paşa’nın ‘En Emin Yol’u geli. (Akvam el Mesalik). (Sayfa 139)
Biruni İslamiyetin Bir cihan dini olduğunun şuuru içindedir. Çeşitli kavimleri birbiriyle kaynaştıran bir din. Coğrafya, astronomi gibi tetkikler İslam camiasının dinin hayatı için önemli olduğundan kaynaşma hedefi göz önünde tutularak ele alınmalıdır. Biruni’ye göre “ilim için ilim” gibi abes olamaz. Nitekim “sanat için sanat” da saçmadır. Sanatlar da ilimler de İslam hayatının hedefine hizmet etmelidir. Müslümanlar için bu yaşayış yaşayışların en güzelidir. Ve gözetilecek tek amaçtır. Bununla beraber ilmi araştırma ameli bir fayda gütmez, çünkü fayda varlıkların değerini tayin etmez. Bilakis ilmi araştırmaların geçerliliği Kur’an’ın hükmüne dayanır. İnsan, Allah’ın “bi’l Hak” yarattığı semavatı ve dünyayı tanımakla mükelleftir.
Biruni’nin ihlâsı su götürmez ama çeşitli hiziplerden hangisine mütemayil olduğu bilinmiyor. (Sayfa 215)
Rıza Tevfik, Stuart Mill’in “şâkird-i irfan”ı olduğunu söyleyerek övünürdü. Filozofluktan daha iddialı bir kartvizit. İkinci Meşrutiyet’in fikir adamları bizden daha ciddi idiler. Cumhuriyet nesli, Batı düşünce tarihinde ya sığ pozitivizme saplanacaktı, ya iğdiş edilmiş bir Marksizme.. Stuart Mill’in “şakird-i irfan”ı olmak, gerçekleşmemiş bir ideal de olsa, bir tecessüsün hududlarını belirtmesi bakımından göğüs kabartıcı. Yeni kuşaklar, ne Rıza Tevfik’i tanır ne Stuart Mill’i. Rıza Tevfik, hece vezninde şiirler yazmış, bir ara politikaya sürüklenerek Sevr’i imzalamak hamakatini göstermiş talihsiz bir yazardır. Fikir adamını hiç birimiz merak etmeyiz. Dilimizde yazılan en geniş, en özgün, en değerli felsefe dersleri onun imzasını taşır. Türkçenin tek felsefe kamusunu o yazmıştır. Düşünce tarihimizde bir dönem açan ‘Ulumu İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası’nın üç kurucusundan biridir. Düşünceyi aforoz eden bir dünyada yaşıyordu. Bir çöküş döneminin temsilcisiydi. Asırlar süren bir medeniyetin heybetli çöküşü.. Sevimli filozof, Stuart Mill’in belli başlı eserlerini okumuş muydu.? İngiliz hâkiminin eserlerinin ne kadar anlayabilirdi? O dönemde düşüncelerini anlamak, hele hele benimsemek mümkün müydü? Bilmiyoruz.. (Sayfa 255-256)
Reşat Nuri, kahramanlar’ı elli küsur sene önce çevirmiş Türkçeye. Dalkavukluğa yatkın aydınlarımız için mukaddes bir kitap olmuş eser. Carlyle’ı okumadan Carlyle’cı kesilmiş, intelijansiyamız. Tarihçiler, caize koparmak için onun şehadetine sığınmış. Cumhuriyet döneminin birçok mitosları İskoçyalı şairin ruhaniyetinden yararlanılarak inşa edilmiş. Üstadın batılı âşıkları da kahramanlar yazarına rüyada sevdalanmış. (Sayfa 449)
Carlyle’ın karanlık ve girift kişiliği bir yönüyle aydınlandı mı acaba? Hiç bilmediğimiz bir dünya bu. Zaman zaman İslam velilerini hatırlatan bir düşünce irtifaı. Profesör Watt, Batı’nın Hz. Muhammed’e karşı beslemeye başladığı hayranlıkta kahramanlar yazarının büyük payı olduğunu belirtir. Carlyle’ın o konudaki konferansını kaç müslüman layık olduğu dikkatle okumuştur acaba? (Sayfa 455)
Soru: Televizyon kültürünün, kültür değişimini hızlandırması karşısında neler düşünürsünüz?
Cevap: Televizyon kültürü diye bir mefhum tanımıyorum. Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş bir nevi afyondur. Televizyon, şuurdaki son pırıltıları da yokeden bir cehennem makinesidir. Kişiyi gerçek hayattan koparan ve bir hayal dünyasında yaşatan hissi bir istimna… (Sayfa 492)