Komünist Propaganda Taktikleri

1960 senesinde ilk baskısı yapılan bu eser, Sovyetler Birliği’nin yılda yaklaşık 2 milyar dolar harcamayla yürüttüğü komünist eylemlerin yöntemlerini aktarıyor. Yazar, Sovyet Rusya dönemindeki komünizmin politik savaştan psikolojik yöntemlere, basından üniversite ve okullardaki örgüt yapılanmalarına ve eylemlerine, Avrupa’dan Çin’e uzanan komünizm harekâtının farklı modeller üzerinden halka aşılanmasına ve paralel örgütlerden gerilla savaşlarına kadar geliştirdiği yol haritalarını Batılı bir siyaset bilimci gözüyle aktarmış.

Yazar, SSCB-ABD karşılaştırmasında tamamıyla ABD tarafında iken, Avrupa ülkelerinin de SSCB’ye yönelik sergiledikleri tavırların önceki antlaşmalar ve konferanslarda yetersiz olduğu kanısında.

* * *

Künye: Komünist Propaganda Taktikleri, Suzanne Labin, Altınok Matbaası, 1976, Ankara.

***

“Fikir” denince, ideallerin, doktrinlerin, kaynağı akıl olan her şeyin bütününü içine alan kavram akla gelmektedir. Oysa bugün komünizm, fikirlerin yalnızca duygusal yönden biçimlenmiş kısmını hedef almaktadır. Komünizmin amacı insanlara fikir yönünden “ışık tutmak” değil, onları fikir yönünden “hizaya getirmek”dir. Komünizm fikir yönünden ikna edecek yerde, onları yalan, safsata, demagoji ve hileye başvurarak kandırmaktadır. (syf. 9)

Temel Leninizm öğrenimi için akademiler, politik bilimleri öğreten yüksek okullar, köylük bölgelerde faaliyet gösterecek eylemciler için eğitim okulları, şehir eylemcileri için ayrı eğitim okulları, sömürge bölgelerinde faaliyet gösterecek eylemciler için yine ayrı eğitim okulları vardır. Bu okullarda geleceğin eylemcilerinin her şeyden önce kişiliklerinden yoksun kalmaları sağlanır; bunlar, daha sonra, bilimsel telkinlerle, gerek düşünüş gerek davranış yönünden görevlerine içtenlikle bağlı bir kişiliğe sokulurlar; bütün benlikleriyle liderlerinin kontrolü altında bulunan, onların kumandasıyla hareket eden birer robot hâline getirilirler; örgütlenme ve kışkırtma teknikleri konusunda üstün bilgi sahibi olurlar. (syf. 14-15)

Devrim, Sovyet cenneti, işçilerin özgürlüğü, daha iyi çalışma koşulları gibi uydurma hikâyelerle ya da demagoji yoluyla komünist ağına düşen bir kimse çeşitli baskılar karşısında bir daha oradan çıkamamaktadır… Ama formül basittir: Zehirleyerek kendine çek, korkutarak elinde tut. Formülün başlıca bileşimi de şudur: Komünist Partisini gerçek bir politik partinin antitezi olarak benimseyen kişinin kendi isteğiyle teslim olması. Hür toplumlarda politik partilerin görevi açık tartışma yoluyla komünistler bu kuruluşları fikirlerin hapsedildiği bir yer hâline getirmişlerdir. (syf. 16)

Gördüklerini yok sayanlar, gözleri görmeyenlerden daha kördürler. (syf. 24)

Heinrich Heine şöyle der: “Şeytanın en iyi dostları, şeytanın varlığına inanmayan liberal aydınlardır.” (syf. 25)

Okul ve üniversite çevrelerinin fikirleri işlemek ve geliştirmek yönünden son derece önemli bir yeri vardır; bu nedenle, açık faaliyet gösteren komünist örgütlerden yeraltı hücrelerine kadar, kışkırtıcıları, ajanları, iftiracıları, safsatacıları ve uydu örgütleri içine alan bütün Sovyet propaganda araçları söz konusu çevrelerde faaliyet gösterirler. (syf. 35)

Hindistan’da, Moskova yararına propaganda yapan öğretmenler Hindistan Komünist Partisi tarafından bastırılmış özel ders kitapları kullanırlar. Avrupa ülkelerinin çoğunda, üniversiteler “yoldaşların” başlıca sığınağı hâline gelmiş bulunmaktadırlar. Komünizm bazı Batı Avrupa ülkelerine öylesine bulaştırmıştır ki, Asya ve Afrika’daki komünist veya komünizme paralel eylemlerin bu üniversitelerde geliştirildiği söylenebilir. (syf. 36)

Öğrencileri bilinçlendiren profesörlere de kendi paylarına düşen zehir aşılanır. Hür dünyadaki birçok öğretmen her sabah posta kutusunda o büyük komünist propaganda nehrinin birkaç damlasını bulurlar: Okunacak bir gazete, incelenecek bir genelge, dağıtılacak bir broşür, imzalanacak bir dilekçe gibi. (syf. 37)

Karl Marks, aydın bir kişi olduğu hâlde şehir proletaryasını, mevcut düzenin yıkılmasında başlıca rolü oynamakla görevlendirilmiştir. Lenin, sözde bu teoriyi onaylar göründüğü hâlde, uygulamada onu hiçe saymıştır. Yazılarında, proletaryanın, doğal eğiliminin gerektirdiği yolda giderse, büyük bir hızla kaba bir reformizmin içine düşeceğini ve aydınlar ona yol göstermediği takdirde devrimin mayasını oluşturamayacağını ileri sürmüştür. (syf. 38)

Barış hareketinde hümanist ve fedakâr görünenler aslında öyle değillerdir. Pek çoğu, doğrudan doğruya ya da dolayısiyle, komünist mekanizma tarafından harekete geçirilmişlerdir; duygularına kapılarak ve saflıkla barış borusunu öttürüp duran dürüst ama tecrübesiz kimseleri komünist mekanizmaya bağımlı kılmak işten bile değildir. (syf. 45)

Sovyet diplomasisi, herkesin bildiği anlamda diplomasi değildir. Sovyetler diplomasiyi, propaganda araçlarından biri, hem de en önemlilerinden biri sayarlar. Komünist ülkelerde dış dünya arasında her çeşit alış-veriş, diplomatik olsun, kültürel olsun, ticarî olsun, teknik alanda olsun, ya da spor alanında olsun propaganda sınırları içerisinde ele alınır ve bu yönden geliştirilir. Tabiî burada kastedilen, komünist yönlü açık propaganda yapmak değil, Sovyetlerin çıkarlarına uygun davranışların dolayısiyle, gizli ve değişik biçimlerde savunuculuğunu yapmaktır. (syf. 60)

Komünizmle savaşa kendilerini adamış anti-komünistlere karşı girişilen kampanya basit yerlerden başlayarak geliştirilir. Amansız ve her kalıba uygun bir biçimde yürütüldüğünden etkili olur. “Radikal sağcı”, “Faşist sağcı”, ve “sistemli anti-komünist” gibi çoğunlukla kaba deyimler sık sık kullanıldığından kampanyayı yürütenler kolayca ayırt edilebilir. (syf. 65)

Şurası önemle belirtilmelidir ki, komünist propagandanın başarısını, her şeyden önce, o amaca hasredilen maddî imkânların büyüklüğüne bağlamak gerekir. Pek çok kişi, politik gücün, elinde bulundurduğu maddî imkânlarla bağlantılı olduğu fikrini benimsemeyip, ne pahasına olursa olsun, “büyük sosyal akımlar” sonucunda oluştuğunu daha akla yatkın sayarlar. (syf. 78)

Komünizm, her sol akımın temsilcisi kılığına bürünmekle ün yapmıştır; işçilerin, ilericiliğin, ekonomik sorunların, sosyal adaletin ve kişisel özgürlüğün savunucusu pozlarına girerek solculara kendini kabul ettirmeyi başarmıştır; kısacası, komüznim “sol” ile aynı idealleri taşır görünmekte, ama gerçekte “sol”un mezarını kazmaktadır. (syf. 84-85)

Moskova, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra süper silahlarını elinde tutmuştur. Oysa Washington öyle yapmamıştır. Moskova İran’ı, Yunanistan’ı ve Kore’yi kuşatmış ve sekiz Doğu Avrupa ülkesini zorla köleleştirmiştir. Oysa Washington bunları yapmamıştır. Moskova imzaladığı her antlaşmayı yırtıp atmıştır. Oysa Washington bunu yapmamıştır. Moskova, tüm özgür ülkeleri alttan torpilleyip yıkmak için dünya çapında büyük bir mekanizmayı harekete geçirmiştir. Washington böyle bir şey yapmamıştır. Moskova, insanları sınır dışı etmekte, öldürmekte, zindana kapamaktadır. Oysa Amerika bunları yapmamaktadır. O hâlde, çatışan taraflardan biri öbüründen çok daha saldırgan iken, her iki tarafa da eşit ölçüde sorumluluk yüklemek, gerçekten saldırgan tarafa hizmet etmektir. (syf. 103-104)

“Barış İçinde Birlikte Yaşama” sloganının Sovyet politikasında bir yenilik olduğunu sananlar hafızalarını iyice yoklamalıdırlar. Bu slogan komünistlerin hokkabazlık çantasındaki en eski hilelerinden biridir. Bu hile ta Lenin zamanından kalmadır; Lenin tarafından benimsenmiş ve her uygulanışında en az yedi kez tekrarlanmış ve her uygulanışında bir gerilim dönemini oluşturmuştur. (syf. 117)

Ekilen propaganda tohumlarının Sovyetlere ne kadar büyük çıkarlar sağladığını Batılılar yeterince anlamamış bulunmaktadırlar; geçmiş dönemlerde ancak silah zoruyla sağlanabilecek bölgesel ve stratejik üstünlüğü bile Sovyetler propaganda yoluyla sağlamışlardır. Komünistler istilâ hareketlerinde başarıyı çoğunlukla süngülerinin sayesinde değil, fikirleri zehirlemek için giriştikleri politik savaş yoluyla elde etmişlerdir. Nazi Almanya’sının yenilgiye uğramasından sonra Sovyetlerin yıldırım hızıyla yayılması müttefik devletlerin liderlerinin Yalta konferansındaki cömertliklerinin ve saflıklarının soncudur; bu liderler, Stalin rejiminin bütünüyle Hitler rejimi kadar koyu bir despotizm olduğunu o zaman fark etselerdi, böylesine cömert ve saf davranmaktan çekinirlerdi. (syf. 128-129)

Kremlin’in dünyayı fethetmek için uyguladığı strateji basittir: Yer üstünden silahlarla ortalığı karıştırıp, asıl saldırılarını yeraltından politika yoluyla yapmak. Uluslararası alanın ön saflarında komünizm nükleer gücüyle kükrerken, Birleşmiş Milletlerdeki bozguncu komünistler pabuçlarını masalara vurmaktadırlar ve dünya bu şamatayla çalkalanırken, ülkeler sessiz sedasız, birbirlerinin ardı sıra, kanatlarını komünistlerin pençesine kaptırmaktadırlar. (syf.137-138)

Aktaran: Adem Suvağcı

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir