Hint irfanının Batı’ya armağan ettiği yüzyılımızın en önemli entelektüellerinden birisi Homi K. Bhabha’dır. O özellikle Joseph Conrad, Walter Benjamin, Adrienne Rich, Toni Morrison, V.S. Naipaul, J.M. Coetzee gibi düşünürlerin çalışmalarındaki; kozmopolitanizm, insan hakları, kültürel ve estetik bağlam gibi unsurlarla ilgilendi. Bhabha’yı daha çok ‘Nation and Narration’ (1990) [Ulus ve Anlatı], ‘The Location of Culture’ (1994) [Kültür’ün Konumu]’ndaki makalelerine başka yazarların verdiği referanslar sayesinde tanımıştım.
Bu iki kitap, Batı’da milliyetçilik, ırkçılık, kolonicilik, kolonicilik sonrası modernlik, benzerlik (mimicry), farklılık (difference), duygu karmaşası (ambivalence), melezlik (hybridity), vb. mefhumları üzerinden postkolonyal teoriye neologist bir bakış açısı kazandırmaya yönelik yazılmıştı. Şimdilerde ise bu kavramlarla edebi metinlerdeki benzer unsurlar oldukça popüler bir şekilde tartışılıyor. Aslında konuya dair teorik tartışmaların fitilini ateşleyenler ilkin Edward Said, Michel Foucault ve Jacques Derrida olmuştu.
Homi K. Bhabha’nın en son yazdığı kitap olan “Our Neighbours, Ourselves” bir dizi yeni Hegel okumasından oluşuyor. Hegel’in düşünceleri ışığında (tarihsel hafıza, ahlaki kabullenmeler, haklar..) kültürel alanda azınlıkların temsili konusuyla ilgileniyor. Bizde de toplumsal ilişkilerin temsili oldukça sorunlu bir konudur. Azınlıklar için çoğunlukla ulusal ve kültürel bütünleşmeleriyle doğru orantılı olacak şekilde kendilerine temsil fırsatı verilir. Bhabha, azınlık haklarının temsilinin artmasına özellikle “Komşuluk” kavramıyla dikkat çeker. ‘Bizim Komşularımız’ demek, ötekileştirilmeyen ve bir manada sahip çıkılan bir algılayışın ifadesidir.
Komşularımız bugün kimlerdir? Bizim ‘misafirperverliğimiz’ günümüz için ne anlama geliyor? Neden başkalarını tanımaya çalışırken/çalışmayarak yabancılaşıyoruz birbirimize? Bhabha, ‘Bizim Komşularımız’da felsefi bir düzeyde açıklamalar getiriyor. Küreselleşmeyle birlikte daha fazla ve çok çeşitli komşularımız oluştu. Bazı sorunlu komşuluk ilişkileri ise artık tüm Dünya’yı ilgilendiren konular olarak karşımıza çıkıyor.
Bu soruları biraz farklı bir boyutta Filistin içinde düşünebiliriz. İsrail, kurduğu emperyalist ve istilacı rejimle komşularını yok sayıyor. Decalogus’un [On emir] son ikisinin “Komşuna karşı yalan şahitlik yapmayacaksın. Komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına yahut kölesine yahut cariyesine yahut öküzüne yahut eşeğine yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin” olmasına rağmen bugün Nazilerin yaptığı şeyi İsrail Müslüman Filistinlilere yapıyor. Kutsal Kudüs’te masum bir halkı açlıktan soykırıma terk etmek için utanç duvarları örüyor. Filistin’in ahlaksız komşularına Berlin duvarında yazan bir sözü hatırlatmak gerekiyor: “Her duvar bir gün düşer!”
Bhabha, kitabın bir yerinde Filistinli sanatçı olan Emily Jacir’den bahsediyor. Jacir’in Batı’da en çok tanın eseri; “İsrail tarafından işgal edilmiş 418 Filistin köyü anıtı”dır. Umutsuz bir trajediye, 1948 yılında yapılan zorunlu iskân politikasının sonuçlarına dikkat çeker. (Köylerden Filistinliler zorla çıkarılmış ve yerlerine göçmen Yahudiler yerleştirilmiştir.) Eser beyaz pazen kumaştan yapılmış bir çadır ve bu çadırın dış yüzeyine yazılan Filistin köylerinin isimlerinden oluşur. Köylerin zaman ve mekânda sadece isimleri kalmıştır. Çadır’ın içi boştur çünkü buralarda yaşayan insanlar memleketlerinden sürülmüştür. Hatırlayalım; Türkiye’de 1934 yılında çıkan Trakya Olayları ve 1942’de Varlık Vergisi kanunu sonrasında antisemitizm ülke genelinde yayılıp gitmişti. Bu olaylar neticesinde Yahudiler bir şekilde ülkeyi terk ettiler. Fakat gittikleri yerde güçlendikleri zaman, kendileri de benzer faaliyetleri komşularına (Filistinlilere) yaptılar. [Sana yapılmasını istemediğini, bir başkasına yapma!] 1948 yılından beri İsrail’de uygulanan iskân politikaları bırakın komşuluğu insanlık adına utanç kaynağıdır.
Bhabha’ya göre sanatçı Emily Jacir’in Filistin Diasporası sorununu merkeze alan çalışmaları ibretlik bir vesikadır. Jacir, Ramallah’taki günlük yaşamın temsilini yapıtlarıyla New York’ta yeniden oluşturuyor. O eserlerinde; bölgedeki toplumun, milletin ya da diasporal öğelerin sorunlu olan spesifik detaylarını gösteriyor. Filistin örneğinde iki başat unsur öne çıkıyor. Ekonomik, dini, politik göçler neticesinde oluşan yeni komşuluk ilişkileri; “düşmanlık” ya da “konukseverlik” kavramları üzerine kurgulanıyor.
Filistin sorunu [İngiliz oyunları, Diaspora, mülteciler, US hegemonyası vb.] Hegelyen manada bu topraklara hâkim olan güçlerin efendi-köle diyalektiğinden kaynaklanmaktadır. Bu noktada Yahudi-Hıristiyan Dünya ile Müslüman Dünya karşılaşmakta fakat uzlaşı bulup bir melez kültür (sentez) meydana getirememektedirler. Uzlaşı kültürü ve dostane komşuluk, Osmanlı’nın bölgeden çekilmesiyle bir rüya gibi uçup gitmiştir. Bir rüyanın ardından, tanıklık ettiğimiz kan ve gözyaşı…
Beyaz Arif Akbaş
1 Yorum