Kolonizasyon Psikolojisi

Kolonizasyon süreci; Napolyon’un Mısır’ı işgali ile başlamış, özellikle Müslüman coğrafyasında, Hindistan ve Afrika’da katı bir şekilde uygulanmış ve bu bölgelerde yaşayan insanların maddi ve manevi kaynakları sömürülmüştür. Edward Said, ‘Şarkiyatçılık’, ‘Kültür ve Emperyalizm’ gibi çalışmalarında bu olguyu işlemiş ve eleştirmiştir. Bu konu daha sonraları Gayatri Spivak, Homi K. Bhabha gibi entelektüellerin çalışmalarıyla da ‘postkolonyal teori’ye dönüşmüştür.

Fransız psikanalist yazar Octave Mannoni, ülkemizde az bilinen, postkolonyal çalışmalarda ismi sıkça anılan bir düşünürdür. Mannoni, Lacan’ın sıkı bir takipçisi olmakla birlikte Lacanyen düşünce biçiminden bağımsız bir özgünlüğü başarabilen küçük bir eleştirmenler grubuna da dâhil edilebilir. Yazar fırtınalı bir gençlik yaşamından sonra maceracı bir hevesle Afrika’da (Madagaskar) etnolog olarak yirmi yıldan fazla ikamet etmiştir. II. Dünya Savaşının yıkım yılları bittiğinde tekrar Fransa’ya dönmüş ve Lacan ile birlikte psikanalizin klinik uygulamalarında kilit bir rol üstlenmiştir. Mannoni, Lacan’ı ideolojik bir kamplaşma çevresinde gördüğü için 1982 yılında Freudyen Okul çevresinden kendi isteğiyle ayrılmış ve bir süre sonra da okul zaten dağılmıştır. [Yine de Lacan’ın imgesel, simgesel ve gerçeklik kuramının oldukça işlevsel bir muhtevaya sahip olduğunu ayrıca belirtmekte yarar var.] İleriki yıllarda Mannoni, karısı Maud ve arkadaşı Guyomard ile birlikte ‘Psikanaliz Eğitim ve Araştırma Merkez’ini kurmuştur. Bu merkezde yapılan çalışmaların ve onun önceki eserlerinin psikanaliz, etnoloji, postkolonyal, biyografi ve felsefe gibi çok çeşitli disiplinlerde yansımaları olmuştur.

Muhtemelen Mannoni’in en iyi bilinen çalışması ‘Prospero ve Caliban: Kolonizasyon Psikolojisi’ bizim çevirmenlerce ve yayınevlerince es geçilmiş meçhul bir eserdir. Eser sümürgeleştirme süreci ve sömürgeci psikolojisini açıklayan ilginç bir çalışmadır. Hatta Frantz Fanon gibi yazarlar tarafından da eleştirilmiştir. Mannoni’in fikirlerine değinmeden önce Prospero ve Caliban imgelerini açıklamakta fayda var. [Bu konuda bkz: Orhan Koçak; “Ataç, Meriç, Caliban, Bandung: Evrensellik ve Kısmilik Üzerine Bir Taslak”, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Yay. Haz. Sabahattin Şen, Bağlam Yayınları, 1995] Nurullah Ataç’ta bir dönem bu iki figür üstünde özellikle durmuştur. (Okuruma Mektuplar – Prospero ile Caliban, YKY, 1999) Caliban, William Shakespeare’in oldukça bilinen bir eseri olup antagonist bir üslupta kaleme alınmıştır. [Antagonist, kurguda ana karakteri engellemekle yükümlü olup muhalif düşman ya da karşı kişi olarakta bilinmektedir. Örn: Faust’ta antagonist olan karakter (Maphisto) Şeytan’dır. Kısaca asıl karakterin zıttıdır.]

Oyunda; Prospero ve onun kızı Miranda tarafından ada işgal edildikten sonra Caliban kulluğa ve köleliğe zorlanır. Caliban, doğuştan zekâ özürlü, çilli, kaba saba bir mahlûkat ve hatta bir hilkat garibesi olarak addedilir. Buna rağmen kahramanımız Caliban, adanın yaşayan tek sakini gibidir. Daha sonra sergilenen oyunlarda bu figür, vahşi bir adam ya da bazen balık ve insan karışımı olan bir canavar olarak tasvir edilip, oynanmıştır. Prospero’ya göre o olsa olsa Sycorax tarafından doğurulmuş bir şeytandan başka bir şey değildir. Prespero, başta ona bir arkadaş gibi yaklaşsa da daha sonra kızı Miranda’ya kötü davrandığını ileri sürer. Oyunun sonunda tüm yaşanan bu hengâme biter ve Caliban yine Prospero’ya itaat etmeyi kabul eder. Caliban kelimesinin etimolojisi bile bir hayli ilginçtir. Kelime ‘Carib’ insanı sözcüğünün ‘canibal’ (yamyam) İspanyolca’dan İngilizce’ye evrilmiş halidir. [Yine unutulmaz bir film olan ‘Kuzuların Sessizliği’ndeki Hannibal Lecter karakterini hatırlayın.] Bu figür aslında sömürge edebiyatının ilk örneklerinden biri olarak kabul edebileceğimiz bir algılayışın ürünüdür. Bu konuda Edward Said’in Robinson Crusoe romanını çözümlediği metinler de okunabilir. [Doktor Jivago filminde Kamorovski bir sahnede kendisini Caliban olarak ifade eder, unutulmazdır.]

Mannoni, insanlığın sömürge durumunun ekonomik, siyasi, etik ve tarihsel gibi çok çeşitli yönlerini listeler. Bunun yanında o sömürgeciliğin psikolojik etkisine odaklanmıştır. Sömürge durumlarını simgesel bir şekilde Prospero ve Caliban gibi figürler üzerinden anlatmaya çalışır. Madagaskar tecrübesinden hareketle bir sömürge durumunu ve yerlilerin bu duruma tepkilerini açıklamaya gayret eder. Bu durum şöyledir; Sömürgeleşme belirtileri: bir azınlık tarafından kitle hâkimiyeti, ekonomik sömürü, paternalizm ve ırkçılıktır. Kolonizasyon süreci sonucunda ise Mannoni yerliler için üç seçeneğin varlığından bahseder. Bunlardan ilki; Kendi kültürü ile güçlü bağlar kurmaya devam etmek. (Bu durum genellikle bir şekilde asimilasyon ile sonuçlanmıştır.) İkincisi; Avrupalılara yönelik düşmanlık ve psikolojik çatışmalar yaşamak. (Yarı asimilasyon ile sonuçlanması muhtemeldir.) Son seçenek ise asimilasyonu gönüllüce kabullenmektir. Aslında Mannoni’nin önermeleri sömürgeci psikolojisiyle tam manasıyla örtüşmektedir. Prospero (Avrupalı büyücü efendiler) yerli halk üzerinde bir aşağılık kopleksi oluştururken, yerli Caliban’lar bağımlılık kompleksi ile hareket ederler. Mannoni, birçok akademisyen gibi sömürge ilişkilerini açıklamda Prospero ve Caliban figürlerini bir metafor olarak kullanmıştır.

Özellikle Mannoni’in eski bir öğrencisi olan Aime Cesaire, üstadı sömürge psikolojisini yorumlarken açıklamada kullandığı Prespero ve Caliban figürlerini burjuvavari ve içi boş kavramlar olarak atfetmiş ve kendisine olan aşırı güvenini eleştirmiştir. (Ayrıca Bkz: Discours sur le Colonialisme) Frantz Fanon ise Mannoni’in ırkçılık yaptığını açıkça dile getirmiştir. Mannoni’in en önemli eseri Türkçe’ye pek çevrilmesede öğrencisinin ki dilimize kazandırılmıştır. Cesaire’in ‘Barbar Batı Sömürgecilik Üzerine Söylev’ ya da ‘Sömürgecilik Üzerine Söylev’ (Salyangoz Yayınları-Doğu Kütüphanesi iki ayrı basılım) isimli kitabı Said için bile ‘Şarkiyatçılık’ daha yazılmadan önce bir başucu eseriydi. Cesaire’e göre sömürgeciliğin bumerang etkisi artıp bugün Batı’nın merkezlerini vurmaya başlamıştır. (Müslüman dünyada oluşan Batı karşıtı tepkileri hatırlayın.) Batı Medeniyeti hızlı bir şekilde çöküş sürecine girmiştir. Batı’nın üstünlüğü yalanı koca bir palavradan başka bir şey değildir. Üstün Batılı Devletlerin artık dünyevi cennetleri birer birer bir seraba dönüşmektedir. Avrupamerkezciliği babil kulesi gibi yıkılmaya başlamıştır. Kalpsiz bir medeniyet için çöküş kaçınılmazdır. Tarih böylesine kalpsiz medeniyetlerin çöplüğüdür sadece…

 Beyaz Arif Akbaş

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • takipçi , 25/10/2014

    kanalizasyondan bir farkı var mı bu işin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir