Postmodernizmin çıkış noktası modernizmin eksik kaldığı düşüncesidir. Çünkü modernizm sorunlu hale gelmiş, vaatlerini ve sorumluluklarını yerine getiremez olmuştur.
Modernizm, modern olanın geleneksel olana, yeni olanın eski olana, bilimsel olanın dinsel olana, nicel olanın nitel olana üstünlüğünü savunur. Comte’a göre modernizm, “din ve metafizik evrelerini geride bırakarak bilimi rehber edinme durumudur.”
Postmodernizm, modernist iyimserliğin sürüdürülebilirliğinin sorunlu hale geldiğini gösterir. Bunun nedeni dünya savaşları, nükleer silah yapımı, birinci ila üçüncü dünya ülkeleri arasındaki farkın giderek artması, zengin ve fakir arasındaki farkın büyümesi, modern durumlara bağlı olarak hastalıkların artması gibi sebepler sayılabilir. Bu saydıklarımızdan dolayı postmodernizm, modernizmin büyüsünün bozulduğunu, cazibesini yitirdiğini söyler.
Postmodernite; modernliğin ötekileştirdiği, geleneksel ve yerel olan yaşam tarzları ile dinsel, metafizik ve sezgisel bilginin yeniden önem kazanmasını sağlamıştır. Bu şekliyle iddialı değil mütevazı olmayı savunur. Kimliklerin, kültürlerin ve yaşam tarzlarının hep bir arada olmasını hedefler fakat bunların nasıl bir arada olması gerektiğini söyleyemez.
Postmodernizmin kaynağını Nietzsche’ye kadar götürmemiz mümkün. Nietzsche’nin modernliğin iyimserliğini ve modern insanın güvenilirliğini sorgulamasıyla postmodernizmin temellerini attığını kabul edilir. Nietzsche’den sonra Foucault, A. Toynbee ve D. Bell’i saymak mümkündür.
Lyotard, “Postmodern Durum” adlı eserinde modern terimini bir “meta” söylem olarak, postmodern terimini ise bu metaya inançsızlık olarak tanımlar. Lyotard’a göre postmodernizm bütüne savaş açıp farklılıkları kucaklamaktır.
Edebiyatta ise postmodernizm en fazla romanı etkilemiştir. Postmodern romanın temelinde metinlerarasılık, üstkurmaca ve çoğulcu bakış vardır. Bu romanın kurgusunda entrika ve gizem ön plandadır.
Metinlerarasılık, daha önceden yazılmış bir metnin şu anki yazılan anlatıya entegre edilmesidir. Bunun amacı kültürler arası kaynaşmayı sağlamak, sanatı seçkinlikten kurtarmak, türler arası sınırları kaldırmak diyebiliriz. Metinlerarasılıkta hedeflenen yeni metnin, eski metinlerlerle duygu, düşünce, ideoloji ve anlam bağını kurmaktır. Her metin kendinden öncekilerin izlerini taşır. Önceki metinlerin dünyası postmodern bir yazar için âdeta bir tavan arasıdır.
Üstkurmacayı, anlatı içine yerleştirilen başka bir anlatı olarak tarif edebiliriz. Yani bir roman okurken okuduğunuz roman kahramanı da farklı bir roman okuyorsa burada bir üstkurmaca var demektir. Üstkurmaca kavramı postmodern eserler için, dünyada ilk kez 1960’lı yıllarda William Gass tarafından kullanılmıştır. Üstkurmaca, metinlerarasılıklıkla birlikte, anlatının devamını sağlayan asıl unsurdur.
Romanda amaç anlam değil, anlatma edimini tartışmak olduğu için üst kurmaca teknik bir mesele olduğu kadar, vitrindedir de. Alıntı ve göndermenin temel amacı anlatıyı çok boyutlu ve ilginç kılmaktır.
Çoğulcu bakış açısı anlatının farklı kişilerin ağzından anlatmaktır. Bu bazen hâkim anlatıcı bazen kahramanın bazen de bir gözlemcinin dili olabilir. Bu çoğulcu bakış açısı, seçkinle avamı birleştiren, seçkinin içindeki avamı ortaya çıkaran bir yeniliktir.
Denilebilir ki Türk romanında tamamen biçime yönelik tartışmalar Orhan Pamuk’un romanları yayımlanmaya başlamasından sonra kendini gösterir. Postmodern romanın üstkurmacası metinlerarasılığı bağlamında Oğuz Atay’a hatta geleneksel fantastik hikâyemize uzanmak gibi çalışmalar bu tarihten sonra başlamıştır.
Modern ile postmodern edebiyat arasındaki farklara gelecek olursak, temelde edebiyatın bilinci değişmiştir diyebiliriz. On dokuz ve yirminci yüzyılın ortalarına kadar modern roman akılcı ve aydınlanmacı bir bilinçle kurgulanmıştır. Modern edebiyatta mistik konular işlense de akılcı bir köke bağlanır. Romanlar modernizmde hep bilinç düzleminde yer alır. Modern edebiyatta en önemli etmen fizik ve psikoloji alanındaki gelişmeler, yazarı, insan ve hayat ilişkisini bilinçaltında yoklamaya yönlendirir. Bilinçaltına uzanan romancı bütünüyle dışsal gerçeklikten kopmaz. Sorgulamalar, arayışlar eleştiriler bilinç-bilinçaltı arasında bazen yüzeye çıkar bazen derine iner.
Postmodern edebiyat, ise yirminci yüzyılın ortalarından itibaren modernizmin gerçeklerinden kuşku duyar. Modernizme olan inanç kaybı romandaki nedenselliği alt üst eder. Postmodernizm, modernist sisteme karşı koyacak bir merkez kuvvet bulamadığı için değerleri eşitleme yoluna gider. Fakat bu eşitleme göreceli gerçeklik kuralını aşarak ‘gerçeksizlik’ krizine yol açar. Böylelikle tarih ile tarih dışı, mekânla mekân dışı, dinî ile din dışı, ahlakla ahlaksızlık kısacası her şey birbirine karşı üstünlüğünü kaybederek eşitlenir. Bunun sonucu olarak anlatıda kişilerin gerçek konumları, toplumsal gerçeklikleri ve bireysel kimlikleri kaybolur.
Postmodern metinde kimseye bağlı kalmayan, hiçbir sorumluluk duymayan anlatılar vardır. Bu metinler doğrusal zamanda ilerleyemezler. Sanki zaman, mekân ve olaylar bu anlatıya boca edilmiş gibidir. Âdeta romanların kurguları bütün zaman ve mekânlarda dolanan gizemli bir zihin kurar. Gizem zaten postmodernliğin en önemli öğelerindendir.
Postmodern tarihi metinlerle modern tarihi metinler de farklıdır. Örneğin Namık Kemal’in Cezmi’sindeki, Kemal Tahir’in Devlet Ana’sındaki, Tarık Buğra’nın Osmancık’ındaki tarih, Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’sindeki tarihten oldukça farklıdır. Potmodernizmde biyografik, sosyolojik, psikanalitik nedenlerin yerini kurmacanın kendisi almıştır. Kurmacanın kendisi bir nedendir. Yani mana değil anlatım şekli önem kazanmıştır. Metnin kendisinin asıl olduğu, kendine yettiği, kurgusal gerçekliğin nesnel gerçeklikle bire bir bağlı olması gerekmediği anlayışı vardır. Bu da edebiyatta imkânının sürekli var olduğunu gösterir.
Postmodernizm modernizme bir tepki olarak, onun içinden doğmuştur. “Post” ta zaten sonraki, öteki anlamlarına gelir. Yani modernizmin bıraktığı yerden devam eder.
Postmodern edebiyattan 70’li 80’li yıllardan itibaren bahsedilmeye başlanmıştır. Eco’nun Gülün Adı, Foucault Sarkacı, Patrick Süskind’in Koku’su, Daniel Kelhmann’ın Dünyanın Ölçümü, Italo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’su, David Foster’in Sonsuz Şaka’sı dünya edebiyatında başlıca postmodern yazar ve eserleri arasında yer alır.
Bizdeki postmodernist yazarlar ve eserlerinin önde gelenleri ise şöyledir: Oğuz Atay – Tehlikeli Oyunlar, Tutunamayanalar, Korkuyu Beklerken, Orhan Pamuk – Benim Adım Kırmızı, Kara Kitap, Hasan Ali Toptaş – Bin Hüzünlü Haz, Metin Kaçan – Fındık Sekiz, Latife Tekin – Sevgili Arsız Ölüm, İhsan Oktay Anar – Puslu Kıtalar Atlası, Afrasiyab’in Hikâyeleri, Süreyya Evren – Kanlar Ülkesinde Karnaval, Ur Lokantası ve Postmodern Bir Kız Sevdim…
Postmodern Eserin Başlıca Özellikleri
Anlatıda boşluklar vardır ve bu boşluğun okurlar tarafından doldurulması gerektiği ortadadır. Roman kahramanları baştan sona gelişim içinde değildir. Parçalı anlatım hâkim olduğu için bütüncül bir anlatı evresi görülmez. Olay örgüsü belirsiz mekânları sever, tarihi dokuları ve konuları da sevdiği için egzotik konuları görmezden gelmez. İnsanı içine çeken ve cezbeden bir dil kullanılır.
Okuyucusundan belli bir kültür birikimi bekler. Yazarla okur bir oyun içindedir. Okur, yazarın şifreli dilini çözmeli ve anlamlandırmalıdır.
İronik tutum ve parodiyi öne çıkarmak revaçtadır. Yüzyıllık metinlerden parçalar kopararak onlarla bağını güçlendirmeye çalışır.
Karakterler net değildir. Ne zaman ne yapacakları belli olmaz. Olaylar bir yerden başlayıp bir yerde bitmez, silik yerleri vardır. Bu silik yerleri okur doldurur. Metnin belli bir konusu ve sınırı yoktur. Her şey bu anlatının konusu olabilir. Kuralsızlık bir kuraldır. Metinlerinde kurmacanın gerçek olmadığı hissettirilir. Okurla yazar sanki bir oyun içerisindedir. Klasik metinlerden kalma bilindik sonlar görülmez. Okuru şaşırtan, şoke eden, yanıltan, tuzağa düşüren ve oyun oynayan sonlar dikkat çeker.
Kahraman oldukça pasiftir. Çünkü tek bir karakterin ön plana çıkması anlatı mantığına terstir. Metinde bütün kişiler aynı öneme ya da önemsizliğe sahiptir. Bu da kahramanları farklı ve anormal bir yapıya büründürür.
Figürlerin fiziki ya da psikolojik durumları genelde verilmez, hatta isimlerinin de bir önemi yoktur. Amaç okuru esere dâhil etmektir.
Eskiyi çöpe atmaz. Eski metinlerin sanki farklı bir uzantısıdır. Hatta esinlendiği metinlerden iz taşır. Örneğin Orhan Pamuk Kara Kitap’ını Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ından esinlenerek yazmıştır. Kara Kitap’ta Hüsn ü Aşk’tan öğeler de yer alır. Şeyh Galib’in adı romanın kahramanı Galip’te yaşar. Hüsn ü Aşk’ta bir diyar adı olan “Diyar-ı Kalp”, Kara Kitap’ta Şehri Kalp Apartmanı olarak geçer. Yani postmodernistler köklerine bağlıdır.
Dil için hiçbir kural geçerli değildir. Neyi anlatacağızdan çok nasıl anlatacağız sorusu ön plandadır. Bundan dolayı da dille sürekli bir oynama, dilin imkânlarını zorlama söz konusudur.
Karma zevk anlayışına hitap etmesi, elit kesimle halk arasındaki uçurumu kaldırması bakımından postmodern roman günümüz popüler romanları arasındadır. Kalıcı olmak istemez. Kalıcılıktan ziyade sürekli değişim ve yenilenmeden taraftır.
Derleyen: Mehmet Dumlupınar
Bu metin, Ketebe Yayınları’ndan çıkan “40 Soruda Postmodern Edebiyat” adlı kitaptan yararlanılarak oluşturulmuştur.
2 Yorum