Kimin Tarihi, Neyin Tarihi?

Tarih ne anlatır? Bir şeyler anlatır bize, anlatır ama anlatanın bakış açısıyladır çoğu zaman bu süreç. Bayraklı, bu soruyu cevaplarken özellikle bir olayın nakledilme şeklinin çok şeyi değiştirdiği üzerine odaklanıyor. Aynı kavgayı izleyen iki kişiden birini dinlersin, döveni haklı bulursun; diğerini dinlersin, dayak yiyeni haklı bulursun. Tarihi de çoğu zaman dövenler yazar. Eflatun’a sormuşlar, doğru nedir diye, “Doğru, güçlü olanın söylediği şeydir.” demiş. Bu durum sanıyorum ki çoğu zaman tarih anlayışı için de geçerlidir.

Davut Bayraklı, söz konusu duruma dair birçok ilginç örnekler de veriyor. Mesela Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti ele alınırsa şöyle bir durumla karşılaşıyoruz: Batılılar bize sömürgeci diyorlar, biz de kabul etmiyoruz. Bununla ilgili güzel bir tespiti geçenlerde vefat eden tarihçimiz Halil İnalcık yapmıştı. Gazetelerdeki son söyleşilerinden birisinde: “Osmanlı İmparatorluğu uydurma bir laftır. Osmanlı kendine imparatorluk demedi, ‘Devlet-i Aliye-yi Osmaniye’ dedi. Yani ‘Yüce Osmanlı Devleti.’ Aliye’nin a’sını da uzatmadan söyleyeceksiniz.” (Hürriyet) Burada İnalcık ve Bayraklı’nın aynı minvalde konuştuğunu düşünüyorum. Yazar, bizim bu emperyal durumu kabul etmediğimizi, örnek olarak da yönettiğimiz ülkelerdeki insanların hâlâ Türkçe bilmemelerini gösterdiğimizi şu cümlelerle ifade ediyor: “Mesela Afrika’nın neredeyse yarısı İngilizce, diğer yarısı da Fransızca konuşuyor. Ama Sırplar hem Hıristiyanlıklarını koruyorlar hem de Türkçe bilmiyorlar. Bu binlerce Türk tarihçiye göre sömürmediğimizi kanıtlıyor. On binlerce Batılı tarihçi içinse hiçbir anlam ifade etmiyor. İngilizlere sorarsan Çanakkale Savaşı yüzünden Birinci Dünya Savaşı iki yıl uzadı ve yüzbinlerce insan boş yere öldü. Bunun sorumlusu da Türkler!”

Konuşan Tarih’in Cevapları

Orta Çağ Dönemi, Osmanlı’nın nasıl durdurulacağı, Fransız Devrimi’nin bir burjuva devrimi olup olmadığı, İstanbul’un kurtuluşu, Sultan Abdülaziz Suikastı, Almanlarla niçin ittifak ettik, Srebrenitsa Soykırımı, bir Osmanlı aydını İbrahim Müteferrika, kitaptaki konulardan sadece birkaçı. Sosyal medyada, arkadaş ortamlarında, üniversite kantinlerinde her an açılabilecek başlıca tartışma konularına yönelik cevaplar, bu çalışmada fazlasıyla yer alıyor. Kitaba takdim yazan Mümin Munis, eserin farklı bir yönüne daha dikkat çekiyor: “Bilgi ve belge yığınları arasında ideolojik tartışmalara gömülürken tarihin esas fonksiyonunun göz ardı edilmesi de zihnimizdeki tarih felsefesi ile ilgili boşluğu doldurmadığımızı açıkça göstermektedir. Bayraklı’nın eseri, tarihi hadiselerin nasıl değerlendirilmesi konusunda farklı ve derin bir bakışı, orijinal bir üslupla ele almaktadır. Hem çalışmanın gerekliliği hem de yazılanların üslup ve tarzı bakımından bu çalışmanın diğerlerinden ayrılacağına şüphe yoktur.”

Sermayenin Zincir Kırma Cezası: Darbeler

Konuşan Tarih kitabındaki bana göre en ilginç bölümlerinden birisinde, darbeler konusuna değinilmiş. Bayraklı’nın bu konuda söylediği, meselenin yalnızca Amerika meselesi olmadığı konusudur. “Bugün Amerika, dün İngiltere, yarın Fransa! Gerçekteyse tam adı sermaye… Yani dünyada sermayeyi elinde tutan kesimin avucunun içine aldığı ve politikalarına yön verdiği devletler. Sermaye, bu devletleri kullanarak diğer devletlere sızıyor ve ne zaman birileri bu zinciri kırmaya kalkışsa sermaye, o devlet içindeki uzantılarını harekete geçiriyor.” (s.41) Türkiye’de yaşanan son olaylar ve darbe girişimi, bu konunun vahametini gösteriyor. Niçin bu işlerin başımıza geldiğinin de cevabı sanırım bu oluyor. Türkiye zincirlerini kırmaya çalıştıkça dünyadaki sermaye odakları bundan fazlasıyla rahatsız oluyorlar.

Yazar, 1960 darbesini de güzel ve özet bir şekilde açıklamış. Adnan Menderes, ABD başta olmak üzere, başlangıçta Batı’nın desteğine sahipti. Tek parti politikalarının kapalı yapısı kırılacak, Türkiye dünyaya daha fazla açılacaktı. Bu Türkiye için de bir ihtiyaçtı aslında. Dünyadaki gelişmelerin gerisinde kalıyorduk giderek. Bir açılım lazımdı ama bunun riski de Batı sermayesinin avucuna düşmekti. Ne var ki artık bu açılım kaçınılmaz olmuştu. Menderes iktidara geliyor ve Batılılarla ilişkiler iyileşiyor. Ancak kaçınılmaz şey gerçekleşti. Batılılar Türkiye’yi giderek daha fazla kontrol etmeye başlıyor, buna karşı doğal bir refleks harekete geçiyor ve işi dengelemek için Sovyetler Birliği’yle ilişkiler geliştirilmeye çalışılıyor. Sonra darbe geliyor. Bayraklı, darbenin tek sebebinin bu olmadığını fakat bizim için belli periyotlar halinde bu sürecin tekrarlanmasının adeta bir kanun haline geldiğini belirtiyor. Ne var ki 15 Temmuz akşamı ilk defa iki yüzyıllık darbeler geleneğinden ve zincirlerimizden kurtulduğumuza inanıyorum. Bu sefer halk darbecilere geçit vermemiştir. Bu yönüyle asıl şimdi tam anlamıyla bir millet olduğumuzu düşünüyorum.

Arif Akbaş

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir