Künye: Kesin İnançlılar – Kitle Haretetlerinin Anatomisi, Eric Hoffer, Çev: Erkil Günur, Tur Yayınları, 3. Baskı, 1978 İstanbul.
***
Gerek Fransız, gerekse Rus devrimlerinin birer milliyetçi hareket haline dönüşmüş olmaları göstermektedir ki, modern çağda milliyetçilik, kitle heyecanının en yoğun ve en sürekli kaynağıdır ve devrimci heyecanın başlatmış olduğu büyük değişiklikler zincirine son verilmek isteniyorsa, milliyetçi heyecanın önü alınmalıdır. (s. 11)
Siyonizm, geri kalmış bir ülkenin yeniden onarılması ve kafa işçilerinin birer kol işçisi, çiftçi ve asker haline getirilmesi için kullanılan bir araçtır. (s. 12)
Her ne kadar değişiklik isteği çoğu zaman derinliği olmayan bir içgüdüyse de, bu isteğin derinliklerine kazı yapmak kitle hareketlerinin içyapısına bir ışık tutabilir. (s. 12)
“İnsanlarda, kendi varlığını şekillendiren güçleri genellikle kendi dışında arama eğilimi vardır.” (s. 12)
Hoşnutsuzluk, değişim isteği yaratmaz. Hoşnutsuzluğun muhalefete dönüşmesi, bireyin kendini güçlü hissetmesi sonucu gerçekleşir. (s. 13)
Çevreleri tarafından korkutulmuş kişiler, durumları ne kadar kötü olursa olsun, değişiklik düşünmezler. (…) Bunlar dünya önünde kendilerini mutlak yetkisi olan bir jüri önündeymiş gibi hissederler. (s. 13)
Geleceğe olan inançla birleşmemiş güç, yeniliği önlemek ve mevcut düzeni korumak için kullanılır.(…) Umutlu kimse, en garip kuvvet kaynaklarından bile etkilenebilir. Örneğin bir slogan, bir kelime, bir simge gibi. Geleceğe ait büyük nimetler vaat eden öğeler taşımadığı sürece hiçbir inanç güçlü değildir. (s. 14)
Umutlar ve hayaller sokaklara yayıldığı zaman, pasif kişilerin kapılarını kilitleyip kepenklerini indirerek öfkeler dininceye dek saklanmaları yerinde olur. Çünkü umutlar ne kadar asil de olsalar, aralarında akıl almaz uyumsuzluklara sık sık rastlanır. (s. 16)
Kişilerin değişikliğe koşmaları için mevcud düzenden hoşnut olmamaları gerekir. Ve ayrıca güçlü bir öğretiye, yenilmez bir bilgi kaynağına sahip olduklarına inanmaları gerekir. Giriştikleri büyük hamlenin başarılmasında karşılaşılacak güçlüklerden habersiz olmaları gerekir. Deneyimli kişiler, bu işler için birer engeldir. Fransız Devrimini başlatan kişiler, siyasi tecrübeden tamamen yoksun kişilerdi. Tecrübeli bir kişi bu işe sonradan katılır. Bu kişi, hareket tutunduktan sonra harekete dâhil olur. (s. 16)
Kitle hareketinin taraftar çekmesi, kişisel yükselme arzusuna cevap vermesinden değil, kişilerin kendinden kurtulma arzusunu tatmin edebilmesindedir. (s. 16)
Hayal kırıklığına uğramış kişi için bir kitle hareketi ya bütün benliğin değişmesi imkânını sunar ya da kendi kişiliğinde kaynağı bulunmayan fakat yaşam için gerekli amaç, övünme, güven, umut ve değer gibi nitelikler vaat eder. (s. 17)
Hitler’e göre, “bir hareket ne kadar çok makam tesis eder ve mevki dağıtırsa o kadar daha düşük nitelikteki kişileri kendine çeker ve sonunda bu siyasi askıntılar başarılı bir partiyi öylesine sararlar ki, başlangıçtaki hareket, artık ilk idealistler tarafından tanınmayacak hale gelir… Bu durumda hareketin amacı kaybolmuştur. (s. 17)
Bir insanın kendine olan inancı ne kadar zayıfsa, ulusunun, dininin, ırkının veya inandığı kutsal amacın mükemmelliği yönündeki iddiası da o kadar güçlüdür. Bir insanın işi meşgul olunmaya değerse, o insan kendi işiyle meşgul olur. Fakat işini meşgul olmaya değmez buluyorsa, aklını işinden ayırarak, başkalarının işiyle iştigal eder. (s. 17)
Başkalarına karşı kutsal bir görevimiz olduğu düşüncesiyle içimizi yakan inanç, aslında boğulmakta olan nefsimizin en yakında yüzen can yeleğine tutunması gibidir. Elimizin yardım etmek için uzanması gibi görünen hareket, genellikle aziz canımızı kurtarmak üzere tutunmak için elimizin uzanmasıdır. Kutsal görev ortadan kaldırılırsa geriye zayıf ve anlamsız bir hayat kalır. Hiç şüphe yok ki, ben merkezli hayatımızı bencil olmayan hayatla değiştirmek yoluyla nefsimize karşı büyük bir saygı kazanırız. Bencil olmamanın verdiği gurur, en alçakgönüllüler için bile eşsizdir. (s. 18)
Bir kitle hareketinin en güçlü çekiciliği, kişilerde geleceğe bağlı umut yaratmasıdır. Bu çekicilik, özellikle gelişme düşüncesiyle dolu olan bir toplumda daha etkindir. Gelişme düşüncesine sahip kişiler için yarına ait bir umut beslenemediği takdirde, yaşanacak hayal kırıklığının etkisi de daha şiddetli olacaktır. (s. 18)
Kendini adamanın, sadakatin ve manevi teslimiyetin her çeşidi, değersiz varsayılan hayata anlam katma amacı taşır. (…) Nefsimize bir dereceye kadar inancımız olabilir, fakat ulusumuza, dinimize, ırkımıza veya kutsal amacımıza duyduğumuz inanç aşırı ve uzlaşmaz olmak zorundadır. Kişinin kendini yeni bir kişi haline getireceği amaca gevşek bir şekilde sarılması, onu unutmak istediği kendi kişiliğinden ayırmasına yetmez. Uğrunda canımızı vermeye hazır olmadığımız bir amacın, hayatımızı değerli kılacağından emin olamayız. (s. 19)
Atılanlar ve itilenler, çok kere bir ulusun geleceğinin hammaddesini oluşturmuşlardır. İnşaatçının beğenmeyerek kenara ittiği taş, yeni bir dünyaya temel olmaktadır. Ayak takımı olmayan ve isyankâr bireyleri bulunmayan bir ulus sakin, düzenli, hoş ve nezihtir fakat doğacak yeniliklerin tohumundan yoksundur. Avrupa ülkelerinde toplumu rahatsız eden kişilerin bir okyanusu aşarak yeni bir kıtada, yeni bir dünya kurmaları tarihin bir cilvesi değildir. (s. 24)
İnsanları isyana teşvik eden şey fiilen çekilen sıkıntı değil, daha iyi şeylerin tadını almış olmalarıdır. (s. 27)
Bir insan kendisine bir mevki sağlayacak yeteneğe sahip değilse, özgürlük onun için sıkıcı bir yüktür. Yeteneksiz olan bir kişi için seçme özgürlüğünün faydası ne olabilir? Bir kitle hareketine, kişisel sorumluluğumuzdan kaçmak için veya ateşli bir genç Nazi’nin dediği gibi; “özgür olmaktan kurtulmak için” katılırız. (s. 28)
Renan’a göre “fanatikler, ölümden çok, özgürlükten korkarlar.” (s. 29)
Kendi hayatlarını bozulmuş ve ziyan olmuş görenler, özgürlükten çok, eşitlik ve kardeşlik ararlar.
Fanatiklerin en ateşlileri genellikle, doğuştan gelen kusurları nedeniyle veya dış çevre koşulları sonucunda kendilerine güvenlerini kaybetmek zorunda kalmış bencil kişilerdir. Bu kişiler, bencilliklerinin kusursuz yönlerini yetersiz kişiliklerinden ayırıp bunu herhangi bir kutsal amacın hizmetine kanalize ederler. İçine büründükleri kimlik her ne kadar bir sevgi ve alçak gönüllülük taraftarlığı şeklinde görünürse de, bu kişiler için sevmek ve alçakgönüllü olmak imkânsızdır. (s. 42)
Tuhaftır ki, gerek haksızlık yapan, gerekse haksızlığa uğrayan kişi; gerek günah işleyen gerekse üzerinde günah işlenen kişi, bir kitle hareketine katılmakla kendini lekeli hayatından kurtulmuş gibi hisseder. Gerek pişmanlığın gerekse haksızlığa uğramışlık duygusunun, insanları aynı yönde güdülediği görülmektedir. (s. 44)
Kişinin, işkenceyle veya yok edilmeyle karşı karşıya kaldığında kişisel gücüne güvenmesi imkânsızdır. Onun tek güç kaynağı kendi kendisi olmak değil, güçlü, görkemli ve yıkılmaz bir grubun parçası olmaktır. Bu açıdan bakıldığında inanç (iman) genellikle bir kimlik kazanma işlemidir ve bu işlemle kişi, kendi kendisi olmaktan vazgeçerek ölümsüz bir şeyin parçası olur. Bir dinin, ulusun, ırkın, siyasi partinin veya ailenin kaderine olan inanç, insanlığa olan inanç, gelecek nesillere olan inanç, yok edilme durumuyla karşılaşmış olan benliğimizi bu ölümsüz şeye bağlamaktan başka bir şey midir? (s. 50)
Şöhret genellikle bir aktör-seyirci ilişkisi mahiyetindedir. Etrafta bize bakan seyirciler bulunduğu açıkça belli değilse, şöhret için çaba sarf etmeyiz. (s. 52)
Kitle hareketi “şimdi” ile meşgul olmaya başlamışsa, bu onun artık amacına ulaşmış olduğunun göstergesidir. Bu durumda o artık bir hareket olmaktan çıkar ve kurumsallaşmış bir örgüt olur. (s. 68)
Nefretin derinliğinde nefret ettiğimiz kişileri taklit etme eğilimi vardır. Böylece her kitle hareketi zamanla kendini nefret ettiği özel düşmanına benzer duruma getirir. Fransa’da Jakobenler, zulmüne karşı ayaklandıkları yönetimin bütün kötülüklerini kendileri de tekrar etmişlerdir. Zulme uğrayan kişilerin, hemen hemen her zaman, kendilerine zulmedenlere benzediklerini görmek hayret vericidir. (s. 74)
Aktaran: Ertan Babacan