Kahveler Kitabı

Künye: Kahveler Kitabı, Salah Birsel, Sel Yayıncılık, 2003, 278 sayfa.

***

“Kahveler, edebiyatçıların bir ikinci kişiliğidir. Ziya Paşa oraya gelir, şiirler yazar ve gider. Namık Kemal, Ebuzziya Tevfik, Muallim Naci, Ahmet Rasim, Neyzen Tevfik, Halit Ziya, Abdülhak Hamit, Süleyman Nazif, Yakup Kadri, Abdülhak Şinasi, Ahmet Hamdi, Halit Fahri gelir, konuşur, alkış alır ve gider.” (s. 7)

“Kahvelerdeki gizli yaşamı anlamışlardan biri de Sait Faik’tir. Haftalık Yedigün dergisinin 14 Ağustos 1948 günlü sayısında “Kıraathaneler” adıyla yazdığı yazıda Sait, Ertem’i de gerilerde bırakır ve kahvelere, kıraathanelere “üniversite” damgasını yapıştırıverir. Hem de hiç dur durak dinlemeden. Ona göre bu dekansız, doçentsiz, bütçesiz, fakültesiz ve yüzde yüz bağımsız üniversiteler insanların nabzının ne yolda olduğunu, hızlı mı atıyor, yoksa atışta hoplamalar mı var, şipşak ortaya koyar.” (s. 22)

“Kimi kahvelerde de bu gibi konuşmalarla vakit öldürülmez kitap okunur. Çokluk da müşterilerden biri okur, ötekiler dinler. Kahveci kitap okuyan müşteriden de kahve parası almaz. İkide bir kahveci çırağı da kahvenin şurasına burasına konulmuş yağ mumlarının fitilini özel makasıyla kesmek için peykeleri dolaşır. Okunan kitaplar daha çok Kan Kalesi, Hamzaname, Battal Gazi gibi şeylerdir. Kahveci onları Sahaflar’daki kitapçılardan kira ile alır.” (s. 33)

“Savaş yıllarında şeker sıkıntısı baş gösterince burada çaylar da kuru üzümle içilmeye başlanmıştır. Üzümler iyice yıkanır, kurutulur ve küçük torbalara yerleştirilir. Yanında şekerini getiremeyenler bu torbalardaki sakız gibi üzümden birkaç tane alır çiğner, sonra çayını yudumlar.” (s. 117)

“Başta kahve sahibi olmak üzere burada herkesin takma adı da vardır. Ve de herkes bir sınıfa ayrılmıştır. Çoğunluk “Esafili Şark” sınıfındandır. Bunlar kültürden, uygarlıktan sadece kendi günlük yaşayışlarına yarayacak olanı alan ve bilime sanata arka dönmeyi yeğleyen kişilerdir. Güldürücü şeyler üzerinde de çokça dururlar, gülme ve güldürme sanatına yaşamın amacı gözüyle bakarlar.” (s. 140)

“Ramazanlarda çalgılı kahve yapmak İstanbullulara özgü bir alışkanlıktır. Gerçi bu alışkanlığın Selanik’te ortaya çıktığı, İstanbul’a da ordan geldiğini söyleyenler de vardır, ama bunun İstanbul’daki tulumbacılık dünyasının bir gösterisi olduğunu kabul etmek daha doğrudur.” (s. 148)

“Meddahlık en çok III. Murat çağında almış yürümüştür. III. Murat’ın Eğlence adında bir meddahı vardır. Ama Eğlence’nin dinlemediği öyküsü kalmamıştır. Bir gün kendisine başka bir meddah bulunmasını buyurur. Cenani adında bir meddaha haber salarlar. Cenani, Padişahın karşısına çıkmadan öykülerini bir güzel yazdırır, sonra da sayfaların çevresini yaldızla süsletmek için bir tezhipçiye gider. Bunu duyan Eğlence -hadi masal bu ya diyelim- tezhipçiyi kandırır. Öykülerin topunu öğrenir. Onları padişaha gidip anlatır Cenani, öykülerini III. Murat’ a sunduğu zaman da umduğu ilgiyi bulamaz.” (s. 186)

“Esrar kahveleri çok pis, çok murdar yerlerdir. Tavanlar isle kaplanmış, duvarlar örümcek bağlamıştır. Kahvelerin camları hiç silinmediği için, gündüz bile buradan ışık sızmaz. İğrenç kokular da saçan bu kahvelerin içerisinde birkaç kerevetten, bir kırık su testisinden, paslı bir tastan ve mıcırla yanan bir mangaldan başka bir şey bulunmaz. Kahvelerde barınan esrarkeşlere “Kıdemli Dede” denir.” (s. 190)

“Mahmutpaşa Camii avlusundaki kahveye yaz ayları, hemen hemen öğleden sonra gelinir. Çokları satranç, dama gibi oyunlar da oynanır. Kış aylarında ise sabahları gelenler olur. Kahvenin özelliği yazarlar, ozanlar, bilginlerden başka kimseye açık tutulmamasıdır. Ama bunların tanışları, dostları da kabul edilir. Ebüzziya’nın demesine göre kahve yüzyılın sonunda kapanmıştır.” (s. 203)

“Sultanahmet’te tam köşedeki kahveyi canlandıran, orayı edebiyatçıların uğrağı haline getiren Hasan Ali Yücel olmuştur. Yücel buraya “Akademi” adını verir. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, ressam Zeki Faik İzer, ressam Elif Naci, Ahmet Kutsi Tecer, Yunus Kanım Köni buraya sık sık gelirler. Hilmi Ziya Ülken’le Emin Ali Çavlı, arkadaşları Servet’le burada uzun felsefe tartışmalarına girişirler.” (s. 233)

“Kadıköy Vapur İskelesi’nin karşısındaki Acem’in Kahvesi de Ahmet Haşim’in kahvesidir. Haşim burada yazar olmayan kişilerle çene yarıştırarak çay, kahve ve nargile içmeyi çok sever. Kahvede rastladığı bu yabancı kişilerle kimi zaman tavla attığı bile olur.” (s. 244)

“Orhan Kemal’in bahtı pek açık değildi. Son zamanlarda sık sık kitap çıkarmaya başlamıştı. Bir gün ona sordum. ‘Bu yoğun çalışmayı hangi saatlere sığdırıyorsun’ dedim. Sabahın saat beşinde başlayıp onunda bıraktığım, böylece sokakta, iş yerlerinde dolaşabilecek boş saatler avlayabildiğini söyledi. Geçinip geçinemediğini sorunca, çıkık, zeki alnında üzgün çizgiler belirdi. O günler onun oldukça kara günleriydi. Piyasada birkaç tutmuş kitabı olduğu halde meteliksizdi. Evce sıkıntı çekiyordu. Yazdığı romanları sürecek gazete bulamıyordu.” (s. 267)

Aktaran: Cenk Baran

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir