Kasım Şulul, İzmirli Kâfiyeci’nin “el-Muhtasar fi İlmi’t-Tarih” eserinin, tarih alanında bilinen en eski metodolojik risale olduğunu dile getirir. Bu eser, İbn Haldun, Sahavi, Suyuti, Heratlı Mirhond, Miskeveyh ve Sübkî gibi tarih ve tarih bilinci üzerine düşünce üreten pek çok âlimin eserinden farklı olarak ilk olma özelliği taşır. Sistematik bir mantık örgüsü içindeki risale, tarih kavramını fıkıh temelli bir zeminde tartışmasıyla Müslüman düşünce geleneğinde özgün bir akıl yürütme örneği teşkil eder.
Kâfiyeci, tarih kavramını fıkhın da yardımıyla evrensel düşünce seviyesine çıkarır. Bu çerçevede genel tarih ve tarihçilik tanımı yapmaya çalışır. Eserinde tarih, zaman, güneş ve ay yılı, ay, gün ve saat kavramlarını tartışırken; tarih kelimesinin kökenini, Hicrî takvimin ortaya çıkışını, farklı takvim türlerini, tarih biliminin konusunu ve metodolojisine duyulan ihtiyacı detaylı bir şekilde ele alır. Ayrıca tarihçinin sahip olması gereken nitelikler üzerine de kapsamlı bir değerlendirme sunar. Kâfiyeci, tarihin felsefi boyutunu varlık açısından ele alarak ve diğer ilimlerle ilişkilendirerek, tarihin vazgeçilmez bir bilgi türü olduğunu yargısına varır.
Kâfiyeci’nin düşüncelerini anlamak için el-Muhtasar fi İlmi’t-Tarih eserindeki bazı görüşlere bakabiliriz. Kâfiyeci, tarihin, “fıkıh, nahiv ve beyan gibi” bir ilim olduğunu söyler. Ona göre, yaratılıştan kıyamete kadar geçen sürede yaşananların en güzel şekilde bilinmesi için herkesin tarih ilmini belirli bir seviyede öğrenmesi gerekmektedir.
Kâfiyeci, tarihin faydalarını açıklarken de şu ifadeleri kullanır: “Şerefli tarih ilminin usûl ve kaideleri vasıtasıyla cüzî hâdiseler makul bir şekilde kavranır. Şayet tarih ilmi olmasaydı, tarihte rasgele konuşulur, doğrusu yanlışından ayırt edilemezdi. Tarihî olaylar arasında kör veya görmesi zayıf bir deve gibi gezinilir ve gecenin zifiri karanlığında odun toplayan bir adamın durumuna düşülürdü. Tarih ilmi, tarihin konusu olan hâdiselerin değerlendirilmesi için bir kanun, bir tartı, bir mihenk ve bir ölçü olur. Şayet hâdiseler bu tartı ile tartılırsa, ayarı sağlam, basiret ve düşünce sahiplerinin yanında muteber olur. Bu nedenle tarih ilmi, tedvini hak eder.”
Kâfiyeci, herhangi bir olayın tarihi yazılırken tarihçi için beş husus olduğunu ifade eder:
– Olaylara bizzat şahit olma.
– Bilgi ve kesinlik derecesine ulaşma.
– Zann-ı galip (baskın zan) ile değerlendirme yapma.
– Karşıt görüşlere tarafsız bir şekilde yer verme.
– Bu dört durumun dışından dâhil olan bir başka etken.
Hafızayı diri tutmanın, geçmişteki başlangıçları ve değerlerin sürekliliğini hatırlamanın tarih yazımı açısından önemine değinen Kâfiyeci, geçmişi hatırlamanın yalnızca bugünkü eylemlerin belirleyicisi olmadığını, aynı zamanda eylemin kökeni ve faili ile varoluşun bir parçası olduğunu belirtir. Öte yandan, özellikle peygamberler tarihine yönelik haberlerde rasyonel delile dayanmayan anlatıların ibret ve Allah’ın azametini idrak bakımından faydalı olduğunu ifade eder. Ancak haberlerin rasyonelliği kadar, bu haberlerin ulaştığı öznenin idrak ve değer durumunun da dikkate alınması gerektiğini vurgular.
Kâfiyeci, tarih yazımında tarihçinin rolünü iki temel amaca dayandırır: Aslî amaç ile tâlî amaç. Aslî amaçta tarihçinin temel görevi, güvenilir bir yöntemle insanın kaydını tutmaktır. İnsan, tarih yazımının merkezindedir; dolayısıyla onun hayatı, eylemleri, düşünceleri ve toplumsal gelişimleri, tarihçinin birinci önceliğidir. Bu amaç, Kâfiyeci açısından tarihin insan deneyimini anlamaya çalışan dolayısıyla bilince taalluk eden bir disiplin olduğunu ortaya koyar.
Tâlî amaçta ise tarihçinin ikinci görevi, insanla bağlantılı olan doğa, sanat ve kültür ve benzeri unsurların kaydını tutmaktır. Bu unsurlar, insan hayatını çevreleyen ve şekillendiren faktörler olarak değerlendirilir. Bu yaklaşım, tarihin yalnızca insan merkezli bir anlatı olmadığını, insanın çevresi ve ürettiği kültürel değerleri de içerdiğini gösterir.
Kâfiyeci’nin tarih anlayışı, yalnızca kronolojik olayları veya kişileri kaydetmekle sınırlı değildir. O, tarihin insanı ve onun yaşamını çevreleyen bağlamı bütüncül bir şekilde değerlendirmesi gerektiğini savunur. Bu yaklaşımı, Aydınlanma’dan dört yüz yıl önce dile getiren Kâfiyeci, tarih biliminin disiplinler arası bir bağlamda ele alınması gerektiğini ifade eder. İnsanın anlam arayışını tarih ile ilişkilendiren bir bakış açısına sahip olduğundan diğer ilimlerin tarihe faydasını da gündemde tutar.
Kâfiyeci, tarihin önemini şu şekilde ifade eder: “Tarih, hakikate götüren yoldur”. Bir diğer ifadesi işe şöyledir: “Tarih, edibin süsü, akıl sahibinin dayanağı, devlet adamının yardımcısı ve destekçisi, zeki kişinin hazinesidir”.
Bu ifadeler açısından baktığımızda tarihin yalnızca bir bilim değil, aynı zamanda insan aklını, toplumsal düzeni ve değerleri şekillendiren temel bir unsur olduğu görülüyor. Bu bakımdan Kâfiyeci’nin tarih anlayışı, insan merkezli bir yaklaşıma dayanırken aynı zamanda tarihi, çevre ve kültürel değerlerle ilişkilendirerek disiplinlerarası bir bütünlük içinde ele alır ve bu yaklaşımıyla, tarih biliminin önemine dair yalnızca İslam düşünce geleneğine değil, evrensel düşünceye de katkı sağlar.
İbrahim Orhun Kaplan