Künye: İsyan Ahlâkı, Nurettin Topçu, Dergâh Yayınları, Nisan 2014, İstanbul.
***
Evrensel nizamın dışında gerçek ahlâklılık yoktur. Bilim, vatan, sanayi, devletin selâmeti, bunların hepsi de ahlâkî bakımdan aynı derecede iyiliğe veya kötülüğe yol açabilirler. Hareketini evrensel ölçüye vurarak ve kendi hareketiyle evreni kucaklayarak orada kendi bilgisini araması, işte insanın ahlâkî davranışı bu şekilde olmalıdır. (Sf. 31)
Hareketi evrensel nizama iten, insanî endişedir. Tıpkı hareket gibi, düşünce de bu endişeden doğmaktadır. Bu evrensel sorumluluk, ruhî hayatımızı teşkil eden bir inanç hayatı içerisinde ortaya çıkmaktadır. Endişe ile beslenen ruhî hayat, kendisini doğuran endişeyi de daimî surette artırır. (Sf. 35)
Kavramcılara göre bilimin görevi, tabiatı düzenlemektir. Bu ifadeden zorunlu olarak şu çıkıyor: Aklî bir hakikati bilim yaratıyor. Fakat aklî olan tamamiyle ruhî değildir; tam anlamıyla gerçek de değildir. (Sf. 49)
Hürriyet tarifimizi engelleyen şey şudur: Onun bağlı olduğu sebepliliği bilemiyoruz ve sebepten sonuca geçişi kavrayamıyoruz. (Sf. 58)
Gerçekten, hürriyet bir güç ise, yöneleceği istikameti kendi belirlemesi gerekir. Yok eğer bir güç değilse makina hareketlerine indirgenir. (Sf. 64)
Bize göre, devlet gücünün artması, sosyal karmaşıklığın bir sonucudur. Devlet, sosyal yapı genişleyip daha karmaşık hâle geldikçe, o nispette hem bağımsız hem de baskıcı olur. (Sf. 87)
Kendi konusu ile özdeşleşen, bütünüyle kişiye ait oluşunun tasdikine ulaşmak için hareket hâline gelen bir düşünüş tarzı vardır. Bu, gerçek ve müşahhas varlık içerisinde evrensel olabilen bir düşünce tarzıdır. Biz buna “inanç” diyoruz. (Sf. 104)
İnanç, bir kaynaşmanın, zıddıdır. Fakat o, saf ve basit bir ayırt ediş de değildir. Bu başkasında yaşarken, aynı zamanda tamamiyle kendisi olmaktır, daha ziyade başka varlıkları bizzat kendisinde yaşatmaktır. O, varlıkların benlik de özümsenmesi, benlik tarafından benimsenmesi, o “birlik içinde ayrılık”tır. İnanç, somut ve birleştiricidir. O, faaldir ve ancak hareket ederken gerçekleşir; bu, bir hareket hâlindeki bilgidir. (Sf. 120)
Bizim inanç adını verdiğimiz gerçek bilgi, benliğin eşya ile temasında var oluşun delilidir. Bu, iradenin tabiat ve kendi mukadderatı önündeki imtihanıdır. (Sf. 132)
Eğer inanç iletilebilir olmasaydı ve doğduğu fertte ebediyen kapalı kalsaydı ne insan toplumu olurdu, ne de medeniyet. (Sf. 135)
Varlığın sahip olduğu bütün kuvvetlerle kendisinden başka birine kendini teslim etmesi anlamında îman, aşkla aynidir. (Sf. 142)
Biz okuyucular veya dinleyiciler, bir tesadüfle karşılaştığımız bir sanat eseri karşısında titremekteyiz. Fakat sanatkâr, eserini yaratan heyecanı tesadüfen bulmuş değildir. Bu heyecan bu hâliyle onun tarafından istenmiş ve aranıp bulunmuştur; bu demektir ki, kendisinde sanattan önce gelen bazı şeyler, sanat aşkından önce bulunan bir aşk vardır. Buradan şu sonucu çıkarabiliriz: Sanat eşyada değil, insandadır. (Sf. 148)
Benliğin âlemin özünü teşkil ettiği ve dünyada geri kalan her şeyin ârızî olduğu anlayışı sebebiyle gururda benliğe tapınma vardır. Bu bir çeşit benlik dinine göre benliği kayıtlarla bağlayan sosyal hâl, bir gerileme, bir düşüştür. Zire benlikte hürriyet, toplumda esaret vardır. (Sf. 186)
İnsanın hareketini zamanın, etrafımızda cereyan eden olayların, geçici varlıkların, zâhirî âlemin dışına yerleştirmek lazımdır. (Sf. 201)