Künye: Roger Garaudy, İslâm’ın Vâdettikleri, Timaş Yayınları, 6.Baskı, İstanbul, 2020
***
Batı bir kazadır…
Batı medeniyetinin Doğulu kökleri kasıtlı olarak kesilip atıldığı için “Grek mucizesi” ortaya çıkmıştır. (syf.17)
Yeni bir dünya kültür düzeni olmadan yeni bir dünya ekonomik düzeni olmaz. Yeni bir dünya kültür düzeni ancak, yeni bir insan tasavvurunun oluşturulması için Batı’nın hegemonyadan dünya çapında bir uzlaşmaya geçişiyle kurulabilir. (syf.23)
Bugün İslam’a neler borçlu olduğumuzu bilmek, kesinlikle bir tarihçinin uzmanlık alanı, bir meraklının hobisi veya bir hayalperestin zevki meselesi değildir. Tam aksine, mutlu bir geleceğin kurulması için çırpınan, çabalayan ve fikirler üreten herkesin ama herkesin görevidir. (syf.25)
İman ikrarının ilk kısmı -Allah’tan başka ilah yoktur-, Allah’ın biricikliği ve yegâne gerçeklik olduğunun bilincine ermek için yükselen hareketi gösterir. İman ikrarının ikinci kısmı -Muhammed Allah’ın elçisidir- ise, dönüş hareketini işaretler, çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah’ın vahyi ve ayeti olarak tasavvur edilen gerçekliğin bizzat misalidir. (syf.34)
Sadece Allah’tan başka ilah yok denilmekle de kalınmaz. O’nun dışında başka bir gerçekliğin yokluğu da vurgulanır: O’nun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde göstereceğiz, Fussilet, 41/53. (syf. 35)
Hz. Peygamber, bütün kâinatı kişileştirir; evrendeki her şey ayettir, hepsi de Allah’ın tecellisidir. Aynı ayet/işaret kelimesi, hem bir Kur’an ayetini belirler, hem de ilahi olanın bir aynası veya tabiatın bir gerçekliği olan bir insanı belirtir. Bu durumda ilahi olmayan gerçek olamaz. Allah ile münasebetinin dışında algılanan veya tasavvur edilen her şey gerçek dışıdır… Allah ile münasebetinden dolayı her şey kutsaldır. (syf.35)
İnançsızlık, nesneleri sanki onların kökenlerinden, gayelerinden ve anlamlarından bağımsızlarmış gibi görmekten ibarettir. (syf.35)
İslam’ın birlik, bütünlük kavramı dâhilinde her şey boyun eğmiştir, müslimdir, Müslümandır: Çiçeğe duran bir ağaç, boy atmakta olan bir hayvan, rengi veya ağırlığıyla bizzat bir taş tam anlamıyla Müslümandır. (syf.36)
İman ikrarı/ kelime-i tevhid Mutlak Olan’ın izafi olana işaretler (ayetler) ve remizler yoluyla kendini vahyedip tanıtması demektir. Dolayısıyla bu ifade, bütün kâinata bir anlam kazandırır. Buna göre, tabiat ve insanlar, tıpkı Kur’an gibi, Allah’ın bir tecellisi, bir zuhurudur. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız, İsra, 17/44. (syf.38)
Namaz her yaratılmışı Yaradan’ına bağlayan o hamd ve teşbihe insanın bilinçli olarak katılmasıdır. (syf.38)
İslam hukukunda mülkiyet, ferdin veya bir grubun imtiyazı değil, tam aksine “iyiliği emretme/emri bil ma’ruf” konusundaki ilahi buyruğa uygun olarak sosyal bir görevdir. (syf.40)
Muhyiddin ibn Arabi, Menziller/El/Mevafık kitabında İslam mutasavvıflarının temel öğretileri üzerine derin düşüncelere dalar: Yaratılmışların derin hakikati Allah’tır ve Allah sadece Yaradan değil, aynı zamanda tezahür etmemiş mümkinatın hepsi ve bunları doğuran hür fiildir. (syf.50)
Tasavvuf İslam inancının derûnî boyutudur. Düşünceyi eylemden, bâtını zâhirden ayırmak, “birlik ve bütünlük” dini İslam’a ters düşer. O yüzden tasavvuf, Müslüman derûnîliğinin, maneviyatının ve ruhaniyetinin öz be öz İslamî bir şeklidir. Asıl gayesi de, insanı kendi manevi merkezinden uzaklaştıran nefsin her türlü heveskâr arzularına karşı derûnî mücadele demek olan “büyük cihad” ile, birlik ve bütünlük içinde bir İslam topluluğu gerçekleştirmek için bu topluluğu İlahi Kanun’a odaklanmaktan alıkoyacak her türlü putataparlık, iktidar, servet, sahte bilgi veya sahte ilahlara karşı durma eylemi demek olan “küçük cihad” arasında bir denge kurmaktır. (syf.57)
Bütün boyutlarıyla hayat, kendi birlik ve bütünlüğünü Allah’ta bulur: O, evvel ve âhir, zâhir ve bâtındır, Hadid,57/3. Tasavvufun temel özelliği, Allah hakkındaki bu Kur’anî bakış açısından hareketle insanı, bütün boyutlarını cem ederek ve hepsini de aynı merkeze bağlayarak bir bütün haline getirmek, yani kemale erdirmektir. (syf.64)
Tasavvuf dünyadan el etek çekmeye davet etmez, feragate (hırstan uzak olmaya) sevkeder. (syf.64)
… Gerçekte, “gelişmiş ülkeler” ve “az gelişmiş ülkeler” yoktur, sadece “hâkim olan” ülkelerle “hâkim olunan” ülkeler, “hasta ülkelerle “aldatılmış” ülkeler vardır. (syf.92)
İslam’ın Allah anlayışının kilit taşı olan birlik, yani tevhid prensibi, ilim ile din arasındaki her türlü ayrımı reddeder. Tabiatta her şey Allah’ın varlığının işareti olduğundan, tabiatı bilip tanıma, tıpkı çalışma gibi, bir çeşit duaya, Allah’ın yakınlığına erme çabasına dönüşür. (syf.95)
Batılı bakış açısına göre, araçlar amaca dönüşmüştür. Çünkü bilim ve teknik hiç de çevreyle uyumlu değildir. Tam aksine, insan ve çevresi, bilim ve tekniklerin başına buyruk ve kırıp döken gelişimine tabi kılınmıştır. (syf.117)
“Işık filozofu” Sühreverdi’ye göre en yüce bilgi, yani “keşifle” (iç aydınlanmasıyla) elde edilen bilgi, ilahi ilhamın “kalbi ziyaret” edebilmesi için bütün hayatın buna adanmasını şart koşar… (syf.140)
Işık Filozofu, felsefesinin kendisini başka yere sevketme gayesi taşıdığını hiçbir zaman unutmaz. Onun oraya sevk edilmesi içinse aşktan daha kuvvetli bir itici güç yoktur. (syf.140)
Beşerî aşktan ilahî aşka geçerken, (sevgi) nesnesini değiştiren bir hareket değil de, kendisini değiştiren bir öznedir söz konusu olan. Çünkü biz her zaman bizi seven kadın veya erkeğin bizden beklediğine az çok benzer hale geliriz. (syf.141)
İslam’da bütün sanatlar insanı camiye, camininse ibadete götürdüğü söylenir. Cami, bu taştan dua, İslâm toplumunun bütün faaliyetlerinin ışıldadığı bu merkez, bütün sanatların odak noktasıdır. (syf.153)
Aktaran: Abdüssamet İsak