Muhammed Şarafuddin’in “Islam and Romantic Orientalism” (1996, I. B. Tauris) isimli çalışması, on dokuzuncu yüzyıl şarkiyatçılığı ile bu dönem sonunda oluşan post-kolonyalist edebiyat tartışmalarına odaklanmış bir eser. Bu bağlamda ‘Romantik Oryantalizm’, deyince çoğunlukla biz Pierre Loti’nin ‘Les Desenchantees’ (1906, Mutsuz Kadınlar) ya da umutsuz fantazyasında peçeleri aralamaya çalışan Gerard de Nerval’in ‘Voyage en Orient’ (1851, Doğuya Seyahat) gibi eserleri düşünürüz.
Nerval’in eserlerinde sıklıkla yansıttığı deizm bile tam manasıyla Doğu’ya özgüdür. Türkiye’ye de birçok kez uğrayan yazar, İstanbul’un en çok mezarlıklarını beğenmiştir. Öldüğü gece teyzesine “bu akşam beni bekleme, çünkü gece kara (siyah) ve ak (beyaz) olacak…” mısralarını içeren bir şiir yazan şair, kendini bir sokak lambasına asar. ‘Promenades et Souvenirs’(1856, Gezintiler ve Hatıralar)’la sıcak bir kış günü, o çok sevdiği efsanelerde söylendiği gibi derin bir uykuya dalmıştır.” Hem yaşamın imidir hem ölümün her fener…” [Ahmet Cemal]
Pierre Loti’nin Mutsuz Kadınları’nın alt yapısını hazırlayan Marc Helys (Bu aslında kadın yazarlarının eserlerinin okuyucular tarafından önemsenmediğini düşünen Marie Lera’nın müstear ismidir.) “Kapalı Bahçe” (1908) kitabında İstanbul Haremleri ve Osmanlı Kadınları hakkında bir hayli öykü anlatmıştır. Harem Hikâyelerinin Batı’da popüler hale gelmesi ise bundan çok daha önce meşhur “Binbir Gece Masalları” ile olmuştur. [Bu konuda; Leslie P. Peirce’in The Imperial Harem: Women and Sovereignty in the Ottoman Empire, (1993) kitabında fazlasıyla bilgi bulunmakta.] Tüm bu edebiyat; derin bir umutsuzluğu dile getiren yazarların yapıtlarında, aşkın yanı sıra ölüm duygusu ile birlikte romantik maceralar şeklinde verilmişti. Ve bizdeAbdülhak Şinasi Hisar, ‘İstanbul ve Pierre Loti’ adlı kitabıyla bu tip müsteşriklerin romantik seyahatlerini övüyordu.
Necmiye Alpay’ın ‘Yaklaşma Çabası’nda ilginç bir tespite rastladım “..Marx’a yönelttiği eleştirilerde yorumun amacı aştığı yerler, (için) örneğin, [Hindistan’daki köy toplulukları] ‘Doğu despotizmi için sağlam bir temel oluşturuyor diyor’ diye Marx’a yönelttiği ‘romantik oryantalizm’ nitelemesi” (s.393) vb. şekildeki açıklamalar İslam Dünyası’na dair romantik duyarlılığa sahip şarkiyatçılar içinde söylenebilir. (Bu konuda, Aijaz Ahmad’in Edward Said eleştirisine bakılabilir.) ‘Oryantalizm ve Sonrası’ isimli yazısında Aijaz Ahmad Üçüncü Dünya literatürünün Said’le birlikte dolaylı bir şekilde de olsa Romantik Oryantalist bir renge büründüğünü varsayıyor. [Bizde bu minvalde, Hilmi Yavuz’un ‘Yeni Oryantalizm’ ve Türkiye, isimli Ian Almond değerlendirmesi okunabilir.]
Murat Belge, fragmanter veya metonimik modernleşmenin, oryantalizm olduğunu söylerken; oryantalizmi, semiyolojik bir okumayla, parçayı bütünün yerine koyan bir medeniyet anlayışı olarak tanımlıyor. [2001, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce] Parçayı romantik bir algılayışla bile olsa bütünün tamamı gibi görmek en hafif manada bir saplantıdır. Batılı romantik oryantalizm en azından harem’i normal aile bağlamından kopararak hiç olmadığı kadar şehevi ve nefsanî bir hayal dünyasına taşıması da öyle.
Muhammed Şarafuddin, eserinde İslamiyet ile İngiliz Edebiyatı arasındaki ilişkiyi temelde iki kültür arasındaki siyasi, dini sistemler üzerinden tarihi ve coğrafi faktörlerle bağıntılı olarak tartışıyor. Bu nedenle kitaptaki metinler multidisipliner bir şekilde ele alınmış. Örneğin; “Landor’un Cebir’i ve Romantik Oryantalizm’in Kuruluşu”, “Southey’in Thalaba’sı ve İslami-Hıristiyan Etik”, “Thomas Moore’un Lala Rookh Eseri ve İroni” [Lala Rook: Moor’un 1817 yılında yazdığı Doğu şiirleridir. Büyük oranda Al-Muqanna’dan etkiler taşır.] “Byron’un ‘Gâvur, Bir Türk Masalından Bir Parça’ ve Realist Oryantalizm” gibi başlıklar altında Şarkiyatçı bazı özel metinler ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.
Batı tarafından acımasızca sömürülen İslam Dünyası Avrupalı sanatçı, yazar ve akademisyenlerin eserlerinde zulmün kol gezdiği, her türlü şehevi ve dünyevi arzuların gerçekleştiği, akıl dışı ve ahlaksız bir yer olarak tasavvur edilmişti. Bu ise İslam Dünyası’nın gerçekte olmayan romantik ve hayali bir görüntüsüydü. Şarafuddin, Edward Said’in eserlerinde kullandığı metodu romantik hareketin bazı ana edebi metinlerine uygulayarak eski bir yanılsamayı hatırlatıyor. Bizde ise bu Romantik Oryantalist anlayışı en işporta biçimde Nedim Gürsel temsil ediyor.
Beyaz Arif Akbaş
3 Yorum