Künye: İslâm Estetiği, Turan Koç, İsam Yayınları, Mayıs 2014.
***
Bir kültürü, bir uygarlığı anlamanın en kısa ve kolay yolu sanattan geçer. Hakikat anlayışının ve bununla sıkı bağlantısı bulunan estetik duyarlılığın dışa vurumu olarak sanat bu konuda büyük imkânlar sunar. (Sf. 13)
Estetik nesneler doğrudan doğruya tabiat veya onun bir parçası olabildiği gibi, insan elinden çıkma bir nesne veya her iki özelliği bünyesinde barındıran bir şey de olabilir. (Sf. 20)
İslâm sanatı, başta tezyinat olmak üzere, soyutlayıcı ve üslûplaştırıcı özelliği ile tabiattan kurtulmayı öne alırken, o ölçüde de gerçekle bağlantısını koruyan bir sanattır. (Sf. 25)
İslâm şiiri ile, ki bunun arkasındaki paradigma Kur’an-ı Kerim’dir, Batı dramı arasındaki fark her iki kültürdeki görsel sanatlar arasında da vardır. Batı sanatı ağırlıklı olarak insanı merkeze alıp ona dayandığı halde, İslâm sanatı merkeze ilâhî mahiyeti yerleştirir. Bu sanat insanın çeşitli durum, çelişki ve çatışmalarını sergilemeye hemen hemen hiç önem vermez. Onun ilk ve son tutkusu ilâhî olandır. İslâm sanatının en başta gelen özelliği sürekli ilâhî Hazret’le yüz yüze olduğunun bilincinde olmasıdır. Onun varlığının ve asaletinin kaynağı da budur. (Sf. 41-42)
İslâmî şuur tenzih anlayışını bir buluş ve bulunuş bilinciyle buluşturmak suretiyle, İslâm tarihinde şahit olduğumuz o muazzam sanat eserlerinin ortaya çıkmasında çok önemli bir rol oynamıştır. (Sf. 51)
En büyük güzellik bizi varlıkla buluşturan, âlemin estetik yönlerini bize açarak onunla aramızda bir yakınlık oluşturan ve bize ait olduğumuz kaynağı hatırlatan güzelliktir. (Sf. 77)
Kur’an’ın birçok âyetinde “hayır” kelimesi ile “hasen” kelimesi birbirleriyle örtüşen anlamlarda kullanılır. Bu bilinçte olan Müslümanlar da hayır ile haseni, yani iyilik ve güzelliği hiçbir zaman birbirinden ayırmamışlardır. (Sf. 89)
Zaten Müslümanlara göre, her şey Allah’ın bir âyetidir; yani O’ndan gelen, O’nun irade ve kudretini hatırlatan bir işarettir. (Sf. 96)
İslâm düşüncesinin en belirgin özelliklerinden bir de varlığın mutlak ve nesnel anlamda güzel bir biçim ve görüntüye sahip olduğu anlayışı oluşturur. Güzellik varlığın özünde olan bir şeydir. Zira “Allah yarattığı her şeyi güzel kılmıştır” (es-Secde 32/7). Kısaca, varlık, bu mümkün yapısı içinde hem mükemmel, hem de güzeldir ve bu güzellik insanı mutlak celâl ve cemal sahibi olan Allah’a götürmenin vesilesi olabilecek niteliktedir. (Sf. 109-110)
Aslında sanat en geniş anlamıyla, yeni bir şey oluşturarak veya bir şeyi yeni bir tarzda takdim ederek gerçekliğin boyutlarının zenginliğini göstermekten başka bir şey değildir. (Sf. 133)
İslâm sanatını, en genel çizgileriyle, İslâm’ın mânevî gerçekliklerinin biçimler dünyasındaki açılımı olarak tanımak mümkündür. Çok iyi bilindiği gibi bu sanatın kökeni vahye dayanır; dolayısıyla bu sanat İslâm mâneviyatının bir meyvesidir. (Sf. 145)
Yazı, İslâm’ın dışındaki bütün dünyada estetik açıdan ilgi çekici olmaktan hep uzak kalmıştır. Hint, Bizans ve Hıristiyan Batı’da, ne için icat edilmişse onun için kullanılmış, yani mantıkî bir sembol olmanın ötesine pek geçememiştir. (Sf. 155)
İslâm mimarisi, insanın içinde yaşadığı çevreyi düzenleyen ve orayı İslâm’ın bereketine açan bir sanattır. Mimari, çevreyi şekillendirmenin ve İslâmî hayat tarzını kolaylaştırmanın doğrudan bir yolu ya da aracı olması dolayısıyla İslâm sanatları içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. (Sf. 165)
Şiir, bütün İslâm sanatlarında olduğu gibi, özü itibariyle, için dışa yansıması veya mânanın surete bürünmesi olarak telakki edilir ve bu özelliği ile önem kazanır. Kısaca, şiir bir mâna ifade etme işidir. Zaten Arapça bir kelime olan “şiir”, “şuur”la aynı köktendir ve “sezmek” gibi anlamlara gelir. (Sf. 185)
Kutlu bir sanat tasvirden oluşmaz; dolayısıyla İslâm sanatı da bundan özenle uzak durmuştur. İslâm sanatı aynı zamanda bir tefekkür ve temaşa sanatı olduğundan, onun temel özelliğinin, bir şekilde temaşa edilen durumun sessiz ve sakin bir dışlaştırılması olduğu söylenebilir. (Sf. 206)