İnsanın Ahlakî Bir Varlık Olması

Taha Abdurrahman’nın felsefesinin bütün vurgusu ahlakadır. O kadar ki, ona göre modernitenin kendisi bile “dinî ahlak”la ilişkisini tamamen koparmada başarısız olmuştur. Yani modernlik dinle, ahlakla ilişkisini koparmak ve seküler olmak istemiş ama aslında bunu tam başaramamış, dini ve ahlakı, tersinden üreterek kendine adapte etmiştir. Modernlik önce kiliseden kopmuş, sonra Hristiyanlığı terk etmiştir. İnançlardan bağını kesmiş, evet, ama Hristiyanlık olmasa dahi ona benzer şekilde kendi ahlakını türetmiştir. Mesela Fransız devrimi, dinin davet ettiği ahlakî manalara bağlı kalmayı sürdürmüştür. Kardeşlik ilkesi böyledir. Hristiyanlıktaki sevgi ilkesiyle bağlantılıdır. Özgürlük ve eşitlik de böyledir. Bütün inançlardan kopma yaşansa dahi ahlakî olandan kopma söz konusu değildir. Ahlakî olma, insan olma kimliğidir. Burada ahlakî olma ile kastedilen yalan vs. gibi ahlakî ilkeleri değildir. Kastedilen varoluşsal bir ahlakîliktir. Bunu en bariz açıklayan husus ateistin inancıdır. İnanma duygusu varoluşsal bir ahlakî ilkedir. Ateist bile inkâr ederek aslında yaratılışında var olan kimliği açığa çıkarmış, ama yanlış yönde kullanmıştır. İşte insanın ahlakî varlık olması böyle bir şeydir.

Taha’nın ahlaka bu denli vurgusu ahlakla ilgili bazı yanlış inançların düzeltilmesini gerekli kılmaktadır. Taha bunları şöyle sıralamaktadır:

1. Müslüman kelamcı ve fakihlerin ahlakı “din”e nispetle ikincil bir konuma indirgediği, bunun yerine maddi yararı ahlakî mülahazalara üstün tutması… Daha ilerinde fıkıh-ahlak ilişkisinde buna tekrar döneceğiz ancak şu kadarını söyleyelim: Taha’ya göre insanî işler arasında ahlakî işler kadar insanın insaniliğine delalet eden bir şey yoktur. Din ve ahlak bir ve aynıdır. Ahlaksız din olmaz; dinsiz ahlak.

2. Her dinin bir ibadet geleneği vardır. Evet, ama bunların bizatihi kendileri için zorunlu olduğunu söylemek yanlıştır. İbadetleri amaç edinmek dinin gerçek amacını yanlış anlamaktır. İbadetlerin amacı, ruhu daha iyi bir var oluş haline dönüştürmektir. İbadette önemli olan bilfiil eylemin kendisi değil, etki ve sonuçlarıdır. Şu halde ibadetin en yüksek gayesi ahlakı geliştirmektir.

3. Ahlakın tamamlayıcı ve fazladan bir nitelik olduğu anlayışı yanlıştır. Bu anlayışa göre ahlak, bir vatandaş olarak bireyin kimliğine iliştirilmiş bir niteliktir. Buna göre sanki devlet modern bireyin ahlakî yapısını dışsal olarak betimlemeye çalışmaktadır. Taha, buna hiçbir surette katılmaz. Ona göre ahlak, tamamlayıcı bir nitelik de, lüks de değildir. Bilakis insan olarak öznenin bizatihi yapısına nispetle vazgeçilmezdir. Ahlak, insanlığın mahiyetinin kurucu unsurudur. İnsanın varlığı ahlaktan önce değil, onunla birliktedir. Bu görüş, Taha’nın ısrarla belirttiği teziyle uyumludur: İnsanın özü aklîlik değil, ahlakiliktir.

4. Ahlakın belli erdemlerden oluştuğu şeklindeki inanç da yanlıştır. Platon’dan beri uzanıp gelen, hikmet, iffet, şecaat ve adaleti erdemin kurucu unsurları olarak gören bir gelenek vardır. Bunlar, bazı düşünürlerin yanlış şekilde kapsayıcı ve evrensel saydığı niteliklerdir. Oysa erdemi ve ahlakı belli nitelik ve özelliklerle sınırlamak kusurludur. Taha bunu çeşitli açılardan detaylandırır, ancak bir tanesini ifade edelim: Ahlak, genişlemesi mümkün olmayan sayılı fiillerle sınırlandırılamaz. Ahlak, insanî eylemlerle eşit uzanımlı ve kapsamlıdır. Çünkü sayılabilecek her eyleme karşılık bir ahlakî değer vardır. Bu eylemler sayıp bitip tükenmez olduğuna göre onlara karşılık gelen ahlakî değerler de öyledir. Onları saymak ve nicelleştirmek anlamsızdır. (Bk. Ahlak Sorunsalı, s. 73-81)

Bu konuyu “Amel Sorunsalı” kitabında da kısaca ele almıştır. İslam felsefesinin özgünlüğünü tartıştığı yerde buna değinir. Taha’ya göre temel İslamî erdemlerin başında iman, amel, takva ve cihad vardır. Ancak sanki Yunandan alınan dört temel erdem anlayışı bize mükemmelmiş gibi sunulmuştur. (Bk. S. 66)

Platon demişken şunu ifade etmek gerekir: Öyle anlaşılıyor ki, Taha, Platon’u eleştirmiş, ancak bununla yetinmemiş, onun tasnifini esas alan herkesi tenkit etmiştir. Onun temel eleştirisi ahlakî erdemlerin dörtle sınırlandırılması şeklindedir. Ayrıca dört temel değerin farklı olması da mümkündür. Diğer taraftan Platon’un ahlak tasnifi bize görüldüğü yüzüyle o kadar da masum değildir. Yani tamamen tarihsel şartlarla kuşatılmış ve belirlenmiştir. Burada biraz da somut olması itibariyle Cafer Sadık Yaran’ın klasik ahlak eleştirisine yer vermek istiyoruz. Yaran’a göre İbn Miskeveyh ve Gazalî’nin de dâhil olduğu bütün bir geleneksel düşünce ahlakın dört temel dayanağı olduğu fikrinde ortaktır. Bu dört erdem anlayışı Platon’a aittir. Platon’un bu anlayışı ise psikolojik ve toplumsal etkilere sahiptir. Zamanının site devletinde olanları temellendirmek için bu dört erdeme başvurmuştur. Şöyle ki:

Bu dört ana erdem Platon’un çeşitli ana erdemleri araştırıp onlar arasından seçtiği veya insan doğasına dair yaptığı araştırmalara dayanarak ortaya koyduğu en kapsamlı dört ana erdem değildir. Bu dört ana erdem daha ziyade Platon’un psikolojisine, diğer bir ifadeyle nefsin üç gücü (düşünme gücü, öfke gücü ve arzu gücü) teorisine dayanmaktadır. Bu psikoloji de insan doğası ile ilgili araştırmalara değil, devlet ve toplum felsefesinden kaynaklanmaktadır. Kısaca Platon’un “dört temel erdem”inin temeli, onun üçlü nefs teorisi; üçlü nefs teorisinin de temeli, üçlü ütopik toplum/devlet teorisidir.

Platon’un Devlet’i üç sınıftan oluşur: Yöneticiler, koruyucular ve işçiler, yani çalışanlar/halk. Sokrates’in ifadesiyle Tanrı, toplumun içinden önder olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Koruyucu/savaşçı olarak yarattıklarının mayasına gümüş; işçi veya çiftçilerin mayasına da demir ve tunç katmıştır. Platon’a göre mayasında altın bulunan yönetici sınıf “hikmet/bilgelik” erdemine sahip olacak; koruyucular, şecaat/cesaret erdemin; en alt tabakada olan vatandaşlar da iffet/ölçülülük erdemine sahip olacaktır. Son olarak bu sınıflardan her birine mensup kişi, yalnız kendi üzerine düşen işi yapacak ve buna razı olması ile de toplum “adalet” erdemine kavuşmuş olacaktır. (İnsanın aklına şu geliyor: Bu sistemde işçi/çiftçi kendi haline razı olacak, başkasının mülkiyetine göz dikmeyecek, isyan etmeyecek, onunla ilgilenmeyecektir. Ona düşen iffetli, yani ölçülü olmaktır. Haddini aşmamaktır. İlginç! Bu sınıfsal farklılıklar Tanrı’nın isteğidir. Kişiler de bu sınıfsal farklılığı kabul etmek zorundadır!) Bu durumda denilebilir ki, Platon’un erdem anlayışı tamamen kendi toplumuna özgüdür. Platon’un politikası birbirine sımsıkı bağlıdır. Onun için Platon’un ahlakı evrensel değildir. Köken olarak da doğal değildir. Bu haliyle İslamî olmaktan da uzaktır.

Prof. Dr. Yavuz Köktaş

Kaynak: Seküler Dünyaya Hikmetli Cevap – TAHA ABDURRAHMAN’IN FELSEFESİ, Prof. Dr. Yavuz Köktaş, İstanbul: Rağbet Yayınları, 2021, (sayfa: 47-51).

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • karakalem , 21/03/2022

    “İslamî erdemlerin başında iman, amel, takva ve cihad vardır.”

    “Platon’dan beri uzanıp gelen, hikmet, iffet, şecaat ve adaleti erdemin kurucu unsurları olarak gören bir gelenek vardır.”

    Alıntıladığım mevzuda …Hikmet,iffet,şecaat, adalet bunlar duygu değil mi? Kanaatimce evet duygu. Bu duyguların yerleşik hal alması erdem değil mi? Bana Platon’dan gelen daha müşahhas,daha beşerî ve idraki kolay bir sınıflandırma gibi geldi. Diğeri kapalı ve üstü örtülü, ulaşilmaz gözüken gruplandırma!

    Günümüzde “duygulara” yeniden bir dönüş ve cidden özenle keşf hâli var. Islam felsefesi ahlak kitapları “duygu”ları farketme yönünden sanki yeterince sarih değil yahut luzumlu görülmemiş olabilir…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir