İnsan Felsefesi

Künye: İnsan Felsefesi, Prof. Dr. Kadir Canatan, Beyan Yayınları, İstanbul, 2018, 1. Baskı.

***

İnsan hakkında soru sorarken “İnsan nedir?” şeklinde sorulan bir soru, pozitivist bir sorudur. Çünkü bu soru insanı nesneleştirmektedir. Pozitivist bir arka plana sahip olan bilim çağımızda her şeyi deney ve gözlem haline getirirken, farkında olarak ya da olmayarak onu nesneleştirmektedir. Nesneleştirme, şeyleştirmedir. Ruhu ve şuuru olan bir insan nesneleştirmek, onu ruhundan ve bilincinden ayırmaktır. Bu durumda araştırmacı ile araştırılan kişi arasındaki ilişki monolog ilişkisidir. Monolog ilişkide biri soran, diğeri sorgulanandır. (Sayfa 7)

İnsan hakkında sorulması gereken doğru soru, “İnsan kimdir?” sorusudur. İnsanın insanı anlaması ve araştırması özneler arası bir ilişkidir. Araştırıcı özne olduğu gibi konu olan insan da öznedir. Özneler arası ilişki bir diyalog ilişkisidir. Diyalog sadece iki taraf arasındaki bir konuşma değil, iki tarafın birbirini daha işin başında eşit temelde kabul etmesi ve tanıması eylemidir. (Sayfa 8)

(Hegel’e göre…) Sözgelimi iki insan karşılaştığında biri diğeri karşısında tanınmak ister, fakat biri diğerini tanımlayarak köle-efendi ilişkisini başlatır. Kölenin efendi karşısındaki özgürleşim çabası, her aşamada yeniden tanımlanmayı beraberinde getirir. Bir kimsenin kim olduğu büyük ölçüde başka insanlar ve gruplar tarafından belirlenir. Bizler kendimizin ve başkalarının bizi tanımladığı şeyden başkası değiliz. (Sayfa 53)

Gerek Hegel, gerek Marks, insanın en büyük sorununu yabancılaşma olarak ifade eder. Felsefi anlamda yabancılaşma insanın zihinsel, maddi ve kurumsal-toplumsal ürünlerinin nesnel ve özerk bir güç haline gelerek, kendine karşı gelişme süreci olarak tanımlanabilir. Bu süreç sonunda insan kendi yarattığı şeyler karşısında edilgen bir nesne konumuna düşmekte ve bir anlamda onların kölesi olmaktadır. O halde yabancılaşma, bir köleleşme sürecidir ve insanın kendi kendine kurduğu bir tuzaktır. (Sayfa 53)

Modern çağda “ben” kişinin kendisinin temeli ve dış dünya ile ilişkisi olarak görülür. “Ben” bir “özne”dir. Günümüzde ise “ben”lik yıpranmış ve parçalanmıştır; ne kendisiyle ne de dış dünya ile bir denge kuramamaktadır. “Ben”lik bir “çoğul”luktur. Bu “çoğul ben”, artık “benim” diyebileceğimiz bir bütünlük değildir. Bugün gördüğümüz ve tanıdığımızı zannettiğimiz “ben”, yarın başka bir “ben”dir. (Sayfa 91)

Lahhabi’ye göre, Hristiyanlıkta, yaşamsal endişenin kaynağı “ilk günah” inancına dayanır. Günahkâr bir tabiattan kaçınmak, onu varoluşsal bir mücadele içine iter. Oysa İslam’da şahıs hakkındaki tasavvur, ne ruhun ne de bedenin tamamen birbirini ortadan kaldırmasına imkân verir. İnsan ne hayvan ne de melektir. Ruh ve cismi birleştirmeye dayanan bu tasavvur dengeli bir seçmeye yer verir. Bu dengeye yöneliş, hayattaki ana gerilim noktasıdır. (Sayfa 98-99)

(Begoviç’e göre…) İnsan, zıddiyetler cetvelinde gelip-giden ve sürekli denge arayışında olan bir varlıktır. (Sayfa 111)

… İslam kültüründe yapılan “beşer” ve “insan” ayırımı önemlidir. İnsan beşer olarak doğar, bu noktada eşit bir başlangıç noktamız vardır, ama insan olarak varlığını, imkân ve potansiyellerini sürekli geliştirebilir. İnsan, oluş sürecinde bir varlıktır. (Sayfa 115)

İnsan imkân ve potansiyellerle dünyaya gelir ve bunları ancak eğitimle geliştirebilir. (Sayfa 115)

Aktaran: Serdar Kocabaş

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • İhsanbul , 21/10/2019

    Bugün okumayı bitirdim. Kısa ve öz tanımlamalar ile hazırlanmış bir kitap olmuş. Serinin diğer kitaplarını da edinmek arzusu uyandı.

  • Zeynep , 21/08/2019

    Çevreni tanıyarak tanırsın aslında kendini. Eksikliğini, fazlalığını görerek.
    O yüzden anlamlandırma arayışıı biraz da yaşamaktan geçer bence.

  • Furkan Kıroğlu , 21/08/2019

    Aslında insanı anlamak her şeyi anlamak olacaktır. Güzel alıntılar olmuş. Elinize sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir