Osmanlı modernleşmesi, değişim, gelişim ve Batılılaşmak tartışmaları altında yürüyen bir süreçtir. Bu süreci anlayıp anlamlandırma ise ancak kuşatıcı bir bakışla mümkündür. Kuşatıcı bakış da; coğrafi kuşatıcı bakış, “millet” bağlamında kuşatıcı bakış ve karşılaştırmalı okuma ile mümkündür. Aksi bir tutum Osmanlı gerçeği ile uyuşmaz. Son derece büyük bir sahaya hükmeden ve farklı milletleri bünyesinde toplamış bir devletin, coğrafi olarak modernleşmesinin yalnızca Anadolu kıstas alınarak incelenmesi ne kadar isabetlidir? İlber Ortaylı “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı” kitabında bu konuda “Sadece Babıâli’yi ve Anadolu kıtasını göz önüne alarak Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Batılılaşma ve değişimi kavrayamayız.” demektedir. Müslüman veya Türk-Müslüman tebaayı dikkate alarak Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Batılılaşma ve değişimi kavramaya çalışmanın hata olacağı ortadadır. Zira denizcilik ile iştigal eden bir Rum topluluğu ile Anadolu’da ikamet eden bir Türk çiftçi topluluğun başından, 19. yüzyılda aynı şeylerin geçtiğini düşünmek abesle iştigal etmektir. Özetle tüm Osmanlı coğrafya ve milletlerini kapsayan kuşatıcı bir modernleşme perspektifi için mozaiğin muhtelif parçalarının birbirleri ile olan etkileşim ve birbirlerinden olan farklılıklarını hesaba katmak gerekir. Ortaylı söz konusu kitabındaki, kanaatimce en hayati katkılarından biri işbu indirgemeci yaklaşım tehlikesine karşı uyarmasıdır. Diğer bir hayati katkı ise değişimin normal ve her zaman mevcut olduğu uyarısıdır. Ortaylı, bu gerçeği “Her toplum zamanın akışı içinde sürekli değişim geçirir. Osmanlı toplumu da kuşkusuz bu genel kuralın dışında kalamaz” şeklinde ifade etmiştir. Bu noktada “Neden değişmeli?” sorusu anlamını yitirir çünkü değişim zorunlu ve kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olan bir değişimde önemli olan değişimin niteliğidir ki o halde anlamlı olan soru “Nasıl değişmeli?” sorusudur. Bu soru sorulduğu anda değişimin bilincine varılmış olur ki Ortaylı’ya göre bu Batılılara has bir bilinçtir.
“Batı uygarlığı ve Batı toplumu bir değişimin toplumudur. Değişmeden duran toplum olur mu, diye sorulabilir; olmaz ama her toplum değişimin bilincine Batı kadar erken varmış değildir. Değişimi fark eden ve ona müdahale etmeye kalkan bir bilinçtir Batılılık.” İşte meselede budur. Değişim siz fark etmeseniz de vardır ve bu hali ile rahatsız edici değildir. Çünkü değişimi fark edenler, onu yönlendirebilir, hızlandırabilir hatta bunların sonucunda başkalarının değişimine müdahale edebilir. Bizim başımıza gelen de bundan ibarettir. Değişimin bilincine varmada gecikirseniz bu bilince varanlar size müdahale ettikleri andan itibaren değişim öncü olma imkânını yitirir ve artık bu bir yetişme mücadelesi halini alır. Osmanlı, devasa coğrafyası ve insan kaynağı ile Batı’nın kendisine müstağni kalamayacağı kadar cazip idi. Trajik bir tarihsel mirası devralmış olan Batı, bu müdahaleyi düşmanca hislerle yapmıştır. Yani dayatma, zorlama, cebir ve sömürü olarak. Bakın Kemal Karpat “Osmanlı Modernleşmesi” kitabında; “19. Yüzyılda Müslüman ülkeler, Batılı devletler (İngiltere, Fransa, Hollanda vs.) tarafından işgal edilerek bu devletlerin kendi görüşlerine ve çıkarlarına uygun bir değişimden, ‘’modernleşme’’ tecrübelerinden geçmişlerdir.” demektedir. Ortaylı’nın Batılılık tanımı bu açıdan önemlidir.
Ortaylı’nın kitabında, Batı’yı örnek alma bakımından ortak yönleri olan Japonya, Rusya ve İran modernleşmeleri ile Osmanlı modernleşmesi ile sıkça mukayese edilmektedir. Ezcümle; “Modernleşme eğitime yansıdıkça medrese çevresi ve ilmiye sınıfı bunun dışında kalıyor, devlet ve toplum hayatındaki eski egemen rolünü kaybetmeye başlıyordu. İran’ın modernleşmesi ile Osmanlı modernleşmesi arasındaki en önemli fark budur. İran’da âdeta ruhban sınıfı diyeceğimiz din adamları modern eğitimi de alarak yerlerini muhafaza edebilmişlerdi.” Görüldüğü gibi bu türden mukayeseler değişim hakkında daha kapsamlı fikirler edinmeyi kolaylaştırmaktadır.
Ferhat İnan
1 Yorum