“İlahi Mesajlar Toprağı Filistin”, Siyonizm sapkınlığını tüm çıplaklığıyla, kaynak ve delilleriyle ortaya koyarak hakikati haykırdığı için Batı dünyasında aforoz edildi. Fransız düşünür Roger Graudy’nin ihtida ederek İslam saflarına katılmasıyla basımı ve dağıtımı yasaklandı. Mütercimin ön sözü ABD eliyle Ortadoğu’da uyulan vahşet çağrısının özeti niteliğinde: “Churchill’in Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ortadoğu’da patlak vereceğini ve bunun da İsrail yüzünden çıkacağını söylediği rivayet edilir. Bernard Granotier’nin de herhalde Churchill’in o sözünden hareketle kaleme aldığı ‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın Sebebi İsrail’ adlı bir kitabı bulunuyor. Bu kitap, bizi çok yakından ilgilendiren Ortadoğu’nun dünü, bugünü ve yarınıyla ilgili vazgeçilmez bir kaynak eser; Batı’nın ve onun efendisi ABD’nin gerçek yüzünü gözler önüne seren bir çalışma. ‘İlâhî Mesajlar Toprağı Filistin’ okunmadan Ortadoğu hakkında yapılacak her değerlendirme eksik kalacaktır.”
***
Künye: İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, Roger Graudy, Çeviren: Cemal Aydın, Timaş Yayınları, 2018
* Eğer gücünü nerden aldığı gösterilmezse, Batının tarihine bağlı İsrail devletinin sadece doğuşu değil, batının Ortadoğu’daki Kalesi olarak, işleyişi ve gelişmesi de anlaşılamaz. İsrail devleti aslında maliyesi, ekonomisi ve silahlarıyla tamamen bağımlı olduğu Amerika’nın bütün ağırlığıyla Ortadoğu’nun üzerine abanmaktır.
* Siyonist yöneticilerin “asimilasyon” korkusuyla, Yahudi kimliğini devam ettirebilmek için, asıl Yahudi değerlerinin geliştirilmesinden çok antisemitizme bel bağlamaları manidardır. Yahudi’yi inancından hareketle değil de, “ırkından” hareketle tarife kalkışırsanız, elbette Yahudi değerlerinin açılımı zorlaşır.
* 1961’de, Mısır ile Suriye’nin tek bir “Birleşik Arap Cumhuriyeti” olarak birleşme teşebbüsünün başarısızlığı, “milliyetçilik” düşüncesini büyük sarsıntıya uğratır. İslâm’ın “ümmet” kavramıyla hiç alâkası olmayan bu “milliyetçilik” düşüncesinin teorisyenlerinin, batı ekolünde yetişmiş, Suriye ve Irak’taki milliyetçi “Baas” hareketinden Mişel Eflak veya Filistin direnişi içinde yer alan Jorj Habaş/Georges Habache gibi Hıristiyanların olması manidardır. Bu başarısızlık, Arap birliğinin kurtuluş için gerekli bir ön şart olduğu kuruntusunu yıkar.
* Öyle rastlantılar vardır ki, tekrarlana tekrarlana, sonunda çok önemli bir ipucunu ister istemez ele verirler. Şimdilerde artık Avrupa’da Yahudi karşıtı bir saldırının neye yaradığını ve bir cinayetten kimin yararlandığı çok iyi biliyoruz. Çünkü o, Filistin ve Lübnanlı sivil halka karşı yapılan kasıtlı bir katliâmı örtmeye hizmet ediyor. Apaçık gözlemlenebilir ki bu saldırılar Beyrut’ta oluk oluk akıtılan kandan ya önce, ya onu takiben ya da aynı zamanda olmuştur. Bu terörist operasyonlar, öyle bir şekilde tezgâhlanmış ve öyle mükemmel bir tarzda yapılmıştır ki şimdiye kadar ya doğrudan ya da dolaylı olarak şu güdülen siyasî maksatla gerçekleştirilmiştir: Filistin meselesinin biraz daha anlayışla, hatta sempatiyle karşılandığı her seferinde dikkatleri başka yöne çekmek… Cellâtları ve teröristleri kurbanlarmış gibi takdim etmek için durumu sistematik bir şekilde tersine çevirmek değil midir söz konusu olan? Filistinliler “terörist” yapılarak tarihten kovuluyor, dolayısıyla da hak ve hukuktan mahrum ediliyorlar.
* Tarihi yutturmacalardan bir başka örnek, dünya tarihinin mücevherlerini ve Filistin’in kültürel mirasının en kıymetli iki abidesini, Mescid-i Aksa ile Kubbetüssahra’yı tehlike altına atmakta olan tutumudur. “Süleyman mabedinin” kalıntılarını bulmak bahanesiyle bu şaheserlerin altını kazıyorlar. Çifte yalana dayanan bir bahanedir bu:
A) Mescid-i Aksa’nın bitişiğindeki “ağlama duvarı” kesinlikle Süleyman mabedinin bir kalıntısı değil, aksine Herod tapınağının bir kalıntısıdır.
B) Bütün tarihçi ve arkeologların, geçmişteki durumu bakımından, artık hiçbir izinin kalmayacağını bildikleri Süleyman Mabedi, asla ve kat’a bir yahudi kültür mirası değildir.
* Arap okyanusunun sürekli tehdidi altında bulunan zayıf ve minnacık İsrail’in varlığını sürdürebilmesi için mücadele etmeye mahkûm olduğu şeklindeki o en tehlikeli olan efsane… Oysa İsrail, ABD sayesinde, kırk sekiz saat içinde Şam ve Bağdat’a, Amman ve Kahire’ye, tıpkı Beyrut’a ulaştığı gibi ulaşma imkânlarına sahiptir, o yüzden de asıl tehlike, onun devamlı yok olma tehdidi içinde olduğu efsanesinin gündemde tutulmasıdır. Hâlbuki bütün komşuları için sürekli bir saldırı tehdidi oluşturan bizzat kendisidir.
Buharlaşan bir başka efsane: Kendisini öldürüp parçalayacak Arap Câlut (Goliath) karşısında, sözde “Küçük Davut”un sürekli “mucizesi”’ efsanesidir. (Bu efsane yüzünden Batı kamuoyu İsrail’in her yaptığını, kabul edilmesi en imkânsız cinayetlerini bile hoş görür.) Hâlbuki “Küçük Davut”un sapanı, ABD’nin bütün silâhları ve bütün parasıyla tıka basa doludur.
* Bir millet, diğer bir millete üçüncü bir milletin toprağını büyük bir gösterişle vaat ediyor. Üstelik kendisine vaatte bulunulan o millet, daha millet bile değil, sadece dini bir topluluk. Ve o toprak da, vaat edildiği sırada dördüncü bir millete yani Osmanlı’ya ait…
* İsa Mesih (a.s.), İsrailoğullarına vaat edilen mesih midir, değil midir? Evet mi, hayır mı? Evetse, eski ahit yeni ahidi geride bırakıyor demektir. Vaadin konusu olarak da, artık yeryüzü ve yeryüzü krallığı değil, kurtuluş ve Tanrının krallığı vardır. Bu vaadin muhatabı da belli bir halk değil, bütün insanlıktır. Hayırsa, onun gelmesi ile hiçbir şey değişmemiştir. Ve Hz. Musa’nın (a.s.) Tanrı ile olan ahdi devam etmektedir. Yani, Tanrının krallığını müjdeleyerek bütün insanlıkla değil de, kendilerine bir toprak vermek vaadinde bulunduğu kabilelerle ahit yapmıştır.
* Nazi teorisyeni Alfred Rosenberg şöyle der: “Senelik bir Alman Yahudi kontenjanının Filistin’e nakledilmesi için Siyonizm kuvvetle desteklenmelidir.”
* İsrail Anayasa Mahkemesi Hâkimi Haim Cohen‘in acıyla gözlemlediği gibi: “Talihin acı ironisine bakın: Naziler tarafından yaygınlaştırılan biyolojik ve ırkçı tezlerin aynıları, İsrail Devleti’nin bağrında da Yahudiliğin resmî tarifinin temelini oluşturuyorlar.”
* Aslında Musevi dininin dışında, Yahudi teriminin hiç bir anlamı yoktur. Yahudiliği dini topluluğun dışında tanımlayan hiçbir topluluk, ırk veya etnisiteden söz edilemez.
* Yossef Veitz, daha 1940’ta şunları yazıyordu: “Bu ülkede iki halka yer bulunmadığının bizler için açık ve net olması gerekir. Araplar çeker giderse bize yeter (…). Onların hepsini kovmaktan başka çare yok; tek bir köy, tek bir kabile bile bırakılmamalı… Araplar gider, sınırlar da Litani nehri boyunca biraz kuzeye ve Golan tepelerine doğru biraz doğuya çekilirse, İsrail toprağının pek de küçük olmadığını Roosevelt’e ve dost devlet başkanlarına izah etmemiz gerekiyor.”
* Bir Yahudi için, tıpkı bir Hristiyan için olduğu gibi, eski ve yeni ahitte, Filistin üzerindeki Siyonist taleplerini destekleyecek hiç bir delil ve dayanak yoktur.
* Bugünkü Arap dünyasının en büyük iki zaafı, siyasi milliyetçilikleri ve dini yobazlıklarıyla, bu mirasa sadakatsizliğinden kaynaklanıyor. Filistin diasporasının en büyük misyonu, işte bu iki öldürücü hastalıktan kurtulmaya yardım etmek olmalıdır.
* Milli Yahudi fonu 10 Ocak 1956 da kabul edilen kanun(!) Bu kanunla kurulan düzenin medeni ülkelerde bir benzeri görülmemiştir. Nazi Almanya’sında bile böylesi kanunlar yoktu.
*İnsanlığın ruhi mirasına peygamberlerinin mesajını getiren bu topluluk (Yahudiler) bundan böyle ibadetçilik, kanunlara şekilci bağlılık ve lafızcılık içinde dönüp kaldığı için, evrensel tarihe artık hiçbir özel katkıda bulunamayacaktır.
* Ayrıca da, ABD’deki ve bütün Batı ülkelerindeki belli başlı “medya organlarını” kontrolleri altında tutması sayesinde Siyonist propaganda ve dezenformasyon ağı, öyle güçlü organize olmuş ve öyle merkezileşmişti ki basın, radyo, televizyon ve film yoluyla en ufak bir direniş eylemini Batı kamuoyunda “terörizme” ve kendi devlet terörizmi ve saldırganlıklarını da “meşru müdafaaya” dönüştürerek, siyahı beyaz, beyazı da siyah gösterebiliyordu ve hâlâ da gösterebiliyor. Meselâ İsrail Devleti’nin kuruluşundan bugüne kurbanların oranı 1 İsrailliye karşılık 100 Filistinlidir. Fakat Batı kamuoyunda öyle bir yönlendirme yapılmıştır ki, “teröristler” denildi mi hemen akla ilk gelen Filistinlilerdir…
* Tespit edilen hedefin, Siyonistlerin yalan propagandasının Batı’da sık sık estirdiği havanın aksine, “Yahudileri denize dökmek” olmaması da son derece önemlidir. Dolayısıyla (Müslüman veya Hıristiyan) Filistinliler bir dine veya bir “ırka” karşı değil, sömürgeci bir zulme ve bu zulmü haklı göstermeye siyasî bir ideolojiye, yani siyasî Siyonizm’e karşı mücadele veriyorlar.
* Che Guevara‘nın Bolivya’daki günlüklerinin son trajik sayfalarını okuduğumuzda görürüz ki, bir devrim hareketi ne kadar kahramanca yapılırsa yapılsın, kitlelerde kök salmamış, halkla bir ve bütün olmamışsa, başarısızlığa ve tek başına ölüp gitmeye mahkûmdur. Bir devrim hareketinin hedefi, içinde eylem yaptığı halkın umut ve beklentileriyle örtüşmelidir.