“İki şey ruhumu karartır. Konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmak” der Şirazlı Sa’di hazretleri. Evet, gerçekten zor zamanlardayız ve zor zamanlarda konuşmak da susmak da büyük bir titizlik gerektiriyor. Hele de konu “din” olunca hassasiyetimizi ikiye katlamamız gerekiyor.
Herkesin, her konuya yorum yapabildiği bu demde, sünnet-i seniyyenin muhafazası için büyük bir çaba gösteren, vaktini buna vakfeden, kalemi ve kelâmı ile bu sahada gayret gösteren Ebubekir Sifil, günümüz Ehl-i Sünnet âlimlerimizin yüz aklarından biridir hiç şüphesiz. Ebubekir Sifil’in yazıları ile ilk olarak 2002 yılında Semerkand dergisinde tanışmıştım. O gün bu gündür gördüğüm ve hiç değişmeyen en bariz özelliklerinin bir kaçını sıralamak gerekirse, dingin haliyle her meseleye büyük bir vakarla yaklaşması, ifrat ve tefritten sakınması, mutaassıp olmaması, tekfir hastalığına düşmemesi, kendi görüşlerinden ziyade delillerle konuşmasıdır. Ebubekir Sifil, insanları herhangi bir meşrep, parti, vakıf, dernek ya da ideolojik bir görüşe çağırmıyor. Onun bütün derdi insanları Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat çatısı altında toplamak…
Ebubekir Sifil, son dönem Osmanlı ulemasından Mustafa Sabri Efendi ve M. Zahid el- Kevserî’nin günümüz takipçilerinden. Makâlâtu’l Kevserî’yi tercüme edip istifademize sunarak büyük bir hizmette bulundu.Onun en fazla mücadele ettiği saha ise, “Çağdaş Bir Bid’at” olarak tanımladığı “Modernizm”dir. Bu bağlamda “İhyâ ve İnşâ” adlı eserine bir nebze değinebiliriz.
Eser, “Modernizm” tenkidi için kaleme alınmış ve daha önce Rıhle dergisinde yayımlanmış makalelerden müteşekkil. Zihnimizin maruz kaldığı işgalleri bir bir önümüze seriyor ve modern insanı tarif ediyor: “Modern insan uhrevî kurtuluşu elde etmek için değil, stresten uzaklaşmak ve daha mutlu olmak için iman ediyor.” (s. 64)
Yeni bir din algısıyla İslâm’ı çağımıza söyletmeye çalışan, modernistlerin açtığı yolda koşar adım giden, seleflerine rahmet okutturan, Peygamber Efendimize “Postacı” muamelesi yapan, hadis-i şerîfleri, dolayısıyla sünneti hayatımızdan çıkarıp “meal” yazarak insanlara din öğretmeye kalkışan, gelecek yakında ümmetin başına büyük bir bela olacak operasyon meal yazıcılığını, “ Muradullah mı, Meal Yazarının Kanaati mi?” adlı makalede şu soru ile dikkatimizi çekiyor: “Modern zamanların zaman fukarası Müslümanına Allah Teâlâ’nın bizden ne istediği sorusunun cevabı niçin –mesela- bir “ilmihâl” ile değil de, “meal” ile verilir?” (S. 126)
Ahkâmın, hükümlerin değişmesi, içtihat kapısının nereye kadar açık olduğu, Ehl-i kitab cennete girer mi sorularının cevapları ve de “Müslümanca ‘algılama’nın zemini Akide ise, ‘yaşama’nın zemini de Fıkıh’tır” diyerek bu çağda fıkhı anlamaya bizi davet ediyor.
Kitapta, eser ve müellif ismi verilerek reddiye yazıları bulunmakta. Bu yazılar bize ayrıca bir uslûbu, bir edebi de öğretmekte. Kimsenin şahsını tahkir etmeden hakkı ortaya koymak…
Dünya gönlü çelici, aklı iğdiş edici bin bir sûretle üzerimize gelirken, yüzü ahirete dönük yaşamak; müntesiplerinin körü körüne bağlandığı ya da münkirlerinin acımasızca eleştirdiği, hatta eleştiri de uç noktaya varıp şirkle itham ettiği bir hâl ilmi olan tasavvufun hakikati; İslâm’da kadının yeri; Efendimizin (a.s.) göz bebeği olan Ehl-i beytine, Ehl-i Sünnetin bakış açısı; Ehl-i Beyt ve Rafizilik gibi can alıcı konularla değinen, zihin ve gönül dünyamızda yetişen ayrık otlarını temizlemek için istifade edilecek bir eser olan İhyâ ve İnşâ yeni okurları tarafından perdesinin aralanmasını bekliyor.
Celal Kuru
1 Yorum