Hegel’in Köle Metaforu

Hegel 1807’de, otuz yedi yaşında ilk büyük yapıtı “Tinin Görüngübilimi” yayımladı. Kitabı bir karmaşa atmosferinde tamamlamıştı; zira Hegel’in üniversitede ders verdiği Jena kenti önceki yıl Napoleon tarafından ele geçirilmiş, Hegel, evinden apar topar kaçarken yanına elyazmalarının ancak yarısını ve diğer bazı eşyalarını alabilmişti. Tinin Görüngübilimi’nin belki de en ünlü bölümü olan “Efendilik ve Kölelik”te Hegel, bu terimin özlü bir tanımını yapar. Bölümün başlangıcında, insanın “yalnızca tanınmak suretiyle” gerçekten var olduğunu yazar. Bu “(karşılıklı) bir tanıma süreci”ni gerektirir. Kişinin, iyi ya da kötü, güçlü ya da zayıf olsun, bir diğer kişiyi yok sayması kendisinin de tamlığa ulaşmış biri olmadığını gösterir. Tanıma düşüncesi insana çok alelade gelebilir; hep söylendiği gibi hiç kimse tek başına değildir; ancak bu görüşün, otorite psikolojisi açısından trajik bir anlamı vardır. Otorite, güç farklarını tanımlama ve yorumlama sorunudur. Bir anlamda, otorite duygusu bu farkların var olduğunu tanımaktan ibarettir. Daha karmaşık bir anlamdaysa bu, farklar tanındıktan sonra, güçlülerin olduğu kadar zayıfların da gereksinim ve isteklerinin hesaba katılması sorunudur.

Her düzeydeki insanlar, kendi başlarına üstesinden gelemedikleri bir şeyi yapmak, düşünmek ya da yorumlamak için kendilerinden üst düzeydeki birini ararlar. Bu bağımlılık kimseye utanç verici gelmez ve diğer insanlarla birlikte yaşamanın çok doğal bir parçası olarak görünür.

Hegel, bu öğelerin yer değiştirip durduğu, otoriteyi bulmayı amaçlayan uzun bir iç yolculuğu betimlemeye girişir; yolculuğun sonunda krallar ve kastlardan oluşan mutlu bir toplum değil, kişinin otoritenin gücünü hissettiği ve gene de özgür olduğu gergin ve bölünmüş bir bilinç bulacaktır. Hegel’in özel felsefi kaygılarına ve zor anlaşılır diline rağmen, anlattığı bu yolculuk, günlük yaşamda karşılaşılan otorite deneyiminin nasıl daha az aşağılayıcı ve insanların nasıl daha özgür olabileceğiyle ilgili öneriler sunar.

Hegel, önce bir tür düello tasavvur etmemizi ister. İki insan, dikkat çekmek amacıyla birbiriyle savaşır. Beni dikkate al: Seni dikkate almamın tek nedeni, isteğimi hesaba katmanı istememdir. Hegel şöyle demektedir: “Bu iki kişi bu mücadeleye girmek zorundadır; çünkü kendileri açısından kesin olan varlıklarını hakikat düzeyine çıkarmalıdırlar” yani davranışınla benim gereksinim ve isteklerimi hesaba kattığını gösterirsen, hem bu gereksinim ve istekler hem de ben gerçek olurum. Öte yandan, başka biri tarafından tanınma savaşı ölümcül bir düello değildir. Eğer senin ruhunu tümüyle yok eder ve seni aşağılık bir köle, bir hiç haline getirirsem, ancak bir Pyrhus zaferi kazanmış olurum. Bu durumda, benim varoluşumu tanıyacak benim dışımda kimse olmaz. Bunun yerine, bana isteklerimin bir anlamı olduğunu gösterecek biçimde, takdir etme, kayıtsız kalma ve itaat etme gibi davranışlarda bulunacak bir Öteki gereklidir. Ölüme varmayan bu zafere, kimin gereksinim ve isteklerinin önemli olduğunun bu eşitsiz belirlenimine, Hegel “efendilik ile kölelik arasındaki ilişki” adını verir.

Jessica Benjarnin’e göre bu ilişkiyi anlamanın en iyi yolu, onu, iktidarın sağladığı zevk açısından düşünmektir. Benjamin, Hegel’in, güçlü kişinin sahip olduğu iktidardan zevk alabileceğine inandığını söylemektedir; köle, yalnızca dalkavukluk etme ve dikkate alma gibi saf psikolojik süreçler aracılığıyla değil, aynı zamanda efendisi için iş yaparak da bu zevkin araçlarını sağlamaktadır. Köle, efendisinin zevk amacıyla kullanacağı şeyler yaratır ve Roma filosunu gösterip “Hepsi benim için” diyen Neron gibi, efendinin kendi değerini hissetmesini sağlar; ancak bu işte bir ironi vardır ve bu ironi sonunda köleyi özgür kılacaktır. Efendi, zevkinin üretilmesinde köleye bağımlıdır. Onu açlığa mahkûm edebilir, dövebilir, istismar edebilir; ancak sırf bu tür bir egemenlik ona yalnızca sadistçe bir zevk sağlayabilir. Bunun yerine, bu cezaları birer tehdit olarak kullanmakla, efendi kölesinin hem psikolojik hem maddi açıdan kendisine daha fazla şey vermesini sağlamayı umar; ancak kölenin yaptığı, kendisi ve efendisi arasındaki ilişkinin dışında bir şeydir. Efendisinin zevki için bir kürk giysi yapabilir. Bu giysinin üretimi, efendinin ondan alacağı zevkten bağımsız zanaatkârlık standartlarını içerir. Hegel şöyle demektedir: “Efendi, bağımsız olan bir şey aracılığıyla dolaylı bir biçimde kölesiyle ilişki kurar. Efendi, bu şeye egemen olan güçtür.”

Öyleyse ironi, efendinin zevk almak ve kendini kanıtlamak için bir köleye gereksinim duymasıyla başlar: “Dolayısıyla, bağımsız bilincin hakikati kölenin sefil bilincidir.” İroni, kölenin efendisi için yaptığı işin, sonunda onu salt baskı ve itaat koşullarının dışına çıkarmasıyla zirveye ulaşır. Hegel’e göre “çalışma aracılığıyla, köle kendi gerçekliğinin bilincine varır.” Köleliğin dışına atılan ilk adım, bağımlı kişinin, yaptığı işi kendisiyle ilişkilendirerek, “kendisine ait bir zihni olduğunu” keşfetmesidir. Bu keşfi yaptığı anda özgürleşmeye başlamış demektir.

Genç Hegel’e göre toplumda özgürlük koşullarını oluşturma sorumluluğu ezilenlere aittir; hiçbir platonik, iyiliksever muhafız, hiçbir melek onları kurtarmaya gelmeyecektir. Hegel bunu -kölenin kendi çalışmasının bilincine varışıyla- özgürlüğün doğuşunu tanımlayarak yapar. Ardından kölenin geçtiği özgürlük aşamalarını anlatır. Bu aşamalar dört tanedir; her bir aşamadan diğerine geçişin gerçekleşmesi, ezilen kişinin daha önce inandığı şeyi yadsımasına bağlıdır. Bu dört aşama şunlardır: Stoacılık, şüphecilik, mutsuz bilinç ve rasyonel bilinç.

İlk aşamada, Stoacı dış dünyadan düşünce dünyasına çekilir; bu ilkel ve içe dönük bir özgürlüktür.

İkinci aşamada, şüpheci yüzünü dünyaya çevirir; hâlâ itaatkâr bir uşak olan köle, bununla birlikte, oynadığı role ve efendisinin ahlaki üstünlüğüne inanmamaktadır. Mutsuz bilinç bu şüpheci bilgiyi içerideki bir toplumsal ilişkiye taşır; her insanın içinde bir efendi ve bir köle vardır. Hegel, mutsuz bilinci “ikili doğaya sahip, salt çelişkili bir varlık olarak kendinin bilinci” diye niteler.

Rasyonel bilinçte bu bilgi yine toplumsallaşır; her insan, kendi içinde hissettiği mutsuz bölünmeyi diğer insanlarda da görür. Hegel, özgürlüğün bu son aşamasına “rasyonel” der, çünkü artık kişi ortak amaçlara bağlı olarak diğer insanlarla birlikte algılayabilir ve hareket edebilir; artık tanınmak için diğer insanlarla kavga etmeye gerek yoktur. Çünkü kişinin kendi bilinci öylesine gelişmiştir ki, kendi içindeki bölünmelerin tüm insanlıkta var olduğunu bilmektedir. Hegel, bu rasyonel ve amaçlı bilince “mutlak” özgürlük durumu da der; buradaki “mutlak” sözcüğü Hegel’in genel amacının anahtar sözcüğüdür: “Mutlak’a ilişkin olarak şu söylenmelidir: Mutlak, esas olarak bir sonuçtur; yalnızca sonunda, gerçekten neyse o olur.” İşte yolculuk budur. Yolculukta uğranan istasyonların belirgin özelliğini otorite bunalımları oluşturmaktadır. Otorite bunalımlarıysa, kişinin kendi içindeki özgürlüğü ve köleliği tanıma, bunları diğer insanlarda tanıma ve diğer insanlarda kendini tanımaya geçiş etrafında ortaya çıkar. Her bunalım, kişinin daha önce inandığı şeye inanmamasıyla doğar. Ancak bu inanmama eylemleri amaç değildir. Bunlar, yeni inanç kalıplarına geçişin aracıdır. Bu çalkalanmanın sonraki evrelerinde, kişi kendi içindeki efendi ile uşağı sıkıntıyla da olsa tanıdığında, bu kargaşa kişinin diğer insanlara davranış biçimini değiştirir. Sonraki iki evrede, eski efendi, köle üzerindeki iktidarını yitirir; bunun nedeni, kölenin efendisini devirmesi ya da onun yerini alması değil, mutsuz kölenin farklı bir insan olması, efendisiyle rekabetçi olmayan bir tarzda uğraşmasıdır; bu durum efendiyi de davranışını değiştirmeye zorlar.

Hegel’in kuramının belki de en radikal öğesi, otoritenin dönemsel bunalımlarla yenilendiği görüşüdür. Önemli olan, efendilik ve kölelik bilincidir; bunalımlar kişinin bilincinin doğasını değiştirir. Tanıma ahlakı -sempati, duyarlılık, dürüstlük- iktidarın yorumlanışını gitgide daha çok denetlemelidir. Bu özgürce tanıma olgusu özgürlük demektir.

Bu, son derece idealist ve tinsel bir görüştür ancak hiç de naif bir özgürlük anlayışı değildir. Özgürlük mutluluk değildir. Özgürlük, bölünmeyi yaşama deneyimidir; her insanda bir tiran ile bir kölenin yaşadığının nihai olarak kabulüdür; insanın düellocu olmayı aşabilmesi ancak ve ancak bu gerçeği kabul etmekle olanaklıdır. Özgürlük, benim seni tanımam, benden bir şey eksiltmediği zaman nihai olarak var olur.

Kaynak: Otorite, Richard Sennett, Ayrıntı Yayınları, Çeviri: Kamil Durand, İstanbul, 2005, 2. Basım, s.127-132.

 

Sadeleştiren: Ertan Babacan

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • nazenincemdur , 09/06/2019

    Ramazan Bayramımız zaten mübarek, eski bayramlar kalmadı ya da bize kalmadı. Bize geçmiş olsun o zaman ne diyim mutsuzum. Dua edin.
    Yorum yapan arkadaşlardan Allah razı olsun. EdebiFikir alınmasın da ben zaten EdebiFikir in yanında yorumları da okuyorum. Hayal dünyam çok geniş. Yorumcular arasında EdebiFikir yazarlarının kılık değiştirerek dolaştığına inanıyorum. Vesselam. ( vesselam demeyi de seviyorum çok hoş bir kelime) vesselam 🤗 bu emojiler de görünecek mi?

  • Bayramınız mübarek olsun , 06/06/2019

    Belki toplu bayramlaşma merasimi tertip edilir diye bekledim. Hatta hâlâ beklenti içindeyim. Ancak sanırım olmayacak. Bugün bayram bitmese olur muydu? Yarın olsa bayramlaşma olur mu? Bayram dışındaki bayramlasmalar ile bayram içinde protokol icabı bayramlasmalar arasında fark olur mu? Toplu bayramlaşma merasimleri otorite açısından ne kadar önemli?

  • Mr. Hegel'in 2nd dereceden nephew , 06/06/2019

    Edebifikir bayramda baklava yemekten siteye yazı koymayı da unuttu heralde. bu nedir arkadaş? kaç gündür boş bu site böyle? bizi akraba ziyaretlerinde yalnız ve savunmasız bırakan edebifikir yönetimi derhal bir açıklama yapmalı!
    Big uncle Hegel’e de özürlerimizi iletiyoruz. yazısının altına alakasız birkaç şey yazmış olduk. Kendileri darılmasınlar ama bence bunu biri daha sadeleştirsin :)).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir