Beyaz Arif Akbaş, ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü yazdı.
***
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ironik ve buruk romanı ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ Maureen Freely ve Alexander Dawe tarafından İngilizceye; ‘The Time Regulation Institute’ şeklinde çevrilerek, ünlü Penguin Yayınevince Amerika’da yayımlanmıştı. Kitap, Amerika’da yayımlandıktan sonra daha ilk günlerden itibaren nitelikli eleştirmenler ve okuyucu kitlesi tarafından ilgiyle karşılandı. The New York Times’ın Kitap eki eleştirmelerinden Martin Riker’de kitabı ele alarak “Yıkık-dökük bir Modernite” (A Ramshackle Modernity) diye bir eleştiri yazısı yazdı.
Orhan Okay Hoca’nın ifadesiyle söylersek bir hülya adamının romanı olan ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü Martin Riker son yüzyılın en kusursuz romanlarından birisi olarak tanımlıyor. Roman ilk kez yayımlandığı 1961 yılından beri geçen 50 yıl içinde neredeyse Türkiye’deki okurlarca bile son 5-10 yıldır zar zor keşfedilmiştir. Aslında Tanpınar’ın bu muhteşem eseri; muhtevasındaki sembolist dil ve Türkiye’deki Doğu-Batı bocalamasını irdelemesi (hicvetmesi) yönünden eşsizdir. Gerçek Hayat’ta eğer yaşam tarzınız sürrealist değilse “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” diye bir yer olamaz. Ancak bu absürt durum takvim ve saat değiştiren Türkiye’ye özgüdür. Bizim insanımız ne yazık ki bir iki yüzyıldır Doğu-Batı arasında bir saatin sarkacı gibi gidip gelmektedir. (Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında!)
Romanın içeriğine ve konusuna baktığımızda; Nuri Efendi (Saatleri tamir eden usta), “Mübarek” (Ayaklı ve eski bir İngiliz yapımı duvar saati), Halit Ayarcı karakterlerinde; insan, saat ve zaman ilişkileri ironik bir şekilde anlatılmakta ve Romanın başkahramanı Hayri İrdal’ın gözünden zamanın ve olayların başkalaşımı/değişimi yalın bir şekilde değerlendirilmektedir. Martin Riker’in de belirttiği gibi “Tanpınar’ın eserde kullandığı komedi dili karakterden daha tahrik edicidir.” Bizim yaşantımızda her gün için sıradan gelen şeyler bir başkası tarafından değerlendirildiğinde oldukça anormal ve komedi unsuru gibi gelebilir. Buna benzer bir örnekte Saint Exupéry’in “Küçük Prens” eserinde yine ironik bir şekilde verilmiştir; gök bahçesinde yeni bir gezegen keşfeden Türk bilgini Uluslararası Gökbilimi Kongresi’nde buluşunu anlatmış ama şalvar, cepken ve fes giydiği için kendi ülkesinde ciddiye alınmamış hatta işinden kovulmuştur. Yine aynı bu bilgin aradan yıllar geçip aynı buluşunu frak ve ya kravatlı modern bir giysiyle (Batılı Kılıkla) anlattığı zaman ayakta alkışlanmıştır. İşte bu şekilcilik yüzünden Türk Modernleşmesi birçok münevverin gözünde koca bir hayal kırıklığından başka bir şey değildir.
Biz ne tam Doğu olmuşuz ne da tam Batı, iki medeniyet arasında bocalayan bir ucube. Cemil Meriç bu durumu “Batı kültürün vatanıdır. Doğu irfanın! Ne Batı`yı tanıyoruz, ne Doğu`yu! En az tanıdığımız ise kendimiziz…” diyerek betimlemiştir. Tanpınar’ın bu kitabında bir yarım yüzyıl önce yaşadığımız bocalama/gel-git durumu ayrıntılı ve bazen bizi güldürecek bir şekilde anlatılıyor. Bizim halende zaman zaman devam eden yanlış tutum ve davranışlarımız (kendimiz olamayışımız gibi) Tanpınar’ca alaya alınarak zeki bir şekilde eleştiriliyor. Romanın bölümleri gibi Büyük Ümitler, Küçük Hakikatler, Sabaha Doğru iyice anlaşılıyor ve eser bittiğinde ‘Her Mevsimin Bir Sonu Vardır’ diyoruz. Romanı bir de Tanzimat Dönemi ile başlayıp Cumhuriyet Türkiye’si ile devam eden aldatıcı, şekilci, kişiliksiz modernleşmenin eleştirisi olarak okumak gerekiyor. Tanpınar, bu romanıyla Marcel Proust (Kayıp Zamanın İzinde) gibi toplumsal değişimleri bir masalmışçasına anlatırken Muvakkithane’mizde biz hâlâ bir hayalet gibi kendimizi arıyoruz.
Beyaz Arif Akbaş
1 Yorum