Künye: Hakikat Arayışı, Taha Abdurrahman, Pınar Yayınları, Çev: Muhammet Ateş, 1. Baskı, 2023, İstanbul.
***
Ona göre evrensel düşünceye yapılacak katkı, hususi bir kültür, dil ve itikat içindeki hakikat imkânlarının özgün bir şekilde kavramsallaştırılıp kuramsallaştırılması ile mümkündür. Başka bir deyişle evrensellik ile yerellik arasındaki ilişki diyalektiktir. Dolayısıyla bugün Müslümanlar da “insani düşünsel müştereğe” katkı yapmak istiyorlarsa sahip oldukları itikat, dil ve tevarüs ettikleri bilgi içinde saklı kalan hakikatleri açığa çıkarmalı, felsefi bir yöntemle sorunsallaştırmalı ve çağın dili ile ifade etmelidir. (Sayfa 9, Çevirmenin Sunuşu, Muhammet Ateş)
Çünkü Batılı rasyonalite, esasen nazari bir soyutlama üzerine kuruludur. Oysa bizim geleneğimize hükmeden rasyonalite, ameli olanın istikamet üzere yerine getirilmesi şeklindeki temel üstünde yükselir. (Sayfa 23-24)
Çünkü “yöntem, uygulanacağı konudan çıkarılmalı, hariçten getirilip ona uygulanmamalıdır” şeklindeki mantıksal gerekliliğe uymak bunu gerektirir. (Sayfa 26)
Hakikat şudur ki, modern bilimde Batılılar kadar sağlam bilgi sahibi olmadıkça içtihat yapmanın bir yolunu bulmak imkânsız dahası içtihat yeteneğini kazanmak da ihtimal dâhilinde değildir. (Sayfa 34)
Aşikârdır ki, asli geleneğine dayanmaksızın kişinin kimliği olamaz. Olsa olsa kendi kimliği yerine, kendi öz geleneğinden ayrı bir geleneğe dayanan başka bir kimlik ikame edebilir. Yine aşikârdır ki, varlık ve verimlilik olmaksızın da kimlik olmaz. (Sayfa 36-37)
Zira kelimelere, bir âşığın maşukuna duyduğu yakıcı sevdayı duyuyorum. Bir başka ihtimal de daha sonraki yıllarda dilin incelikli ve büyülü yönleri üzerine uzun vakitler etraflıca düşünmem oldu. Bu o dereceye vardı ki, lisan olmasaydı insan da olmazdı, sözüne inanır oldum. (Sayfa 51)
Şüpheye mahal kalmayacak denli bir kesinliğe ulaştım ki, idrak fiilleri içinde akli faaliyetler kadar dönüşen veya değişen başka bir fiil yoktur. Akli idrak sadece insanlık tarihi itibarıyla farklı birçok merhalede gerçekleşerek dönüşmez, bunun yanı sıra bizzat aynı insan tekine göre de farklı aşamalarda gerçekleşmek suretiyle dönüşüp durur. Şöyle ki, insanlık tarihinin belli bir devrinde akli sayılan şey, sonraki bir devirde gayrı akli sayılabiliyor. (Sayfa 60)
Mantığın anlamı basitçe şudur: Düşündüğün veya ifade ettiğin her şey de düşünmeyi ve dile getirmeyi sağlayan bir yönteme muhtaçsın. Bu yöntemin disipline edici kanunları vardır. Bu kanunları araç edinen herkes doğru düşünme ve doğru ifade etme imkânına erer. Onlara riayet etmediği zaman da düşünme ve ifade de doğru olandan sapar. (Sayfa 68)
Eğer akıl sabit bir zat olsaydı gelişmezdi. Gelişme gösterdiğine göre onun fiil olması gerekir. Hatta akıl, fiil yapısına başka her şeyden daha çok delalet etmektedir. (Sayfa 70)
Çünkü geleneksel tasavvura göre felsefe, tümel, soyutlayıcı ve burhani bir bilgidir. Bana göre felsefeye ilişkin bu nitelemelerin (tümellik, soyutluk, burhanilik) yerine dillerin çokluğu ve farklılığı ilkesi üzerine kurulu tercümenin sıfatlarına uygun yeni nitelikler ikame etmek de zorunludur. (Sayfa 114-115)
Mantıkta önceden aklın sadece üç ilkesi vardı: Özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü halin imkânsızlığı. Fakat günümüzde bu meşhur ilkelerin birinin veya birkaçının gereksiz sayıldığı mantık sistemleri vazedebiliyoruz. Bu yeni mantık sistemlerinde aynı şeyin, kendisi olmayabileceğini (dönüşebilen anlamında), “Hem A, hem A- olmayan” olabileceğini (çelişik olan anlamında) ve aynı şeyin “Ne A, ne A- olmayan” olabileceğini (ortada bulunan anlamında) doğru kabul edebiliyoruz. (Sayfa 137-138)
(Dini Amel ve Aklın Yenilenmesi kitabı) Bu kitapla ulaşmak istediğim birinci maksadım, ruhi tecrübenin –nicedir zihinlere aşılanının aksine- hiçbir şekilde rasyonel bilgiyle çatışmadığını beyan etmektedir. Tam aksine bu tecrübe, akli bilginin zenginleşmesini ve onda derinleşmeyi sağlayan sebeplerden biri olabilir. (Sayfa 142)
Bu meselede ben İbn Rüşd’e -ondan önce de ibn Bâcce’ye- tamamen muhalifim. Zira o, amele taalluk ettiği için sufi tecrübenin nazari bilgiye hiçbir faydasının olmadığını ileri sürmüştür. Bunun sebebi de onun -Aristoteles’i taklit ederek- nazar ve ameli birbirinden kategorik şekilde ayırmayı doğru kabul etmesidir. Bu görüş hayli geçersiz olmakla maluldür. Çünkü amel, ne olursa olsun, nazarı mütemadiyen etkiler. Nazar da bu ameli tesir altında biteviye araçlarını genişletir, yapılarını geliştirir. Öyle ki amel mertebelerinde yükseliş kaydedildikçe bu etki de giderek artar. Buna mukabil amel ise gitgide ince ve şeffaf hale gelir. Örneğin, hiç kimse duyusal amelin akli nazarı etkilediğini inkâr edemez Duyusal amel ise tek dereceden müteşekkil değildir. Tam aksine çoklu ve çeşitli derecelerden meydana gelir., Bu duyusal derecelerde yükseliş katedildikçe onun nazar üzerindeki tesiri de artar. Madem durum bu, o zaman duyusal amelden daha ince ve şeffaf olan ruhsal amel hakkında ne demeli? Elbette ki onun akli nazar üzerinde daha nüfuzkâr ve baskın bir etkisi vardır. (Sayfa 143)
Şeylere yönelik gerek enfüsi gerek afaki yönden olsun estetik bir bakışı olmayan bir insanın kâmil bir insan olacağını sanmıyorum. Çünkü insan iki boyutludur. Bunlardan biri celali boyuttur ki bir insana karihasının ürettiği ilim, fikir, mantık, sanat ve başka bakımlardan güç veren hakikatlerden meydana gelir. Diğeri cemali boyuttur. Bu da gerek edebiyat gerek resim gerek tiyatro gerek musiki ve gerekse diğer benzer alanlarda insan yeteneğinin ortaya çıkardığı rikkat kazandırıcı değerlerden teşekkül eder. Kâmil insan hem özel hem genel hayatında bu iki boyuta bir arada sahip olmalıdır. Zira kâmil insan ol kimsedir ki, dengeli ve ayarındadır. O, güçlü olduğu kadar rikkat sahibidir. Çünkü onun kuvveti aklından, rikkati zevkinden gelir. Bu yüzden ister büyük ister küçük olsun her birey, celal eğitimi esnasında aynı zamanda cemal üzerine de eğitilmelidir. Zira ancak bu suretle kişiliğinde denge ve kıvam sağlanır. (Sayfa 148)
Ben eğer bir gün şiire dönecek olursam benim bundan muradım sözün ilk hâlini konuşmaya dönmektir. Çünkü şiir, insan fıtratının en yetkin halinden çıkan sözdür. O halde şiire dönüşüm esasen insaniyetimi olgunlaştırmak için olur. Bir insan, insanlığını kâmil kılmaya şevk ve heyecan duyduğu kadar başka bir şeye iştiyak duyabilir mi? (Sayfa 151)
Zira hakikat şudur ki, ahlak insandaki insanlığın bizzat kendisidir. (Sayfa 158)
Bir Müslüman, kendisinde insanlığın en kâmil şeklini gerçekleştirmeye diğer herkesten daha fazla önem vermedikçe hakiki bir Müslüman olamaz. (Sayfa 158)
Aktaran: Mücahit Emin Türk
1 Yorum