Siz hâlâ Genç Werther’in Acıları’nı okumadınız mı?
***
İyi ki orada değilim! İnsan kalbi ne anlaşılmaz, ne acayip bir şeymiş meğer, sevgili dostum. Seni böylesine severken, hep senin yanındayken soluğunu hissederken… Şimdi ayrıldığıma nasıl da seviniyorum! Olacak şey mi bu? Fakat beni sevdiğini, gidişimi anlayışla karşılayacağını ve beni bağışlayacağım biliyorum. Oradaki diğer bütün ilişkilerim, sanki kader tarafından benim bu hassas yüreğimi iğnelemek için, özellikle karşıma çıkarılmış değil miydi? Zavallı Leonore! Fakat yine de benim hiçbir suçum yoktu! Kız kardeşinin o nazlı, şımarıkça çekiciliği ile gönlümü eğlendirirken, diğer yandan onun zavallı yüreğine böyle bir tutkunun yerleşeceği aklıma gelir miydi? Acaba yine de masum sayılabilir miyim? Onun duygularını ben alevlendirmedim mi? Aslında hiç gülünç olmadığı hâlde çoğu zaman bizi gülümseten o saf duygularını, abartısız heyecanları dışavurumlarından hoşlanmıyor muydum? Ben değil miydim? Ne garip, kendinden yakınan yakınabilen insanlar ne anlaşılmazdır. Sevgili dostum! Sana söz veriyorum; artık kendime çekidüzen vereceğim. Her zaman yaptığım gibi, kederlerimi her zerresine varıncaya dek çekip durmayacağım. Ve geçmiş, benim için anılarda kalacak.
Evet dostum, kuşkusuz sen haklısın. Eğer insanlar sürekli geçmişteki acıları canlandırmak uğruna bu denli çaba harcayacaklarına, -Neden böyle olduklarını Allah bilir- hâllerinden memnun olsalar, kayıtsız bir şimdiye katlansalardı, çektikleri acı daha az olurdu.
Anneme, işlerini yoluna koyacağımı ve en yakın zamanda da ona bu konuda haber göndereceğimi iletmeni rica ediyorum. Teyzemle konuştum. Her şeyden önce, anlatıldığı gibi hiç de kötü bir kadın olmadığını gördüm. Çok iyi kalpli, hareketli ve tezcanlı bir kadın. Miras payı konusunda annemin şikayetlerini ona anlattım. O da bana kendi görüşünü aktardı, mirasın geri kalanım ve hatta istediğimizden daha fazlasını nasıl verebileceğini açıkladı. Kısacası, anneme her şeyin düzeleceğini söyle. Şu anda bu konuyla ilgili daha fazla yazmak istemiyorum sevgili dostum; ancak bu küçük iş dolayısıyla şunu anladım, dünyada karışıklıklara yol açan şeylerin belki de hile ve kurnazlıktan çok yanlış anlamalar ve tembellik sebep oluyor. En azından ilk ikisine daha seyrek rastlanıyor.
Burada, kendimi oldukça iyi hissediyorum. Böylesi tenha yerlerin dinginliği hasta ruhum için bulunamaz bir şifa kaynağı oluyor. Her şeye canlılık veren baharın türlü güzellikleri, benim kolayca ürperiveren yüreğimi coşturuyor. Her ağaç, her çalılık bir çiçek demeti âdeta. Bu güzellik denizinde yüzmek, ondan doyasıya keyif alabilmek için insan kelebeğe dönüşmek istiyor.
Kentin içine pek de hoş denemez; fakat etrafına eşsiz bir tabiat güzelliği hâkim. Bu yüzden Kont M., sağlığında, her biri değişik şekillerde yanyana sıralanarak dalgalanan ve aralarında güzel vadiler oluşturan tepelerin birine bir bahçe yaptırmış. Bahçede hiçbir gösteriş belirtisi yok; daha ilk bakışta, bahçe plânım usta bir bahçıvanın değil, bu güzelliğin tadını çıkarmak isteyen duyarlı bir yüreğin çizdiği hissediliyor. Yıkılan odasında, Kontu düşünerek birçok kereler gözyaşı akıttım. Eskiden onun çok hoşlandığı bu yer, şimdi de benim en sevdiğim yer oldu. Yakında bahçe benim olacak. Birkaç günden beri bahçıvan bana dostça davranıyor ve varlığımdan ona bir zarar gelmeyeceğini de anladı elbette.
10 Mayıs
Beni şaşırtan bir neşe bütün ruhumu sarıyor. Tadını doya doya çıkardığım tatlı ilkbahar sabahlarını andırıyor. Yalnızım. Sanki benim gibiler için yaratılmış bu yerde bulunmanın keyfini çıkarıyorum. O kadar mutluyum ki dostum! Dingin bir varoluş duygusuna öylesine gömülmüşüm ki, yeteneklerim, sanatım bundan zarar görüyor.
Değil resim yapmak tek bir çizgi bile çizemem şu sıralar ama yine de hiçbir zaman bugünlerde olduğum kadar büyük bir ressam olamadım.
Vadimde sisler yükselir, tepedeki güneş, ormanımın geçit vermez karardığının yüzeyine vurduğunda ancak birkaç ışık bu derin, gizli mabede bir hırsız gibi girerken; şırıldayan derenin kenarındaki uzamış otların içinde yere uzanarak, toprağa daha çok yaklaşınca topraktaki binlerce bitki türünü şaşkınlıkla izliyorum. Otlar arasındaki küçük âlemin kaynaşmasını, küçük kurtların ve böceklerin bilinmeyen sayısız şekillerine yürekten yaklaştığımda, bizi kendine uydurarak yaratmış olan büyük ve ucu bucağı belirsiz güce, sonsuz sevinçler içinde yaşamımızı devam ettiren sevgi kaynağının soluğuna yaklaşırım. Evet, sevgili dostum! İşte o zaman sonsuz sisler kaybolur ve gözlerimin önünde canlanır âlemlerin iç yüzü, gökyüzünü bir sevgilinin hayali gibi düşünürüm, işte o zaman, çoğu kez bir özlem duyuyorum ve şöyle haykırıyorum: “Keşke bu hislerimi anlatabilseydim! İçimde çağlayıp taşan bu canlılığa bir kâğıtta can verebilseydim! Ruhun sonsuz, yüce bir varlığın aynası olduğu gibi, kâğıt da ruhumun aynası olabilseydi…” Fakat dostum, çırpınmak bir işe yaramıyor. İçimdeki bu hislerin ağırlığı beni yıkıyor.
12 Mayıs
Bilmem buralarda aldatıcı periler mi kol geziyor yoksa içimi sıcak, ilahi bir hayal gücü mü doldurdu, her yeri cennete çeviriyor. Kentin kenarında bir pınar var, Melusine ve kız kardeşlerini tutsak eden o çeşme gibi, ben de bu pınarın güzelliğine vuruldum. Küçük bir tepeden aşağı inince bir kemerin önüne gelirsin. İçeri girip yirmi basamak indikten sonra, mermer kayalıkların arasında kaynayan dünyanın duru suyuna rastlarsın. Yukarı da burayı çevreleyen küçük duvar, dört bir yanı gölgeleyen yüksek ağaçlar, o serinlik, her şey öylesine çekici, o denli ürpertici ki! Bir saatçik bile olsa, oraya oturmaya girmediğim tek bir gün yoktur. Sonra kentin kızları su almaya gelirler oraya. Bir zamanlar bu önemsiz ama en gerekli, işe kralların kızları bile anlayışla bakardı. Burada otururken düşüncelere dalar, atalarımızın çeşme başında nasıl karşılaştıklarım, ilk tanışıklığın heyecanını sonra da evlenmelerini düşünürüm, çeşme ve pınar başlarında her zaman iyilik perilerinin dolaşması belirir gözümün önünde. Bunları hissedemeyenler, yakıcı ve sıcak bir güneşin altında bir çeşmenin serinliğini hiç tatmamış olsalar gerek.
13 Mayıs
Kitaplarımı göndermeni isteyip istemediğimi soruyorsun. Sevgili dostum, Allah aşkına, onları benden uzak tut! Benim artık yönetilmeye, cesaretlendirilmeye, coşmaya ihtiyacım yok. Bu yürek kendi kendine de yeterince kaynıyor. Bana şimdi ninni gerek. Onu da bol bol buluyorum Homeros’ta. Kaç kez kaynayan kanımı Homeros okuyarak sakinleyebildim; çünkü benimki gibi hoppa ve uçarı bir yürek görüşmemiştir. Bunları sana mı, söylüyorum, dostum? Sen ki benim tehlikeli bir durgunluktan coşkun bir sevince, tatlı bir hüzünden azgın bir çarpıntıya düştüğümü görmek senin sık sık katlanmak zorunda olduğun bir yük değil miydi?
İşte bunun için kalbimi hasta bir çocukmuş gibi nazlandırıyorum ve beni sürüklediği şımarıklığa izin veriyorum; fakat bunu kimselere anlatma; çünkü bunu büyük bir suç, büyük bir günah gibi görenler yok değil.
(Genç Werther’in Acıları’nın giriş bölümü)