Künye: Gazâlî Muhafazakâr ve Modern – Prof. Dr. Yaşar Aydınlı, Emin Yayınları, Bursa, 2013, 2. Baskı.
***
Gazâlî’yi, İslâm’da dini düşüncenin tarihindeki hassas konumuna yerleştiren en önemli unsur, belki de, felsefî akla yöneltilmiş olduğu devrim niteliğindeki eleştiridir. (Sayfa 7)
İslâm dünyasında gelişen düşünce hareketlerinin tarihi seyrinin, belli bakış açılarından, Gazâlî –öncesi ve Gazâlî sonrası- şeklinde ayrılageliyor olması, onun düşünür olarak değerine işaret eden önemli bir göstergedir. (Sayfa 33)
Gazâlî’de dünyayı anlayarak, içerisinde yaşayarak aşma fikri yoktur. Onun yazılarında, dünya ile ahret arasındaki ilişki bir devamlılık ilişkisi olarak değil, bir karşıtlık ilişkisi olarak belirtilmektedir. Asıl aranması, talep edilmesi gereken ahrettir ve ahret dünyanın alternatifidir. (Sayfa 45)
Gazâlî’de bilginin nihai hedefi, uhrevi mutluluktur. O, bu mutluluğu, Allah’ı bilmekle, ‘marifetullah’la özdeşleştirecek bunun dışında kalan bilgileri değersiz saymakta veya bu bilgiye hizmet etmeleri açısından tâli bir değere sahip olduklarını belirtmektedir. (Sayfa 54)
Bilgi, asıl değerini, eylem (el-amel) için gerekli bir unsur olmasından almaktadır. (Sayfa 59)
Gazâlî’ye göre bilginin en son hedefi, insani mutlulukla aynı anlama gelen ‘marifetullah’tır. (Sayfa 60)
Şu halde duyuların yanılabilir olmalarına karşın, akıl hataya düşmekten uzaktır. Bu bağlamda Gazâlî, şu mevhum soruyu sormaktadır: “Eğer böyleyse, akıl sahiplerinin, görüşlerinde yanılgıya düşmüş olmalarının sebebi nedir?”. Gazâlî’nin cevabı şudur ki, bu görüşlerde, hayal, vehim, inanç ve zanna dayalı hükümlerin aklî hükümlerle karıştırılmış olması hataya yol açmaktadır. “Aksi takdirde, vehim ve hayalin örtüsünden soyutlandığında, aklın yanılgıya düşmesi tasavvur edilemez. Bilakis o, bunu gerçekleştirdiğinde, nesneleri hakikatlerine uygun olarak kavrar”. Fakat bu soyutlanmanın bu dünyada gerçekleşmesi son derece güçtür. (Sayfa 93)
İlahiyat meselelerinde kesin sonuçlara ulaşmış olduklarını öne süren Fârâbî ve İbn Sînâ gibi filozoflar, her şeyden önce, mantıkta öngörmüş oldukları kuralları metafizik alanında ihlal etmişler, yani kesin bilginin şartlarını yerine getirmemiş oldukları halde, kesin bilgiye ulaştıklarını iddia etmişlerdir. Söz konusu boyutlardan ikincisi ve daha önemlisi, bizzat aklin kendisine ve sahip olduğu bilme yeteneklerine ilişkin eleştiridir. Burada Gazâlî, aklın metafizik meseleleri ele almadaki tabii yetersizliğini dile getiriyor ve akıl için böyle bir teşebbüsün tamamen anlamsız ve boş olduğunu belirtiyor. Buna göre, bu alanda, ne şartlarına uygun olarak kullanıldıkları takdirde aklı hatadan kurtaracak mantık tekniklerinden, ne de aklın her hangi bir başarısından söz etmek mümkündür. Gazâlî, yukarıda da ifade edildiği gibi, kesin olarak öne sürmektedir ki, akıl metafiziksel olanı kavramaktan acizdir. (Sayfa 151)
Gazâlî’nin ilahi hakikatlerin keşfinde aklın etkisiz ve yetkisiz olduğuna dair görüşü, söz konusu hakikatlerin kesin bilgisinin insan için imkânsız olduğu anlamını içermemektedir. Ona göre, bu hakikatleri tanımak ve onlar hakkında kesin bir tatmin elde etmek, insan için imkânsız değildir. Onun imkânsız gördüğü ve Tehâfül’te fikri bir ifade kazandırdığı husus, salt aklın böyle bir tatmini hiç bir zaman gerçekleştiremeyeceğidir. (Sayfa 152)
Ya aklın dünyasının üzerinde, bu dünyanın prensiplerine tamamen tezat teşkil eden bir başka dünya varsa? (Sayfa 154)
Gazâlî’ye göre, tasavvuf yolunun ilk şartı olan temizlik kalbin, bütünüyle Allah’ın gayrından arındırılmasıdır. Bu yolun anahtarı, kalbin tamamıyla Allah’ın zikrine adanması, sonu ise, aslında sona giden yolun başlangıcı olan “fena fillah”tır. Müşahede ve keşifler, bu yola girildiği andan itibaren başlar ve melekler ve peygamberlerin ruhları, uyanıklık hallerinde bile müşahede edilir, sesleri işitilir ve onlardan çeşitli yararlar sağlanır. Bir sonraki aşamada, suretlerle misallerin müşahede mertebesinin üzerine yükselme gerçekleşir ve artık anlatılamayacak haller yaşanmaya başlar. (Sayfa 158)
Bilgi, ilahi hakikatlerin ‘levh-i mah fuz’daki varlığının insan kalbine bir yansımasıdır. Bu mistik anlam çerçevesinde Gazâlî, bir taraftan ‘ilim’ yerine ‘irfan’ ve ‘marifet’i koyarken, bir taraftan da akıl yerine kalbi koymaktadır. Aklî bilgi insanın kendisine ait olup iktisabi bir özellik taşırken, kalbî bilgi, yani keşf ve ilham, bir ‘mazhar olma’ anlamını taşımaktadır. Burada süjenin temel işlevi, dünyadan ve ilgilerinden yüz çevirmek suretiyle Allah’a yönelme ve sürekli zikirlerle kalbi kötü sıfatlardan temizleyerek, ilahi bilginin akışına müsait hale getirmekten ibarettir. (Sayfa 158)
Gazâlî, bâtınî keşfi, Kitap ve Sünnet kavramları çerçevesinde bir temele oturtmaya çalışmaktadır. Onda bâtınî keşf, vahyin kesin olarak tasdikinin bir aracı durumundadır. Gazâlî, bu yönüyle hem Mu’tezile ve filozoflardan, hem de klasik kelamcılardan ayrılmaktadır. Şöyle ki, o, Mu’tezile âlimleri ve özellikle filozoflar gibi aklı otorite kabul edip, naklî ona tâbi kılmıyor, bilakis aklın harici bir yardıma yani vahye muhtaç olduğunu belirtiyor. Öte yandan, vahyin önermelerini aklî burhanlarla kanıtladıklarını öne süren kelamcılardan farklı olarak, bunların akıl ile değil, ancak mistik tecrübe ile doğrulanabileceklerini belirtmektedir. (Sayfa 160)
Aktaran: Mücahit Emin Türk