Fütûhât-ı Mekkiyye (3. Cilt)

Künye: Fütûhât-ı Mekkiyye, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, Çeviren: Ekrem Demirli, 3. Cilt, 8. Baskı: İstanbul, 2023.

***

*  (Hâlbuki) sadakayı alan fakir ve veren Allah olsa bile, Rahman’ın eline düşen sadaka örneğini hatırlayabiliriz. Sadakayı veren ve alan (olarak) Allah’ı gören insanın batında temizlenmesi gerekmez. Çünkü eşyanın temizliği Hak sayesinde gerçekleşir. Bu bilinçten uzaklaşıp (sadakayı) alanın kendisi olduğunu gören insanın kalbine Allah herhangi bir bilgi indirmemiş demektir. Böyle insan, kendisini görmekten ‘temizlenmelidir.’ (Sayfa 162)

* Hak onun kulağı ve gözü olsa bile, ilahi huylarla ahlaklanan bir insanın kendisini ahlaklanmış (iken) sorumlu ve yükümlü görmesi saygının bir gereğidir. Hak ‘onun kulağı ve gözü’ derken zamirde kulun varlığını da ispat etmedi mi? Öyleyse, dış varlığı ortadayken bu kul nereye gidecek? Onun ulaşacağı son nokta, mutlak varlığın heyulasında sınırlı bir suret olmaktır. Bundan öte, kula ait olabilecek yegâne mertebe yokluktur. Yokluk ise, suret kabul etmez. (Sayfa 164)

* Allah, manaların duyusal suretlere inmesi demek olan tahayyül ve berzah âlemini de yarattı. Manalar, kazanmış oldukları duyusal suretler nedeniyle gayb âleminden olmadıkları gibi şehadet âleminden de değillerdir. Çünkü onlar, soyut anlamlardır ve bu suretlerle görünmeleri ise, kendiliğinde manaya değil, onları algılayana ilişen geçici bir durumdur. Örnek olarak, bilginin süt, dinin kayıt, imanın ip suretinde görülmesini verebiliriz. (Sayfa 249)

* Güneş tam tepedeyken ise, (bâtınî yorumunda) ondaki gölgen gizlenir. Gölge, senin hakikatindir. Işık, bütün yönlerden seni kuşatmış ve içermiştir. Dolayısıyla, kendisine secde etmeni gerektiren bir şey belirdiğinde, söz konusu şeyin aynısı önünden, ardından, sağından, solundan ve üzerinden de ortaya çıkar. Bu durumda Allah, bütün yönlerinden seni çeker. Çünkü sen, bütün yönlerinden nursun. ‘Namaz da nurdur.’ Böylece nurlar nurlara girer. Bundan dolayı da namaz kılınmaz. (Sayfa 255)

* Şeyhimiz Ebû Medyen, genellikle şöyle derdi: ‘Müridin iradesindeki doğruluğun belirtisi, yaratıklardan kaçmasıdır.’ İnsanlardan kaçmak, Hira dağında ibadet etmek üzere insanlardan uzaklaşırken ve ayrılırken Hz. Peygamber’in halidir. Sonra şöyle derdi: ‘İnsanlardan kaçmasındaki dürüstlüğün belirtisi ise Hakkı bulmasıdır.’ (Sayfa 269)

* Kişi teorik araştırmanın hakkını verdiğinde, ‘idrak edememeye’ ulaşır ve ona inanır. Ortada sadece acizlik vardır. Hak ise, gayret gösterdikten (içtihat) sonra herkesin inancındadır. Allah şöyle buyurur: ‘Allah ile beraber hakkında delili olmadığı başka bir ilaha dua eden kimse’ Anlayasın! Hak, ‘kulunun kendisi hakkındaki zannına göredir.’ Şu var ki mertebeler, derece derecedir. Allah ise, kullarının birinin (inancında) bulunup diğerininkinde bulunmamasına yol açacak şekilde kendisini zabt eden bir nitelikte sınırlamayacak kadar geniş, yüce ve büyüktür. (Sayfa 279)

* Kâbe’nin bulunduğu yöne doğru yönelen kimse, -kendisine emredildiği gibi- kalbinde, duyusunda ve hayalinde Rabbine yönelmiş demektir. Bununla beraber insan, şanına yaraşır şekilde Allah’ı bilmekten mahrum kalır. Çünkü bir rivayette belirtildiği gibi, namaz kılan kişi ‘Kıblesinde Hak ile yüz yüze gelse’ bile Allah şöyle buyurur: ‘Allah arkalarından onları kuşatır.’ Binaenaleyh Allah, öne geçen ve doğru yolu gösterendir. (Sayfa 279)

* Allah’ı bilenlerin uykularında başlangıç derecesindeki müritlerin gördükleri nurları görmediklerine şahit olursun. Çünkü sulûke yeni başlayan kişi, amel ve hallerinin güzelliklerini zihninde canlandırır, böylece onların sonuçlarını görür. Bilginler ise yüce mertebenin lâyık olduğu davranışa karşı kusur ve ihmallerini görerek uyurlar. (Sayfa 284)

* Sûfîler, açlığı dört ölüm içinde beyaz ölüm diye isimlendirir. Beyaz ölüm, aydınlığa benzer. Çünkü Allah ehlinin dört ölümü vardır: Beyaz ölüm ki açlıktır. İkincisi kırmızı ölümdür, arzularında nefse karşı çıkmak demektir. Üçüncüsü yeşil ölümdür. Yeşil ölüm, yamalı elbiseler giymektir. Dördüncüsü siyah ölümdür. Siyah ölüm, yaratıkların sıkıntısına, hatta her türlü ezaya katlanmaktır. (Sayfa 291)

* Yeryüzü bu kadar değersiz iken, bedenimizdeki en kıymetli organımızı -ki yüzdür- onun üzerine koymak ve onu toprağa sürmek bize emredildi. Allah hor varlığın -ki kuldur- kendisine temas etmesiyle yeryüzünün kırıklığını onarmak için bunu emretti. Böylece secde sayesinde kulun yüzü ile toprağın yüzü bir araya gelmiş, yeryüzünün kırıklığı onarılmıştır. Allah, kalbi kırık olanlarla beraberdir. (Sayfa 292)

* Bilgi en şerefli makam, sevgi ise en şerefli haldir. İki makamı, yani sevgi ve bilgiyi kendinde birleştiren ise, tecelli edenden dolayı tekrarlamayı, tecelli edilenden dolayı da tekrarın olamayacağını kabul eder. Binaenaleyh böyle bir insan, farz ya da nafile her namazı ilk olarak kılar. (Sayfa 293)

* Tevazu (alçalmak), ancak bir yükseklikten olabilir. Bayağı bir nefsin görünüşteki tevazuu tevazu değil, sadece nefsin zayıflığıdır. Dolayısıyla, o tevazu olmaz. Bunun bir örneği, yokluğun yokluğudur. Yokluğun yokluğu, varlığın ta kendisidir. (Sayfa 306)

* Bir şeyi Hak’tan meydana çıkışı bakımından görmek, ‘gördüğüm her şeyden önce Allah’ı gördüm’ diyen Ebu Bekir’in sözüdür. Bu görme türlerinden herhangi birine sahip olmayan kimse, gerçekte namaz kılmış değildir. Namaz kılmamışsa, Hakka münacat etmiş de değildir. Öyleyse Hak ile sözlerle değil, O’nun karşısında huzur ve bilinç sahibi olmakla konuşulur. (Sayfa 309)

* Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: ‘Allah’ım! Sende hayretimi arttır.’ Yani bana öyle bir şekilde tenezzül et ki, sana ve şanına yaraşan nitelikleri algılamaktan acizliğini öğrensin diye, akıl onu her bakımdan imkânsız saysın. (Sayfa 324)

* Her insan, Allah’a başkasından farklı bir şekilde inanır. Başka bir ifadeyle her şahıs, Rabb olduğuna inandığı rabbini teşbih eder. Nice kimseler vardır ki, başkasının inandığı Rabbe inanmaz. Bir insanın Rabbine nispet ettiği özelliklere göre inandığı tasavvur, başka bir insana göre Rabble ilişkilendirilemeyecek özelliklerdir ve bu nedenle başkasını kâfir sayar. Bir insan Allah’ı herkesin inancıyla mutlak anlamda teşbih ve tenzih etseydi, kendisinin Hakkı tenzih ettiğine inanmayan bu şahsın da Hakkı teşbih ettiğine inanırdı. Bu nedenle herkes, kendi inancının gereğini Allah’a izafe etmiştir. (Sayfa 343)

* Fikir insanın kendisi gibi bir yaratılmış ve Allah’ın onda yarattığı güçlerinden biridir. Allah bu kuvveti akla hizmetçi yapmıştır, akıl ise bu gücün verisinde onu taklit eder. Hâlbuki onun kendi mertebesini aşamadığını ve gerçekte hafıza, musavvire, tahayyül gücü gibi bir gücünün bulunmadığını bildiği gibi dokunma, tatma, koklama, duyma ve görmeden ibaret olan güçlere de sahip olmadığını bilir. Bütün bu eksiklere rağmen akıl, rabbini bilmede o gücü taklit eder de kitabında ve peygamberinin diliyle kendisi hakkında bildirdiği şeylerde rabbini taklit etmez. İşte bu, âlemde meydana gelmiş en tuhaf yanlışlıklardan biridir. (Sayfa 374)

* Bilmelisin ki: İnsan kendiliğinde bir âlemdir. Hacim bakımından küçük olsa bile, anlam bakımından çoktur (büyük). Bu nedenle ‘ancak sana ibadet ederiz’ şeklinde çoğul ifade kullanılır. Burada organları, iç ve dış kuvvetleri öne geçenlerin hükmüne boyun eğdirdi. Öne geçenler ise, akıl, nefs ve arzu gücüdür. Her biri, belirli bir vakitte cemaate imam olur. Bütün itaatler akla, mübahlar nefse, itaatsizlikler ise arzu gücüne yakınlaştırır. (Sayfa 401)

Edebifikir

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir