Fütûhât-ı Mekkiyye (2. Cilt)

Fütûḥâtü’l-Mekkiyye, İbn Arabi hazretlerinin kendisine Mekke’de gelen ilhamları bilgiye dönüştürdüğü en geniş eseridir. Öyle ki noktasına varıncaya kadar kitaptaki tüm bilgilerin ilham-ı ilahiye dayandığını söyler. Zaten kitap okunduğunda, farklı bir metin olduğu görülür. Yazım süreci 31 yıl süren Fütûhât’ın ilk nüshasını İbn Arabî’nin Kâbe’nin damına koyduğu, bir yıl boyunca orada kalan esere yağmura rağmen hiçbir şey olmadığı anlatılır. Prof. Dr. Ekrem Demirli tarafından 18 cilt olarak Türkçe’ye çevrilen eserin bazı ciltlerinin kitap notlarını peyderpey yayınlayacağız inşallah. Feyzinden nasipdar olmak dileğiyle…

***

Künye: Fütûhât-ı Mekkiyye, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, Çeviren: Ekrem Demirli, 2. Cilt, 8. Baskı: İstanbul, 2023.

* Her insan, kalbinde hareket ve duruşlarında düşüncelerin değiştiğini gözler. Yukarı ve aşağı âlemde meydana gelen her değişim, o varlığa dönük özel bir tecelliyle gerçekleşen ilâhî yönelişten kaynaklanır. Söz konusu şeyin o tecelli yönünden (Hakka) dayanması, kendi hakikatinin gereğine göredir. (Sayfa 14)

* Sıfatlar, nispet ve izafetlerdir, onlar ise var olmayan durumlardır. Ortada her bakımdan bir olan tek zat vardır. Bu nedenle işin sonunda kulların rahmete mazhar olması ve onlar hakkında rahmetten yoksunluğun sonsuza dek sürmemesi caizdir. Çünkü Allah’ı böyle bir şeye zorlayacak kimse yoktur. (Sayfa 20)

* İnsanın bilgisinin ilimler içindeki değeri, bildiği şeyin değeri kadardır. O da bilinenler içerisinde zattır. Teheccüd bilgisine bütün isimlerin bilgisi taalluk eder. Bu meyanda ona en layık isim ise ‘uyku ve dalgınlığın kendisine gelmediği’ -ki bu bir anlamda yakarış halindeki kuldur- el- Kayyûm ismidir. Böylece teheccüde kalkan kişi, isimleri ayrıntılı olarak öğrenir. Başka bir ifadeyle her isim, o ismin hakikatini gerektirdiği şekilde içermiş olduğu mevcut ve var olmayan sırların bilgisini verir. (Sayfa 25)

* Son dereceye ulaştığında Hak zatıyla bâtınına zuhur eder ve artık zâhirinde tecelli kalmaz. Bunun nedeni, kul ve Rabden her birinin kendisine mahsus varlığının yetkinliğinde bulunmasıdır. Binaenaleyh söz konusu artış ve eksilişe rağmen, kul her zaman kul, Rab her zaman Rab’dir. (Sayfa 30)

* İnsan Rabbine yönelik miracında yükselirken çözünüp yol sürecindeki her oluş, kendisine uygun parçayı insandan aldığında arkasında ondan geriye sadece Allah’tan bulunan bir sır kalır. Artık insan, Allah’ı ancak o sır vasıtasıyla görür, sözünü ancak bu sır vasıtasıyla duyar. (Sayfa 33)

* Allah’tan başka her şey Allah’tan olduğuna göre her ilmin aslı ilâhî ilimdir. (Sayfa 37)

* Remiz ve simgeler, lafzın zahirinin, söyleyenin amaçlamadığı bir anlamı verdiği her sözdür. İşte varlıkta âlemin yeri de böyledir. Allah onu âlemin kendisi için yaratmamış, Allah için yaratmıştır. Hâlbuki âlem, yaratılmış olduğunun dışındaki bir gayeyle ilgilenmiş, Yaratan’ın maksadına aykırı davranmıştır. Bu nedenle diğerlerinden hal bakımından daha iyi durumdaki bir grup âlim şöyle der: ‘’Allah bizi bizim için yaratmıştır.’’ Muhakkik ve kul olan ise böyle söylemez, aksine şöyle der: ‘’Allah bizi bize bir ihtiyaç duymadan kendisi için yarattı. Dolayısıyla ben, Rabbimin simgesi ve remziyim!’’ (Sayfa 49)

* Allah’ı bir neden için arayan kişi, talep ettiği şeye aittir ve Allah’tan aradığından başka bir şeyi elde edemez. (Sayfa 49)

* Arifin kim olduğu sorulduğunda adamlardan biri, onları nitelerken şöyle demiştir: “Arif, dünya ve ahirette yüzü kara kimsedir.” Bu ifadesiyle, sözü edilen grubun halleri hakkında zikrettiğimiz şeyi kastetmişse, o zaman ‘yüz karalığı’ deyimiyle, arifin dünya ve ahirette bütün vakitlerini Hakkın tecellilerine ayırmasını kastetmiş olmalıdır. Bize göre insan, kendisine tecelli ettiğinde Hakkın aynasında kendisinden ve makamından başkasını göremez. İnsan, var olanlardan biridir ve oluş, Hakkın nurunda karanlıktır. Dolayısıyla insan, ancak kendi karanlığını görebilir. Çünkü bir şeyin yüzü, onun zatı ve hakikati demektir. (Sayfa 70)

* Hakka yaklaşmak seyr ü sulûk sayesinde mümkün olunca, O’nun özelliği, yolda kendisini rehber edinelim diye en-Nûr olmuştur. Allah şöyle buyurur: ‘’O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır.’’ Kara, beden amelleriyle ortaya çıkan sulûk iken, nefsî amellerle manevî ve bâtıni suluktur. (Sayfa 100)

* Takva da irfan bilgisine yardım etmeseydi, hiç kuşkusuz, Allah hakkında bilgi de kesilirdi. Takva ve bilgi ilişkisine ‘Allah’tan korkun, O size gerekli olanı öğretir’, ‘Allah’tan korkarsanız, size bir Furkan verir’ gibi ayetlerde işaret edilir. Öyleyse yağın ışığı yağda gizli ve ona yüklenmiştir. Lambanın ışığı sürsün diye görünmeyen ince bir bağ içinde ince bir anlam bu ışıktan yayılır. (Sayfa 103)

* (Başkalarının getirdiği bilgiyi veya bu bilgi nedeniyle onların dindarlığını) İnkâr etmek, Efrad’ın özelliği değildir. Çünkü onlar, her işte öncelik sahibidir. Dolayısıyla kendileri inkâr edilir, fakat onlar inkâr etmez. Cüneyd (el-Bağdadî) şöyle der: ‘Bir kimse, bin güvenilir insan tarafından zındık diye suçlanmadıkça hakikat derecelerine yükselemez.’ Onların inkâr edilişi, Allah’tan sadece kendilerinin bildiği şeyleri öğrenmiş olmalarından kaynaklanır. (Sayfa 123)

* Bilmelisin ki, Bir toplam, tek başına kalıp başkasıyla birleşmediğinde her tekil hakikatten farklı bir anlama sahiptir. Misal olarak kara boya ile mazı arasında mürekkebin siyahlığını verebiliriz. Bu meyanda Allah kendisinden olan ile katından olanı ayırt etmiştir. Allah belirli bir grup hakkında şöyle der: ‘Allah en hayırlısı ve en kalıcısıdır.’ Burada ifade üstünlük bildiren kalıpla gelmiş ve (aralarında) bir ilişki yoktur. Nitelikleri belirli bir grup hakkında ise demiştir ki, ‘’Allah katında olan daha hayırlı ve daha kalıcıdır.’ Allah’ın katında olan Allah’la aynı olmadığı gibi hüviyetinin aynı da değildir. O halde iki grup arasındaki fark, iki mertebe arasındaki farktır. (Sayfa 137)

* Allah’ın, basiretini nurlandırıp ölümden önce dünyada rüyasını tabir eden kimse kurtuluşa ermiş demektir. Böyle bir insan, dünyada bir rüya görüp sonra rüyasında uyandığını ve gördüğü şeyi uykusunda gördüğü bazı kimselere anlatan kimseye benzer. (Sayfa 145)

* İlâhî varidin getirdiği bilgileri algılarken insanın yönetici ruhu bedeni yönetmekten uzaklaşırsa, bedenin ayakta durmasını ve oturmasını sağlayan bir şey kalmaz, beden aslına döner. Bu durum, döşekte olsa bile yatmak diye ifade edilen toprağa yapışmaktır. Çünkü döşek, insanın toprağa ulaşmasını engeller. İnsanın ruhu bu algılayıştan ayrılıp varid rabbine döndüğünde ruh tekrar bedeni yönetmeye döner. Böylece onu ayağa kaldırır. İşte vahiy alırken peygamberlerin sırtüstü yatmalarının nedeni budur. (Sayfa 155)

*  İhlas, niyet demektir. Bu nedenle Allah ihlaslı olanlar (muhlisîn) demekle yetinmeyip O’nun için ihlaslı olanlar diyerek sınırlamıştır. İhlas, istihlas kelimesinden gelir. İnsan, niyetini şeytan karşısında da halis yapıp ihlaslı diye isimlendirilebilir. Bu durumda onun amelinde Allah’a ait bir şey yoktur. Bazen insan, Allah’a koştuğu ortaklar için ihlaslı olabilir, bazen Allah için ihlaslı olur. Bu nedenle Allah şöyle buyurur: ‘Dini O’na tahsis ederler’, başkasına veya ortaklık hükmüne tahsis etmezler. (Sayfa 156)

* Amelde niyet, kelimedeki anlama benzer. Çünkü kelime, özü gereği istenilen bir şey değil, içerdiği şey nedeniyle istenilendir. (Sayfa 256)

* Eksiklik ve yanılma, duyulardan değil, hüküm verenden -ki o akıldır- meydana gelir. Çünkü duyuların algısı, hakikatleri bunu verdiğinde zorunludur. Akıl da zorunlu olarak idrak ettiği şeyde yanılmaz. Duyular veya fikir vasıtasıyla idrak ettiği şeyde yanılabilir. O halde duyu, asla yanılmaz ve idraki zorunludur. (Sayfa 163)

* Hakkın nur (ışık) adıyla isimlendirildiğini, hâlbuki karanlık ile isimlendirilmediğini görmez misin? Çünkü ışık, varlık; karanlık, yokluktur. Karanlık, ışığa baskın gelemez, baskın olan ışıktır. Tıpkı bunun gibi yaratılmışlar da Hakka baskın gelemez: Galip olan, Haktır. Böylece Allah kendisini en-Nur diye isimlendirmiştir. (Sayfa 171)

Edebifikir

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir