Eric Carle’nin “Aç Tırtıl” Masalının Çözümlenmesi Üzerine Bir Deneme

Masal, aç bir tırtılın kendini doyurmak için besin arayışı ile başlar ve bu arayış masal boyunca sürer. Masaldaki aç tırtıldan kasıt, insanın çocuk halidir. Çocuklar da tıpkı aç tırtıl gibi meraklı bir doyumsuzlukla kendilerini mutlu ve tatmin edecek bir bulma ve keşif halindedir. Masaldaki ağaç, aileyi temsi etmektedir ki tırtılın kendini bulduğu ve beslenmeye, yaşamaya başladığı ilk mekân bu ağaçtır. Toprak ise ağacın doğduğu rahme, ilahi güce işaret etmektedir.[1] Diğer bir deyişle toprak, insanın temiz fıtratı yani içte her daim mevcut olan inanma potansiyelinden mülhemdir. Ağacın kökü toprağa uzanır ve topraktan aldığı kuvvet ve besin ile dallarında meyveler yetişir.

Aç tırtıl, önce topraktan ve ağaçtan yani özünden ve soyundan kanına işleyen besinlere (sağlıklı ve insanı besleyip geliştiren, vücut dinamiğini iyileştiren, onaran, güçlendiren) yönelerek kendini doyurmaya çalışmaktadır. Elma, armut, çilek, portakal, erik ve benzeri meyveleri üçer beşer yemekte ancak asla doymamaktadır ve aç biilaç gezinmekte, onu doyuracak, bedenini, kendisini mutlu edecek yiyecek arayışını sürdürmektedir.

Çocuklar, tıpkı aç tırtılın ağacın gövdesinden dallanarak yetişen meyvelerle beslenmesi gibi ailesinin soyundan onlarca kişi ile kendiliğinden bir ilişkinin içine doğar ve ailesinin diğer yakın çevresi ile iletişim halinde olup yakınlık kurar. Bu yakınlık ona bir süre iyi gelecektir ve bütün benliğiyle besleyip büyütecektir. Çocuk bir zaman sonra bu ilişki yumağının bir diğer ucundan çıkarak kendini çözmeye başlayacak ve tek bir ip halinde diğer ilişkiler, renkler, sesler, tatlar dünyasını arşınlayacaktır. Nitekim aç tırtıl; elma, armut, çilek, portakal ve benzeri meyvelerle doymayınca cumartesi boyunca bünyesini sırasıyla çikolatalı pasta, dondurma, salatalık, kaşar peyniri, salam, lolipop, meyveli kek, sosis, üzümlü kek ve karpuz yiyerek doldurmuştur. Bu, aç tırtılın “Hangisi açlığımı giderecek?” denemesidir diyebiliriz.

Çocuk, ailesinden uzaklaştığı ilk safhada, bir deneme yanılma serüvenine atılacaktır. Daha önce tatmadığı duygular ve ilişkilerin baş kahramanı olmak arzusu ile yanıp tutuşacaktır. Aç tırtılın ağaçtaki meyveleri yemek ile doymadığında önce çikolatalı pasta yemesi gibi. Aç tırtılın tattığı lezzet zincirinde dikkat çekici iki nokta bulunmaktadır. Bunlardan ilki, aç tırtılın çikolatalı pasta ve dondurmadan sonra salatalık yemesidir ki salatalık, bağrında doğduğu ağacın meyvesidir. Çocuklar, her ne kadar vakit gelince ailesinden başka bir yönden yürümek istese de gittiği yolda, özüne işlenmiş ne varsa onun özlemini de yanında götürecek ve en kısa zamanda bu özlemi gidermek için o yolda biten ilk ağacın kokusuna gidecektir. Ağaçtan ayrılan aç tırtılın ağacın dışına çıkıp farklı yiyecekler denedikten sonra yine ağaçta yetişen bir meyveye yönelmesi bununla ilgilidir. Yiyecekler zincirinde fark etmemiz gereken ikinci nokta ise, aç tırtılın tekrar özünden dışarı çıkıp renkli ve doygunluk veren kaşar peyniri, salam, lolipop yedikten sonra bir dilim meyveli kek yemesidir. Aç tırtıl özündeki tatlarla (meyveler) özünün dışında yetişen tatları (kek) sentezlemiştir. Ağaçtan devşirdiği meyve tadını dış dünyada bulduğu kek tadı ile harmanlamış, yeni bir tat oluşturmuştur.

Zaman geçer ve bunca yiyecekleri artarda ve aralıksız yiyen tırtılın karnı çok ağrır. Ertesi gün, pazar günü, tırtıl yemyeşil, taze bir yaprak yer ve karnının ağrısı geçer.

Çocuk, her ne kadar dış dünyanın rengârenk büyüsüne kapılsa da, yaşadığı deneyim bazen acı verebilir ve dış dünyanın açtığı bu yarayı iyileştirmek için tekrar özüne, tırtılın yaptığı gibi ağacına döner. Orada, onu yemyeşil ve tazecik bekleyen yaprağın (annesinin) koynuna atılır, güven ve sağlık bulur, yarasını onarır.

Masalın sonuna doğru, karnı tamamen doyan tırtıl, kocaman ve şişman bir tırtıla dönüşür. Kendisine koza adında bir ev inşâ eder ve bu kozada bir delik açar. Bu delik, evin kapısıdır. Yalnızca evden çıkmak için oyulan bir kapı. Hayatın başlangıcından bu yana bu, böyledir. Annemizin karnından, annemize ait o kutsal kapıyı zorlayarak çıkarız. Dış dünyaya atılmak istediğimiz ilk erinlik çağımızda, evimizin kapısını ardına kadar çekip gideriz. Bir kapıdan girer, diğerinden çıkarız. Kaldığımız her evde kalma zamanımız tükendiğinde çıkmamız gerekir. Zamanında, olgunlaştığımızda ve hazır hissettiğimizde çıktığımız her kapı, aydınlık ve rengârenk bir dünyaya açılır. Oysa, zamanında çıkmadığımız her evin kapısı bizim üzerimize kapanır.

Bir çocuğun ailesi, çocuğu eve veya kendi dünyasına hapsedip dışa ve dışarıya açılmasına müsaade etmezse, yeni ilişkiler ve tecrübeler yaşamasını engellerse çocuk; aç tırtılın içinde doğduğu ağacın meyvelerini yeyip  asla doymadığı evrede saplı kalır ve gelişimi sekteye uğrar, aç bir tırtıl olarak yaşamını sürdürerek kelebeğe dönüşemez.

Masalın sonunda; kozasından dışarı çıkan tırtıl, rengârenk ve çok güzel bir kelebeğe dönüşür. Kanatlarındaki güç ve bin bir renk benekleri ile özgürce uçmaya ve görenlerin hayran kalacağı bir mevcudiyete kavuşur.

Tırtılın yediği zararlı yiyecekler, ailesini yumuşaklıkla terk etmesi onu rengârenk ve mutlu bir kelebeğe dönüşmekten nasıl alıkoyamadıysa; bir çocuğun yaptığı hatalar ve gösterdiği kusurlu hareketler onun güzel, ahlaklı ve her anlamda sağlıklı olmasına engel değildir. İbn-i Haldun’un “Günah ile irtibatını kesen kemâle eremez.” sözünden ilhamla; çocuğun yaptığı hatalar, işlediği kusurlar, kumaşı kesip biçim veren makas gibi ruhunu şekle sokmada bir araçtır. Bu aracı ortadan kaldırmak, kumaşın ham haliyle köşede çürümesine izin vermektir. Hâlbuki, çocuklarımız bizim giysilerimiz gibidir ve biz onları yansıtırız; onlar da bizi. Kumaşı ham haliyle üzerimize örtmeye uğraşmak ise utanç verici bir çıplaklıktan ve ilkellikten farksızdır.

Giyinmek için sadece kumaş yeterli değildir; makas da gerekir. İnsan olmak için yalnızca iyi huy ve güzellikler yeterli değildir; kusurlar, hatalar da gerekir. Bu, hep böyledir. Her şey zıttıyla kâimdir.

 

Ayşe Taçar


[1] Burada, ilahi gücün rahminden doğmaktan mana, Allah’ın Rahim sıfatı ile biz insanları irademizi kullanma, hidayet bulma ve kendimizi ebedi cennete hazırlama amacıyla dünyaya göndermesinden kasıttır. Nitekim Allah, Hz. Âdem’e merhamet ettiği için onu dünyaya göndermiştir ve Âdem’de -dolayısıyla biz insanlarda, dünyada vücut bulmamız ile- Allah’ın Rahim sıfatı tecelli etmiştir.

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Betül , 18/05/2024

    Hocam tebrikler, kitaba farklı bir bakış getirmişsiniz. “Boşluk” kitabını da çok severim. Onu da sizin kaleminizden okumak isteriz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir