Edebiyatın İyileştirici Gücü

Künye: Edebiyatın İyileştirici Gücü, Ahmet Sarı, Ketebe Yayınları, İkinci Baskı, Kasım 2020, İstanbul

***

Soruyu o zaman tekrar sormakta fayda var. Peki ama yazma yoluyla insan kendi delilik durumundan kurtulabilir mi? Şapka (Thomas Bernhard) adlı öyküde kardeşinin evinde kalan başkarakter kendi ile baş başa kalmak için tüm çalışanları yüklü para karşılığında, gönül rahatlığıyla memleketlerine gönderir. Bulunduğu ortamda kendiyle hesaplaşmak için koşullar yaratır. Kendiyle baş başa kalmak, ruhunu dinle/ndir/mek, ancak gürültüsüz ve sakin bir yerde mümkündür. Başkalarının varlığından uzakta, kalabalık olmayan yerde kendi içine, ruhuna sondaj gerçekleştireceğinden bir anlamda kendiyle baş başa kalarak, kendini bir köşeye kıstırma peşindedir. Kendi ruhuyla hesaplaşmak işte tam da budur. (s. 19)

Hölderlin’e delilik indiğinde, akıl hastanesine yattığında ve hastalığının iyileşmez olduğu kanısıyla artık oradan çıkması gerektiğinde ailesi, annesi ve kız kardeşi onu kabul etmez. Hyperion hayranı bir marangoz onu kabul eder. Neckar kıyısında bir kuleli evde Hölderlin’in ömrünü tamamlayacağı yılları geçecektir. Hölderlin çıldırdığında şiiri bir anlamda bırakmaz. Şiir böyle büyük bir şairin zihninden hemen toparlanıp gidemez. Takma adlarla hele de “Scardanelli” adıyla şiirler yazar. Ama Hölderlin ismi o cisimde bir yasaysa, Scardanelli’nin yazdıklarını hiçbir zaman şiir olarak kabul etmez. (s. 21)

Yazıya merakı olan, yazıyla bir derdi olanın ruhu bir bardağa benzetilecek olursa okumalarından ya da yaşanmışlıklarından bu bardak bir gün dolar. Dolan ve artık taşan bu deneyimleri, duyguları, düşünceleri yazma zamanı gelmiş demektir. Yazma ihtiyacı hisseden, yazıya ihtiyaç duyan kişi yazıya yattığı ve yazıya yatma eylemi de içedönüş ve yalnız kalış gerektirdiğinden kendini de terapi etme, sağaltma imkanı bulmuş demektir. (s. 32)

Bir psikiyatra giden hastanın nasıl bir bilinçaltı varsa, yazarın da bilinçaltı okura aktardığı metinlerde saklıdır. İyi bir okur, analizant gibi yazarın, ya da metnin göğünde anlatıcının bilinçaltını çözmeye çalışır. Bu metnin bilinçaltıdır. (s. 38)

İnsan bir şekilde dil ile donatılmış ve dünyaya gelmişse bu gücü, dilin bu şifahi gücünü canlı kanlı sözcüklere, harflere, yazılara giydirmiş, bunu yazılı hale getirmiş ve sonra da onun diriltici ya da öldürücü gücü üzerine düşünmüşlerdir. 2300 sene önce İskenderiye Kütüphanesi üzerinde şunların yazılı olduğu söylenir: “Ruhu sağaltıcı mekânlar”. (s. 42)

Toplumun çöktüğü ve düşüşe geçtiği, insanlarda ahlak ve değerin kalmadığı zamanlarda sığınılan kitaplar okuyan kişiye yar, yaren, mihmandar olmaktadır. (s. 49)

Kişi okuduğu şeylerin haşyetinden ne kadar fazla istifade ettiğini doğrudan fark edemez ise de ruh okuduğu, gördüğü, işittiği sanatla bağlantılı ne varsa onunla çoğalır. Edebi eserin hakikati okuyanın hakikatine bindiğinde okurun başka bir varlık düzleminde, farklı bir coşkuya geçtiği ve bir anlamda özgürleştiği söylenebilir. (s. 58)

Nefret nasıl şifanın ve iyileşmenin zıddıysa şiirde, en olumsuz söylemleri içeren şiirlerde bile insanlara karşı nihai bir inancın gizli olduğu bilgisi verilir bizlere. (s. 59)

Çoğunluğa sahip olan, çoğunluğun oyuyla oylamayı kazanabilir ama doğru yolu görmeyebilir. Bu yüzden 280’e karşı 220 oyla Sokrates’i baldıran içmeye zorlayan o 280 kişinin, daha sonraları Sokrates’in ölümünden sonra site devletten def edildikleri söylenir. Gerçekler eninde sonunda gün yüzüne çıkacaktır. Haksızlık ömür boyu hükümferma olamaz. (s. 63)

Aslında Kur’an’ın bütün sureleri ruha şifadır. Bunda şüphe yoktur. İnşirah suresinde olduğu gibi Kur’an’ın son ayetleri olan “Felak, Nas” surelerinin de insan ruhuna iyi geldiği bilinmektedir. “Muavvizeteyn” yani “sığınma sureleri” olarak da adlandırılan bu surelerde büyücülerin, haset edenlerin, kem gözlerin, karanlık gecelerin, cin ve insan vesveselerinin şerrinden Allah’a sığınarak bir rahatlama bulunacağı anlatılır. İnsanın bedenine kötü sözlerin, kötü gözlerin şerri dokunmasın diye bu “sığınma ayetleri” bir koruyucu kalkan olarak işlev görür. (s. 74)

Kafka içinde bulunduğu kötü durumu Gregor Samsa diye bir böceğe yansıtarak ruhsal arınmasını gerçekleştirmiştir. Yazarın ya da filozofun “Yazmasaydım, zihnimdekileri kaleme almasaydım çıldırırdım” gibi görüşleri yazmanın sebilinin sınırsız akan deltasının kaynağının ruhta olduğunu ve oradan dışarıya doğru taşan her yazma eyleminde de ruhun yatağında huzur bulduğunu, sağaldığını, rahatladığını görme imkânına sahip oluruz. (s. 88)

Dostoyevski içindeki kötücül duyguları, örneğin öldürme isteğini Raskolnikof karakterine yükleyerek ruhunu teskin etmeyi denemiştir. Tolstoy, Anna Karenina’yı trenin önüne atarak uzun soluklu metnin içinde ruhsal rahatlama gerçekleştirir. Goethe, Werther’ini intihar ettirerek kendi intihar düşüncelerinden kurtulur. (s. 90)

Nilgün Tutal’ın Varlık dergisinin Edebiyat İyileştirir mi? adlı dosyasındaki yazısında “kelime”nin kökeninin “kelm” olduğuna, bunun “yaralamak”, “etkilemek” demek olduğuna, insanın yaralandığı deneyiminin ona yardımcı bir söz olarak geri dönebileceğine, sözün dönüşünde iyileşmenin de mümkün olacağına, hatta yazının bir farmakon olduğuna, zehir ve panzehiri de aynı anda içinde taşıdığına vurgu yapılır. (s. 116)

Aktaran: Cenk Baran

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir