İlk bakışta, iddialı gibi görünse de şu cümleyi kurmak zorundayız: Türk şiiri olmasaydı Türk düşüncesi de olmayacaktı. Bunun en önemli sebebi, en başından beri insanımızın, toplumumuzun ve yöneticilerin tartıştığı düşüncelerin hepsinin edebi eser içinde ve çevresinde tartışılmış olmasıdır. Bu cümledeki “edebi eser”i öncelikle şiir olarak anlamalıyız. Bu tespit bize aynı zamanda şunu söylüyor: Şairlerimiz aynı zamanda düşünce adamlarımızdır. Eski Türklere ve İslam sonrasına -mesela Dede Korkut’a- bakarsak bu misyona yenilerinin de eklendiği görülür. Şairlerimiz aynı zamanda kopuz çalar, hasta tedavi eder, gelecekten haber verir, devlet adamlarına danışmanlık yapar, dini törenleri yönetir. İslam sonrası dönemde batıl işler ayıklanmıştır. Şairlerimiz daha çok içinde yaşadığı topluma ve devlet adamlarına akıl veren, yol gösteren, bilgi öğreten bir misyon yüklenmişlerdir. Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacib’i ele alalım. Karahanlı Devleti hükümdarı Ulu Kara Buğra Han’a, ilk siyasetname ve ilk mesnevi örneği olan Kutadgu Bilig adlı eseri sunmuştur. Bu kitabı okuyan “Ulu Hakan Buğra Han” kendisine Has Hacib unvanını ve Kaşgar’da vezir yardımcılığı görevini vermiştir. Has Hacib, özel danışman, gizli bilgilere vakıf olan kimsedir.
Yine Anadolu’nun Türkleşmesinde/Müslümanlaşmasında en önemli rol, Yunus Emre, Mevlana, Celaleddin Rumi, Hacı Bayram-ı Veli gibi mutasavvıflarındır. Adı geçen ermişler, aynı zamanda divanları olan şairlerimizdir. Tasavvuf, tarikat, fütüvvet, Ahilik gibi kurumlar bu ulu önderler eliyle gelişmiş ve yerleşmiştir. Bu muhterem zevat, eserlerini, sanat yapmak amacıyla, edebiyat olsun diye yazmamıştır. Bu eserler, hem öğreticidir, hem estetik zevk verir. Osmanlı Devletinde şairlerimiz, ilim adamlarından daha etkin bir mevki sahibidir. Her şeyden önce, padişahlarımız, sadrazamlarımız şairlerdir. Kutadgu Bilig’den Tuhfe’lere, Kitab-ı Bahriye’den Mesnevi’lerimize, Siyer-i Nebi’den Hadis-i Erbain’e kadar hemen bütün ilmi eserlerimiz nazımdır ve şairlerimiz tarafından kaleme alınmıştır. Kesin bilgi vermek gerekirse; 13. yüzyıldan Mevlana Celaleddin Rumi, Sultan Veled, Şeyyad Hamza, Ahmet Fakih, Hoca Dehhani; 14. yüzyıldan Ahmedi, Kadı Burhaneddin, Nesimî; 15. yüzyıldan Süleyman Çelebi, Ali Şir Nevai, Şeyhi, Ahmed Paşa, Necati Beg; 16. yüzyıldan Fuzuli, Hayali, Baki, Ruh-i Bağdadi; 17. yüzyıldan Nef’i, Nabi; 18. yüzyıldan Nedim, Şeyh Galip hem düşünce hem edebi dünyamızı şekillendiren insanlar olarak karşımıza çıkar. 19. yüzyıldan bugüne doğru ise Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Abdülhak Hamid, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Orhan Veli Kanık, Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Sezai Karakoç, ve İsmet Özel’i görüyoruz. Bu şair ve yazarlarımız aynı zamanda Türk düşüncesinin en önemli temsilcileridir. Türk siyasi ve düşünce hayatı bu isimler çevresinde, bu isimlerin açtıkları çığır ve getirdikleri perspektiften ilerlemiştir. Bu yazarların eserlerini okuduğumuzda; tartışılan konuların sadece şiir, estetik ve edebiyatla sınırlı olmadığını; asıl tartışmanın edebi eseler çevresinde, dünya görüşü, insan ve medeniyet tasavvuru, gelecek inşası, tarihle hesaplaşma, millet olarak ne idik, ne olacağız ve gelecekte millet olarak var olacak mıyız, nasıl bir millet olmalıyız, gibi hayatî, varlık-yokluk soru(n)ları olduğunu görüyoruz. 19. yüzyıldan önceki döneme ait şairlerimiz bu sorunlara kendi dönemlerine ve dönem diliyle tartışmışlardır. Günümüzde tartışılan Batıcılık (Garpçılık), medeniyet, ilerleme, pozitivizm, kültür, kardeşlik, eşitlik, demokrasi, Sosyalizm, Türkçülük, İslamcılık gibi kavramların merkezinde yer alan kişiler şairlerimiz, yazarlarımız yeni edebiyatçılarımızdır. Siyasilerimiz bu öncülerin eserlerinden beslenmiş, düşünce dünyalarını, siyaset etme biçimlerini, ideallerini bu isimlere ait eserlerden almışlardır.
Bir an için yukarıda adı geçen şairlerimizin ve yazarlarımızın, onların yazdıkları eserlerin elimizde olmadığını, bu eserlerin verilmediğini farz edelim. Bu demektir ki Osmanlıcılık (Namık Kemal-Zİya Paşa), İslamcılık (Mehmet Akif Ersoy), Batıcılık (Şinasi- Beşir Fuad-Tevfik Fikret), Türkçülük (Ziya Gökalp- Mehmet Emin Yurdakul-Ömer Seyfettin), Neo-Klasisizm(Yahya Kemal), Hareket Felsefesi (Nurettin Topçu), Büyük Doğu Düşüncesi (Necip Fazıl Kısakürek), Komünizm (Nazım Hikmet), Sosyalizm (Sabahattin Ali-Attila İlhan), Hümanizm (Sabahaddin Eyüpoğlu-Azra Erhat-Halikarnas Balıkçısı), Diriliş (Sezai Karakoç), Türklükçülük (İsmet Özel) gibi fikir ve görüşler de yoktur. Bu görüş ve akımların olmaması demek siyasi fikirlerin, o fikirlere göre şekillenmiş partilerin, gençlik teşkilatlarının ve siyasi partilerin olmaması demektir. Bundan dolayı diyoruz ki edebiyat, fikirdir, fikriyattır, fikriyatımızdır.
Sezai Karakoç, Diriliş düşüncesinin temel yaklaşımlarından birini Kimlik sorunu olarak görüp bu sorunu “ASIL SORUN TOPLUMUMUZUN KİMLİK ALTYAPI YETERSİZLİĞİDİR” derken; İsmet Özel, benzer yaklaşımını İstanbul üzerinden gösterir ve bize Türk İstanbul’u anlatır.
Kâmil Yeşil
Kaynak: Bir Bakışta Edebiyat, Kâmil Yeşil, Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2013, Sayfa:30-32
1 Yorum