Künye: Düşünmek Ne Demektir, Martin Heidegger, Türkçesi: İlhan Turan, Dergâh Yayınları, 2019, İstanbul.
***
Düşünmenin meselesi hiçbir zaman sarsmaktan farklı değildir. Kendimizi ne kadar önyargısız tutarsak o denli sarsıcı olur. (Sayfa 28)
“Kim en derini düşündü, sever en canlı olanı.” (Hölderlin)
Bu iki fiilin takip eden yakınlığı, mısraın merkezini oluşturuyor. Hoşlanmak düşünmeye dayanıyor. Sevgiyi düşünme üzerinde temellendiren acayip bir rasyonalizm. Duygusal olmaya yüz tutan fena bir düşünce. Onun için soruyoruz: Düşünmek ne demektir?
Mesela, yüzmenin ne “demek” olduğunu hiçbir zaman yüzme hakkında yazılmış bir makaleden öğrenmeyiz. Yüzmenin ne olduğunu bize ancak akıntıya atlamak söyler. “Düşünme ne demektir?” sorusu hiçbir zaman, düşünme hakkında bir kavramsal belirleme veya bir tanım öne koyarak ve onun içeriğini gayretle yayarak cevaplanamaz. (Sayfa 35)
Şimdiye kadarki insan çok fazla eylemde bulunup çok az düşünmüştür. Ancak düşünmenin vuku bulmamasının sebebi, sadece ve evvela insanın düşünmeyi pek az sürdürmesi değildir, bilakis sebebi düşünülmesi-gerekenin, yani aslen düşünmeye sevk eden şeyin uzun zamandır kendini geri çekmesidir. (Sayfa 40)
Bilimler için kendi alanlarının özü, (örneğin) tarih, sanat, şiir, dil, tabiat, insan veya tanrı erişilmez kalıyor. Ancak, bilimler bu alanların dâhilinde hareket etmeselerdi, aynı zamanda devamlı olarak boşluğa düşerlerdi. Bahsedilen alanların özü, düşünmenin meselesidir. Bilim olarak bilimlerin bu meseleye erişimleri olmadığı surette, onların düşünmediğinin söylenmesi gerekir. (Sayfa 47)
Biz bilimin dışında duruyoruz. Onun yerine örneğin çiçek açan ağacın önünde duruyoruz – ve bu ağaç bizim önümüzde duruyor. O kendini bize tanıtıyor. Ağaç orada ve biz de karşısında durarak, ağaç ve biz, birbirimize kendimizi tanıtıyoruz. (Sayfa 55)
Zira fizik, fizyoloji ve psikoloji bilimleri ve bilimsel felsefe, getirdikleri delillerin ve ispatların tüm gayretiyle bizim aslında bir ağacı algılamadığımızı, aksine gerçekte bir boşluğa serpiştirilmiş ve büyük bir hızla etrafta vızıldayan elektrik yükleri algıladığımızı açıkladıklarında her şeyi ansızın teslim edebiliriz.(…) Kendi özlerinin kökeni kendileri için karanlıkta kalmış bu bilimler böylesi bir hükmetmeye dair yetkiyi nerden alıyorlar? Bu bilimler, insanın konumunu belirlemeye ve kendilerini böylesi bir belirlemenin ölçüsü olarak ortaya koymaya dair hakkı nerden alıyorlar? (Sayfa 57)
Düşünmenin özü, düşünmenin öz-menşei, düşünmenin bu menşede kararlaştırılmış özsel imkânları –tüm bunlar bize yabancıdır ve bizi her şeyden önce ve daima düşünmeye sevk eden şeylerdir. (Sayfa 60)
Henüz düşünmenin asıl olanında değiliz. Ancak sadece bu geri çekime dikkat ettiğimizde ve mantık tarafından aptal yerine koyularak düşünmenin ne olduğunu çoktandır biliyor olduğumuzdan ısrar etmediğimizde, düşünmenin asıl özü tam da kendini bir zamanlar geri çektiği yerde gösterebilir. (Sayfa 60)
Her düşünür sadece bir düşünceyi düşünür. Bu da düşünmeyi özsel olarak bilimlerden ayırır. Araştırmacı daima yeni keşif ve ilhamlara ihtiyaç duyar, yoksa bilim duraksamaya ve yanlışa düşer. Düşünür sadece bir düşünceye muhtaçtır. Ve bir düşünür için zor olan, bu yegâne, bu bir düşünceyi sadece kendisi için düşünülmesi gereken olarak sabit tutmaktır, bu bir olanı aynı olan olarak düşünmek ve bu aynı olandan uygun bir biçimde bahsetmektir. (Sayfa 64)
Bir düşünmedeki düşünülmemiş olan, düşünmeye sinmiş olan bir noksanlık değildir. Düşünülmüş-olmayan, düşünülmemiş olandır. Bir düşünme ne kadar köklü olursa, onun düşünülmemiş olanı o kadar zengin olur. Düşünülmemiş olan, bir düşünmenin verebileceği en yüce hediyedir. Fakat sağlıklı insan zihninin kendinden anlaşılır olanları için bir düşünmenin düşünülmemiş olanları sadece anlaşılmaz olarak kalır. (Sayfa 92)
Eğer insan daha önce varlığa yönelik başka bir temel ilişkiye erişmezse, eğer elinde olmasına müsaade edildiği kadarıyla insan kendiliğinden öncelikle özünü varlığa yönelik özsel bağlamlara doğru açık tutmazsa; psikoterapi olarak dahi insanoğlunun kurtulması için psikoloji kendi başına hiçbir şeye muktedir değildir; sadece bir öğreti ve talep olarak ahlak, hiçbir şeye muktedir değildir… (Sayfa 101)
Varolan: Zamanda mevcut olan daima “henüz şimdi değil”den beriye gelip “artık şimdi değil”e doğru giden uçucu “şimdi”nin dar sırtıdır. Bugün örneğin sporda saniyenin onda biri, fakat modern fizikte saniyenin milyonda biri ile hesaplanıyor olması, zamanı bundan dolayı daha keskin kavrayabiliyor ve böylece zaman kazanabiliyor olduğumuz anlamına gelmez, bilakis bu hesap, özsel zamanı kaybetmenin, yani giderek daha da az zamana sahip olmanın en emin yoludur. (…) Zamana dair yapılan bu hesap, insanın zamanı olmadığına dair birden huzursuzluğa düştüğü bir anda başladı. Bu an, Yeni Çağ’ın başlamasıdır. (Sayfa 114)
En-düşündürücü-olan, bizi düşünmenin takdirine bırakarak bize köksel manası ile düşünme verir. Bize en-düşündürücü-olanı veren bu vergi, özümüzde saklı olan asıl çeyizdir. (Sayfa 141)
Sözcükler daha çok mütemadiyen savrulur ve savrulmada tüketilir. Bunda garip bir avantaj yatıyor. Tüketilmiş dilin yardımıyla herkes her şey hakkında konuşabiliyor. (Sayfa 142)
Dil, ne sadece ifade alanıdır, ne de sadece ifade aracıdır, ne de sadece her ikisi beraberdir. Şiir yazımı ve düşünme, dili hiçbir zaman onun yardımıyla telaffuz etmek için kullanmazlar, bilakis düşünmenin ve şiir yazmanın kendisi, dilin insanın iptidai, özsel ve dolayısıyla aynı zamanda son konuşmasıdır ve insan bunu içinden konuşur. (Sayfa 143)
Sözler sözcük değildirler ve içlerinden mevcut bir içerik çektiğimiz kova ve fıçı gibi değildirler. Sözler, söylemenin onları takip ederek kazdığı kuyulardır, her defasında yeniden bulunup kazılması gereken, kolayca kapanabilen, ancak yine de ansızın fışkıran kuyulardır. Kuyuya mütemadiyen gitmeyen kovalar ve fıçılar boş kalır veya içeriği bayatlar. (Sayfa 145)
Müteşekkir olduğumuz şeye, kendimizden ötürü sahip değiliz. O bize verilmiştir. Vergilerden çokça ve türlü türlü çeşitte alırız. Ancak, bize verilen en yüce ve asıl kalıcı olan vergi özümüzdür ve evvela bu vergiyle, bizi olduğumuz kişiye olduran şekilde vergilendirilmişizdir. Dolayısıyla en çok ve mütemadiyen bu çeyiz için müteşekkir olmak durumundayız.
Fakat bu çeyizin manası itibarıyla bize verilmiş olan düşünmedir. O, düşünme olarak düşünülecek olanlara emanet edilmiştir. Kendinden hareketle daima düşünme veren şey, en-düşündürücü-olandır. Müteşekkir olduğumuz özümüzün asıl çeyizi odur.(Sayfa 157)
Böylece asıl şükür asla, bizim kendimizden de bir vergi ile gelmemizde ve vergiye vergi ile karşılık vermemizde yatmaz. Saf şükür daha çok sadece düşünmemizdir, yani aslında ve yegâne olarak düşünülmesi gereken şeyi düşünmektir. (Sayfa 158)
Kendimizi, kendimizden yola çıkarak kendimize açmadıkça, yani kendimizi çağrıya açmadıkça ve bu şekilde sorarak ona doğru yola girmedikçe özümüzün kısmetine karşı kör kalacağız. Hiç kimse, renkler hakkında körlerle konuşamaz. Fakat körlükten daha kötü olan, gözlerin kamaşmış olmasıdır. O, görüyor olduğunu ve yegâne mümkün olan şekilde görüyor olduğunu zanneder, oysaki bu zan onun tüm görüşünü engeller. (Sayfa 180)