Dünyanın en güzel Arabistanı, Turgut Uyar’ın hayalinde kurduğu dünyaya verdiği addır. Bu dünyanın merkezinde belli bazı imajlar, istiareler, semboller ve mitler vardır. Orhan Koçak, ‘Bahisleri Yükseltmek: Turgut Uyar Şiirinde Kendini Yaratma Deneyimi’ kitabında tüm bu şiirin oluşma serüvenini bir parça Stephane Mallerme’in “Bir Zar Atımı”nı hatırlatan ve Uyar’ın çarpıcı bir denemesi olan “Efendimiz Acemilik”le de ilişkilendirerek açıklamaya koyulur. Nurullah Ataç, zamanın bir yerinde ise ‘zarımı Turgut Uyar için atıyorum’ diye yazmıştır. Uyar, oyunun bahislerini yükseltecek kadar iddialı ve büyük bir şairdir çünkü. Dünyanın en güzel Arabistanı’ndaki imajlar, istiareler, semboller ve mitler zorluğun yeniden icadıdır. ‘Zarla asla dönmeyecek şans..’ Aslında kendilerini yeniden icat etmeyenlerin bildiği bir sır değildir.
Orhan Koçak için, II. Yeni şiirinin “açıklanamamazlık” durumuyla; “İkinci Yenicilerin kendi tam anlayamadıkları ‘mucizelerini’ geçmişe teşmil etme çabalarında, her zaman ancak bir gecikmeyle kavranabilecek bir doğum ânının tehlikesini ve tazeliğini tekrar tekrar tatma isteğini de görebiliriz. Uyar’ın gizli manifestosunun belki en dokunaklı kısmı şudur: Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever, tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak endişesinin zevkiyle çalışacaksınız.” (Koçak, s.18) Turgut Uyar’ın ilk yenilenişi olan Dünyanın en güzel Arabistanı’ndaki yarım yamalak biçimler ve izler okurken çoklu anlam sıçramalarına, özgün çağrışımlara, şaşırtıcı öğelere, kutsal kitapların etkisinde uzun dizelere, (Varlık Yıllığı, 26 Cilt, s.47) ve en nihayetinde Rimbaudvari düzyazı şiirlere dönüşmüştü.
Mehmet Kaplan, Dünyanın En Güzel Arabistanı’nı Şiir Tahlilleri’nde; “..ilk bakışta dağınık ve karışık gibi gözükmekle beraber baştan sona kadar aynı duyuş tarzını ifade eder. Yalnız burada şiirden şiire şâirin temini ele alış tarzı ve kullandığı üslûp malzemesi değişir. Şair bazı parçalarda kapalı, bazılarında aşırı ve çarpıcı ifade kullanır.” diyerek değerlendirir. Şiirdeki duyuş tarzı saklı bir su gibi şu iki dizede gizlidir: “Adamlar kadınlarını alıp Arabistana götürürlerdi, Dünyanın en güzel Arabistanı’na…” buradaki ‘Arabistan’ imgesi bireyin iç dünyasını, yalnızlığını ve biraz zorlama bir yorumla da sürgünlüğünü temsil eder.
Turgut Uyar’ın bu kitabı hakkında rastladığım diğer önemli bir çalışma ise Fatih Altuğ’un “Aşki Karanlık: Turgut Uyar’ın ‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda Gece, Aşk ve Deneyim” isimli makalesiydi. Altuğ, Uyar’ın poetikasına farklı bir perspektiften yaklaşıyordu. “Mucizenin sadmesi, simgesel düzenin boşluğuna gelir. Mucize, önceki simgesel düzenin temsil edilmesine, var olmasına, dile gelmesine izin vermediği, bir boşluk olarak gördüğü, karanlığa terkettiği mâdunları devreye sokabilme, çığırından çıkan simgesel düzenden sonra yeni bir çığır açabilme imkânıdır. Ancak bu imkân, tam anlamıyla hiçbir zaman gerçekleşmez; içine doğduğu durumun en karanlık noktasına kadar sirayet eden bir doluluk hiçbir zaman kurulamaz; daima adlandırılamayan, boşlukta kalan, temsil edilemez bir şey kalacaktır.” (Sözden Yazıya içinde.) Altuğ, bu durumu öznenin konumuyla ilişkilendirerek açıklar. Devamında ise Turgut Uyar’ın şiirinin içindeki öznenin İbrahimîlik ile Ulyssesvârilik arasında ikamet ettiğini düşündüğünü söyler.
Altuğ, Uyar’ın şiirindeki aşkî mucizenin, karşılaşmanın, hissettirdiği acz ve mucize sonrası hakikat sürecini; “Şiirsel ben, aşkla birlikte neler taşıyıp getirmişti[r] ta en uzaklardan onu öğrenir, karanlıkta dünyayı bir bir hatırlar. Bir biz var dır güzel, öbürleri hep çirkindir, bir de bu terli karanlık. Kendini bulamadığı, hatırlayamadığı saatler gelince hemen bir kadın aramaya koyulur. Bu anlarda bilir ki hakiki bir deneyim, sonu önceden kestirilemez olsa da kurtarıcı bir yaşantı, asla benim tarafımdan başarılabilecek bir şey değildir.” (A.g.e) diyerek açıklarken “ben” olmak için “sen”in varlığına dikkat çeker. Şiirlerdeki öznenin “Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım, Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum.” [Göğe Bakma Durağı] dizelerinde olduğu gibi sen’e yönelindiğinde varlık kazandığı anlaşılıyor.
Cemal Süreya Papirüs’te yazdığı bir yazıda; “Bu şiirlerde söz düzeni de daha berrak. Akıl daha çok karışıyor işe. Görüntü yavaşça geriye çekiliyor. Bir takım yan kavramlar ortaya çıkıyor. Böyle bir evreye girerken Turgut Uyar’ın şiirinde oluşan bir başka yeni özellik ‘ben’in ‘biz’e dönüşür gibi olmasıdır. Birey artık eşyayı egosantrik bir şekilde üstlenmiyor. Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda, Tütünler Islak’ta olağan ve küçük durumların genel yapı içinde ‘uyumsuz’u destekleyen, saydamlaştıran bir işlevleri vardı” (Sayı:4) derken maddi varlıkta toplu bir söz hakkına işaret ediyordu. Diğer bir II. Yeni şairi olan Sezai Karakoç benzer durumu biraz daha farklı bir şekilde “Sepet” şiirinde işliyor: “Her eşya gitse, Kalacak tek eşya, İnsana en aykırı, Filistinde ekmek sepetleri.” (Şiirler IV, s.59) İnsan için eşyanın doğası kaçılamayacak kadar gerçek bir durumu ifade ediyor. Buradaki “ekmek sepeti”nin (eşya) ister bireysel isterse toplumsal olsun bir ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Tabiî ki bu bağlamda Sezai Karakoç insanın maddi tarafının (metafizik yönüne ters) aykırılığını da görüyor. [Buradaki aykırılık; yasak meyvenin yenmesiyle başlamıştı.]
Turgut Uyar’ın Dünyanın En Güzel Arabistanı’nda en güzel bulduğum şiir ise; Terziler geldiler: “Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle, daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere. Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle. Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra sonsuz çalgısı sevinçsizliğin. Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de. Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle…” Burada beni, kenti korkutan ve utandıran şeyleri ilklerime kadar hissediyorum. Her şeyi düzeltmeye çalışmanın ne kadar manası var bilemiyorum…
Beyaz Arif Akbaş
1 Yorum