Diyelim – Söz Arasında, Nurullah Ataç, Yapı Kredi Yayınları, 2014.
***
“Ben, ölümümden az sonra, belki de öldüğüm yıl içinde, unutuluveririm. Olur, üç beş arkadaş, gönüldeş aralarında konuşurken anarlar beni, o başka, ama bir yazar olarak anılmam, öğretmenler öğrencilerine benim kitaplarımı okumalarını öğütlemezler.” (s. 11)
“Duygularımızdan, tutkularımızdan, çıkarımızdan geçip yalnız düşüncelerimize bağlanmak… Tutku, adı üstünde, bizi tutan, buyruklarını istesek de, istemesek de geçiren bir güçtür; ondan kurtulabilmemiz için bizi daha büyük bir gücün kavraması gerektir. Düşüncelerimiz tutkularımızı yenebiliyor, susturabiliyorsa, onlar birer tutku olmuş, birer tutkuya benzemiş demektir. Öyle ise özgür kişi, kimsenin kölesi, tutsağı olmadığı gibi kendi kendisinin de kölesi, tutsağı olmıyan kişi, düşüncelerine birer tutku gücü verebilmiş olan kişidir.” (s. 20)
“Ya gerçekten düşünmediklerini söyliyenler, doğru olduklarına inanmadıkları düşünceleri bir tutku, bir çıkar uğruna savunanlar, onların da özgür olmasını istiyecek miyiz? Yalan da özgürce söylensin demiyoruz ki! Gerçekten düşünmediğini söyliyen, doğruluğuna inanmadığı bir düşünceyi savunan kişi, yalancılık ediyor demektir. Özgürlük, düşünce özgürlüğü bir ahlak işidir, yalan ahlaka sığmaz.” (s. 22)
“Batı ülkelerinde nasıl arapça, farsça öğrenenler varsa, bizde de öyle latince, yunanca öğrenenler bulunuyor. Hani “müsteşrik”ler diyorlar, bizde “müsteğrip”ler yetişiyor. Bir müsteşrik ne türlü arapça bilirse bilsin, düşüncesi bakımından Batı’ya bağlıdır, Batı adamıdır. Bizim “müsteğriplerimiz” de düşünce bakımından Doğu’ya bağlı kalırlar, birer Doğu adamı olmaktan çıkamazlar. Bir kişi hangi toplumda yetişmişse, o toplumun çocuğudur, edindiği bilgiler ne olursa olsun benliği, düşüncesi o toplumun ürünüdür.” (s. 52)
“Kapılmayın duygularınıza, aldanırsınız. Bilmek, şöyle iyice bilmek, gerçekten bilmek, kulak dolgunluğu ile alışıklıkla bilmek değildir, usumuzla kavrayıp bilmektir.” (s. 54)
“Benden gençlere öğüt: okusunlar eleştirmecilerin yazdıklarını, onların dediklerinde kendilerine yarıyacak birçok şeyler bulabilirler, ama bağlanmasınlar onların yargılarına, eleştirmeciler de birer insandır, bütün insanlar gibi onların da yanıldığı olur. Hem eleştirmeciyi sanat alanının şaşmaz bir yöneticisi saymanın ne yeri var? Böylelikle kime iyilik etmiş olursunuz? Eleştirmeciyi de cendereye sokarsınız. Sıkılır adamcağız, her sözünün su götürmez bir yargı diye karşılanacağını düşünüp çekinir. “Yanılmağa gelmez, belki gerçekten değerli bir adamın kırılmasın, susmasına sebep olurum!” der de ağzını açamaz olur…” (s. 59)
“’Sanat tabiata ilave edilmiş insandır.’ Türkçede bunu böyle söylememeli, anlaşılmıyor. ‘Dörüt, kişinin doğadan (tabiattan) aldığına kendi benliğini de katmasıdır’ deseydi… Doğrusu o da pek olmuyor. Bence Zola’nın bu yorudaki (manadaki) sözü daha iyi, daha açıktır: ‘Dörüt, doğanın bir kişilik arasından görünüşüdür.’” (s. 73)
“Bilgisizler batır (cesur) olurmuş; el-câhilü cesûrün.” (s. 110)
“Eskiden taklid’i iki türlü kullanırdık: bir kimseye taklid etmek, bir kimseyi taklid etmek. İkisi bir yoruda (manada) değildi: bir kimseye taklid etmek, o kimsenin yaptığını beğenip o kimse gibi olmağa, onun gibi yapmağa özenmek, ona benzemeğe çalışmak demekti; bir kimseyi taklid etmek ise o kimse ile eğlenmek, onu gülünç etmeğe kalkışmaktı. Giderek kaldırdık bu ayrımı (farkı), hep bir kimseyi taklid demeğe başladık. Dilin, düşüncenin inceliklerine aldırmaz olduk da onun için.” (s. 111)
“İnsanoğlu düşünen bir varlıktır, yaradılışı gereği düşünmek ihtiyacını duyar. Ama pek sevmez düşünmeği, korkar düşünmekten. Nasıl korkmasın? düşünmek yorucu olmakla kalmaz, şaşırtıverir kişiyi, türlü şüphelere düşürür. Bir yol düşünmeğe başladınız mı, kolay kolay kesip atamazsınız. Yüzyıllar boyunca ortaya atılmış biribirine uymaz, biribirini çürütür bütün iddiaların doğru birer yanı vardır, hepsi de insanoğullarından birinin bir görgüsüne, bir gözlemine dayanır; nerelerinin niçin yanlış olduğunu da hemen göremezsiniz. Hangisini seçeceksiniz? Hepsinin de hem bir çekiciliği, hem bir iticiliği vardır.” (s. 118)
“İnanmak değildir gerekli olan, inanmak değildir güzel olan, gerekli olan, doğruyu bulup, içinize sindirip ona inanmaktır. Güzellik, bizi doğruya bağlıyan duyguda değil, doğrunun kendisindedir. Yalana inanmanın yoktur bir güzelliği. Kendi kendimize bulmadan, kendi usumuzun incelemesinden geçirmeksizin benimsiyeceğimiz doğrular da bizim için belki birer yalan olmaktan kurtulamaz.” (s. 142)
“Bir söz vardır, çok söylenirdi eskiden, bugün de söylendiği oluyor: “Doğu Doğu’dur, Batı da Batı.” Doğulu bir kişi, dilediğince edinsin Batı acununun bilgilerini, yıllar boyu dolaşsın, otursun Avrupa ülkelerinde, ne yaparsa yapsın, gene bir Doğuludur, tam bir Batılı gibi duyup bir Batılı gibi düşünemez…” (s. 154)
Aktaran: Cenk Baran