Denize Açılan Kapı

Künye: Denize Açılan Kapı, Rasim Özdenören, İz Yayıncılık, İstanbul, 2015.

***

Her gün aynı şeyler. Yapacağı bir iş olmayan bir adam hiçbir şeye geç kalmış sayılmamalı. (Sf. 8)

Yargılama belki bugün. Yeryüzünü boşaltmam isteniyor. Temyizsiz. Acaba kim karar veriyor? Muhakkak birinin emriyle veriyordur karar verenler. Ama kim adına? (Sf. 9)

İnsan belki de, bir bakıma, hiç ölmemiş olmak istiyor. Sağ kalanlar, ölenin ölmüş olduğunu biliyorlar, ama ya ölü? O ölmüş olduğunu biliyor mu? Onun ölmüş olduğunu bildiğinden emin olmadıkları için, sağ kalanlar, ölümün tasarrufundan kurtulamıyorlar. Çünkü ya o sahiden ölü değilse? Dehşet bir duygu bu, insanda. Yani ölü olanın iradesi sürüp gidiyor aramızda. Demek ki insan ölü olduktan sonra da yaşıyor. Hortlak olarak değil. İrade olarak. Yaşamak kan dolaşımından ve nefes almaktan ibaret bir şey değilse.. (Sf. 10-11)

Eskiden şehirler varmış, şehirlerde sütçüler olurmuş. İşçiler şehirlerde yaşarmış. Kollarını ne güzel makinelere kaptırırlarmış. Nerde o günler? (Sf. 11)

Bir şeye karar verdiğim zaman seviniyorum. Hakkında karar verilecek çok şey var. (Sf. 13)

Aslında kapıyı omuzlayıp açabilirim, ama bunca ayrılıktan sonra içime sinen o garipliği, yabansılığı, kendi evime, babama, anana, evdeki herkese karşı gelişmiş o tuhaf utangaçlığı silip atamıyorum. (Sf. 29)

Fortlarından birbirine bağlanmış kunduraları çift çift heybeden çıkartırken hangimizin kundurası elindeyse ona “Giy lan şunu deyyus” derdi. Bizi severken kullandığı kelimelerdi bunlar. “Lan deyyus” lafını duyunca neredeyse şımarırdık. (Sf. 31)

Aydınlığın iç bayıltıcı yasemin kokularını delerek, kararmış ahşapları sıyırarak orta yere çıkmasına vakit vardı daha: hiçbir horoz ötmemiş, serçelerin cıvıldaşmaları, ilkyazların belirgin özelliği bülbül sesleri işitilmemişti: yalancı bir aydınlık, bu ilkyaz göğünün döşünde grimsi bir renk helezonuyla durup duruyordu: birazdan ya karanlığa yenilip çekip gidecekti ya göğü parçalayarak servilerin bulunduğu tepenin üzerine çöreklenecekti, şimdilik hiçbir şey belli değildi. (Sf. 35)

Çizik çizik bir sabahtı, ne olduğunu anlayamıyordunuz… (Sf. 45)

Altından lağım sularının aktığı kenarlarında vahşi otların bittiği, kavak, söğüt, dut ağaçlarının yetiştiği, mahalle çocuklarının kollarının yenlerine sümüklerini silerek deveme, çelik çomak oynadıkları bu yola belediyemiz Paris Caddesi demeyi lâyık bulmuştur. (Sf. 50)

Bulmayı hiç düşünmeden ve bulacağını ummadan aradı, belki aramakta olduğunun bilincine bile varmadan: gizli bir gece geçirmişti, karanlık, gizli, ürperti verici -demek istiyordu ki, bütün ömrü bir tek karanlık gecede geçmişti, öyle sayıyordu: geçirdiği bunca günler, bunca geceler, bunca haftalar ve aylar ve yıllar şimdi gerilerde kalmış bir tek gece gibiydi ve aramakta olduğunu bilmiyordu. (Sf. 59)

Karlara değil de sanki tehlikenin üzerine basıyormuşça bir duyguyla yürüyorduk, ayaklarımızın altında buz tutmuş karlar tehlikenin kendisiymiş gibi sinsi sinsi hıtırdıyordu. (Sf. 71)

Gülünç düştüğünü sanıyor, gülünç düşmüş olmaktan korkuyor, ama korkusunu hissettiği anda bu kez de nefsinin bir başka oyununa gelmiş olduğunu derinden derine duyumsuyordu. Gülünç düşmekten niçin korkuyorum, diye soruyordu kendi kendine ve cevap veriyordu: çünkü nefsim gülünç düşmeyi istemiyor. (Sf. 94)

 

Aktaran: Muhammet Emin Oyar

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir