Delilik Ülkesinden Notlar

16 Haziran 2014’te senarist ve yazar Ayşe Şasa vefat etti. Bu Müslüman kadın entelektüelle düşün dünyamda ilkin Kemal Tahir ve Rus yönetmen Andrei Tarkovsky okumalarım sırasında karşılaşmıştım. Ortak bir arkadaşımız ile yıllar önce yaptığımız bir çay sohbetinde ondan ve münzevi hayatından bahsettiğimizi hatırlayınca içim burkuldu. Şüphesiz Ayşe Hanım iyi bir Müslüman ve sinema dünyamızın nadir münevver simalarından birisi idi.

Ayşe Hanım şimdiki adı Robert Kolej olan Aranavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okumuş. Daha sonra yine aynı kolejin idari bilimler bölümüne devam etmiş. 60’lı yıllarda tıpkı bir Cemil Meriç gibi kendisini Marksist olarak tanımlıyordu. Bu yıllarda Marksist çevreden biraz dışlanmış vaziyette bulunan Kemal Tahir ile tanışması ve yakın bir dostluk kurmasının; onun için derin etkileri olmuştu. Ah Güzel İstanbul, Utanç, Son Kuşlar ve Gramofon Avrat gibi unutulmaz filmlerinde bu dostluğun etkileri kolaylıkla fark edilebilir.

Bu filmlerden başka onun Yeşilçam Günlüğü, Bir Ruh Macerası, Delilik Ülkesinden Notlar, Şebek Romanı gibi son derece etkileyici kitapları da var. Şasa’nın şimdiye kadar başından üç evlilik geçmiş. Bunlardan bir tanesi de ünlü yönetmen Atıf Yılmaz ile olmuş. Bir ara 80’li yıllarda derin bir psikolojik rahatsızlık geçirir ve kendisine şizofreni teşhisi konur. Bu hastalık onu giderek daha çok yalnızlığa itmişti. Bu süreci atlatmasında ona en çok Bülent Oran yardımcı olur. Bu dönem sonunda düşünce dünyası tamamen farklılaşmış ve tasavvufi bir kimliğe bürünmüştü. ‘Damlalar deryaya kavuşmak ister. İnsan da bu deryada bir katredir. Ruh, Allah’a kavuştuğunda mutlu olur.’ Öğrendim ki tüm hastalıkların şifahı yalnızca Allah’ta saklı..

Sanatsal yaratıcılık ve ruhsal hastalıklar arasında gerçekten bir bağ var mı bilemiyorum. Çoğu sanatçı akıl hastası değildir ve çoğu akıl hastası insan da sanatçı değildir. Ancak çoğu akademik çalışma vasıtasıyla anlıyorum ki sanatçıların diğer insanlara göre ruhsal hastalıklardan mustarip olma riskinin daha yüksek olduğu bilinen bir gerçektir. Bu aslında bir nevi ‘duygudurum bozukluğu’ diye tabir edebileceğimiz enteresan bir yaratıcı güçtür. Yazar Virginia Woolf, Ernest Hemingway, Stefan Zweig, Walter Benjamin, şair John Milton, Sylvia Plath, ressam Vincent van Gogh ve müzisyen Kurt Cobain gibi birçok sanatçıda bu ruhsal çalkantıların etkileri var.

Bu duruma dair Şasa’nın ‘Deliler Ülkesinden Notları’nda şöyle bir pasaja rastladım: “Akıllılar dünyası, kendi değerlerini mutlak sayan küçük ilahlar ve ilahelerle dolup taşıyor. Kibir içinde, kendilerinden emin dolaşıyor, konuşuyor, eylem yapıyorlar. Kendilerinden, görüşlerinden, görüşlerinin doğruluğundan en ufak bir şüpheleri yok. Akıllılar dünyasının bir kıyısında, sisli bir dağ başına çöreklenmiş, dünyayı kendimce anlamlandırmaya çalışan bir deliyim. Akıllılardan çok farklı olduğumun bilincini her an taşıyarak, onları gözetliyorum..” Deli olmayan kâmil bir insan hatırlamıyorum. Bu bir hal’dir. Ayşe Hanım’ın bu halden çıkmasına özellikle İbn-i Arabî’nin fikirleri etkili oluyor çünkü mürşid ile atılan her adım en az bir insan için üç ömre bedel bir hayatı simgeliyor.

Ayşe Hanım kendi hastalığının ve fikir dünyasının deruniliğinin sonuna kadar farkında olan bir insandı. “Belli aralıklarla hayatımı kasıp kavuran şizofreni nöbetlerine kendimce bir anlam verme savaşını sürdürmeseydim, bugün artık düşünmeyen, konuşmayan, hiçbir anlamda çevreyle iletişim kuramayan bir varlık durumuna indirgenirdim. Halen duygusal dünyam, benliğim en az kırk ayrı parçaya ayrılmış durumda. Ama en ortada, tepede, hâlâ düşünmeye, sorgulamaya, denetlemeye; kendine, çevreye, hayata anlam vermeye çalışan bir düşünsel merkez var. Her an yıkılabilse de, yıkılmaya hazır olsa da, zaman zaman üç, beş, sekiz, on parçaya bölünse de, o merkezi sürekli ayakta tutmak, her sabah yeniden kurmak zorundayım.” Şasa bu on yıllık dönemi atlattıktan sonra tekrar hayata tutunmak için yazıyordu. Biliyordum ki bir yazar ve sanatçı yazmadan yaşayamazdı.

Proust’un sevdiğim bir sözü vardır: “Ben sadece atan bir kalptim” der. Atan bir kalp olmak, kalbinizi tam manasıyla duyumsamak ve hissetmektir. Burada sanatçı kendi kalbini savaş meydanındaki tek bir yüreğe indirgemiştir. Nilgün Marmara, bu indirgeyişi tarif ederken; yürekle gözü birleştirerek onların tek bir pencereden baktıklarına inanır. Yazı yazma eylemi kelimenin tam manasıyla bir cinnet halidir. Ayşe Şasa; günlüğünün bir yerinde şöyle demiş: “Kıyamet günü, Yaratıcı’ya anlamlı ve onurlu bir hikâye anlatabilmeliyim. Anlam ve onur. Bütün savaşım bu ikisini, cinnet anlarında bile savunmak. Cinnet bir kıyametse, anlam ve onur arayışı kıyamette bile insanı terketmiyor.” Şasa’nın kendi hakikatini bulduğuna inanıyorum. Onun o çok sevdiği rüya sineması kuramı gibi bir şey dünya ve insanların yaşadığı hayat. İnsanlar rüyadadırlar, ölünce uyanırlar…

Beyaz Arif Akbaş

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • yesilkalb , 29/01/2015

    Hakikat (Truth) kelimesine olan aşırı ilgisinden bahseder ve “Hakikate vasıl olmama vesile olacaksa yolumun akıl hastanesinden geçmesine razıyım” der ve o hastanede tedavi görür onun hakikate yolculuğu bu usûldedir.

    Ülkesinden notları okuyunca,durağanlaşan bakışıma tekrardan fevkalâldelik gelmişti.

  • edebi şükür , 28/01/2015

    İbn Arabi eserleri ile çok zaman harcamış biri sayın şasa. Faydası da ona göre oldu hayatında.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir