Daire’ye Dair

Künye: Daire’ye Dair, Dücane Cündioğlu,  Kapı Yayınları, 2. Baskı, Ağustos 2010, İstanbul.

***

“Her yol ayrımında, önümdeki en makul seçenek, hep bana, yaptığımı yapmaya devam etmek olarak göründü: aramak.(Önsöz, sf. 10)

“Hüzün, elde olanı gaib ettiğim için ruhumu bürüyen şeffaf libas; kaybolan ve edilen için duyulan üzüntü. Hüzün, mülkiyet duygusunun bir sonucu; zira bir yaşama sahip ve mâlik olduğumu, yani bir yaşamım olduğunu idrak etmeseydim, onu kaybettiğimi de idrak etmezdim. Varlığından haz aldığım şey, yokluğundan ötürü bana elem veriyor; varlığı hazza, yokluğu eleme yol açıyor.” (sf. 4)

“Işığı fark etmeseydim, karanlığı da fark edemezdim.  Bu doğru. Peki ya tersi? Ne garip, tersi de doğru. Karanlığı fark etmeseydim, ışığı da fark edemezdim. Hemen düzeltiyorum: Sadece ışığa değil, en az ışık kadar karanlığa da muhtacım.” (sf. 11)

“Bizden hareketle beni bulmam mümkün görünüyor. Acaba benden hareketle bizi bulabilir miyim?  Sanmıyorum; zira her defasında elimdeki soğanın önce dış zarını, yani bizi ve sizi soymak zorunda kalıyorum; oysa yolun başındayken, aksini tasavvur bile edemiyorum. Demek ki şimdilik gözlerimin yaşarması kaçınılmaz!” (sf. 15-16)

“İnsan-ı Kâmil tamlamasını, “olgun veya yetkin insan” gibi ne idüğü belirsiz bir biçimde sadeleştirmekle murada ulaşamayız. Bilâkis İnsan-ı Kâmil ve/veya Hz. İnsan, insanı insan yapan tüm yetileri fiiliyata geçirmeye muvaffak olandır. Kaaliyle değil, hâliyle hakikati temsil edendir. “Ben hakikatim” diyendir. O bilkuvve değil, bilfiildir.” (sf. 19)

“Hakikate ermek, yola düşmenin amacı; bizzat hakikat ise, ermenin amacı.” (sf. 21)

“Hakikat benim! Deseydim, elbette gocunurdum; dediğim sadece şu; ben Hakikatim! Ey tâlib! Nefsinin tafralarına kanıp sanma ki hakikate sahipsin, sen hakikate dâhilsin.” (sf. 24)

“Öğrenilmesi gerekenler, bilinmesi lâzım gelenler çoktur; çokluk mertebeleri içinden geçip birlik’e ulaşmak süre ister, emek ister, hepsinden önce nasib ister.” (sf. 25)

“1) Biz kimiz?
2) Ben kimim?
İlk sorunun cevabı bulunmadıkça, ikinci sorunun cevabı buluna bilir mi? Aslâ. Düşünme kendi toprağına ihanet edemez. Ben bizini bulmadıkça yola çıkamaz!” (sf. 31)

“Günümüzün insanı yönünü tayin edemediği için yükselemiyor. Dairesini tamamlayamıyor. Bu yüzden özgürleşemiyor; özgürlüğün daireyi tamamlamak demek olduğunu ise aklına bile getirmiyor. Dairenin, gönlün terbiyesiyle tamamlanacağı muhakkak iken, kayb olan ve edilen için üzülmekten kendini alamıyor. Ölümden korkusu bu yüzden. Yaşamı yitireceği korkusuyla yüreği büzüşüyor, sıkılıyor ve ‘bun’alıyor.” (sf. 34)

“Her nesnenin bir bitimi varmış. Doğru ve fakat eksik! Kim için ve kimler nezdinde her nesnenin bir bitimi vardır? Çağdaşlığın bugünkü mümesilleri nezdinde prizma yok, üçgen var artık! Evet, şimdi düşünme yoksunlarının gözünde artık küre yok, sadece daire var! Görmüyorlar ve görmediklerini reddediyorlar, anlamıyorlar ve anlamadıklarını inkâr ediyorlar. Okyanusa açılamıyorlar ve fakat önceleri sığ sularda, şimdiyse yeryüzünün batısındaki hocalarının inşa ettikleri havuzlarda yüzme dersleri alıp vermeyi marifet addediyorlar.” (sf. 38)

“Yetişkinlerin o kasvetli tafralarla sordukları köşeli soruların ve bu sorulara verilen köşeli cevapların sathîliği onların gözlerini kamaştırırken, düşünmenin o çocukça soruların içinde saklandığını hiç ama hiç görmüyorlar. Çünkü şek etmek ile hayret etmek arasındaki farkı bilmiyorlar.” (sf. 39)

“Tamamlanamayan dairenin dışına çıkılamaz; dolayısıyla daireyi tamamlayamayan kişilerin özgürleşmeleri de mümkün olmaz.” (sf. 52)

“Aynılığın olduğu yerde, gayrılıktan söz etmek mümkünken, eşitlikte gayrılıktan söz edilemez. “Ben benim” dersem, “Ben sen değilim” de demiş olurum. Ben kendime eşit değilim. Kendine eşit olmayan ben, sana nasıl eşit olurum?” (sf. 52)

“Daire karşılığında a-partman veya de-partman sözcüklerini kullanmayı marifet sanan devrimcilerimiz, devirmek ve devrim sözcüklerinin dahî devr u daireden türetildiğini hatırlamalılar.” (sf. 70)

“Korku önce kişiyi değil, kişiliği öldürür. Kişilik ölünce, kişi de kendiliğinden ölmüş olur.” (sf. 72)

Aktaran: Ömer Ertürk

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir