Collingwood’un Tarih Felsefesi

Künye: Collingwood’un Tarih Felsefesi, Kubilay Aysevener, İmge Kitabevi, 1. Baskı, Nisan 2001, Ankara.

***

“Bir sözcük, içinde düşünüldüğü, canlandırıldığı ve üretildiği tutumdan ayrı tutulduğunda artık hiçbir anlam taşımaz.” (s. 16)

Tarih, bir anlama kipidir; diğer bir deyişle, henüz çözümlenmemiş insan etkinliklerinin tümü hakkında koşulsal ilişkileri anlaşılır kılmanın bir yoludur. (s. 17)

Bir tarihsel olay ya da eylemin hangi bağlamda gerçekleştirilmiş olduğu hiçbir zaman tam olarak bilinmediğinden, onları gerçekte oldukları gibi kavramak olanaklı değildir. (s. 24)

Filozof, bir nesne hakkında yalnızca düşünmekle kalmaz, aynı zamanda nesne hakkındaki düşüncesi üzerine de düşünür. Bu anlamıyla felsefe, “ikinci dereceden düşünce, düşünce hakkında düşünce”dir. (s. 28)

Collingwood, din ve felsefeyi özdeşleştirmiş ve bunu dünyanın bir yorumlanışı olarak ele almıştır. (s. 31)

Tarihçinin edimi, olmuş ve olmakta olan her şeyin soruşturulmasıdır; ve bu da felsefedir… Tarih ve felsefe bu nedenle aynı şeydirler. (s. 34)

Tarihçi eylemlerini araştırdığı insanlara ne kadar sempati duysa da, onları kendisine ne kadar yakın hissetse de, onlar tarihçiye yakın olmaktan öteye geçemezler. O bir tarihçidir, incelediği kişilerse değil. Sonuç olarak, tarihçi her zaman katılımda bulunmadığı bir dünyanın izleyicisi olur; olgu dünyasını, bir tarihçi olarak baştan başa kaplayamayacağı bir boşluk olarak görür. (s. 37)

Tarihçi, kendi bilinci hakkında değil, nesnesi hakkında düşünür; bakış açısı hakkında değil, bakış açısıyla düşünür. (s. 41)

Collingwood’a göre şudur: “Her yeni kuşak, tarihi kendine uygun biçimde yeniden yazmalıdır.” (s. 50)

Geçmişin bilgisi, tarihçinin kendi geçmişinin resmidir. Bu resim, şimdideki kanıtlar üzerine kurulmuş a priori tarihsel imgelemle oluşturulmuş bir resimdir. (s. 51)

Her tarihsel olgu, her yeni dönemde, günün koşullarına ve gereksinimlerine göre, yeniden sorgulanmayı gerektirir. Bu yüzden tarihsel bilgi, sürüp giden bir sorgulama süreci içinde elde edilen ve yenilenen bir bilgi olarak karşımıza çıkar, çünkü her yeni dönem ve her yeni soruşturma tarihsel bilgimizin yeniden gözden geçirilmesine ve oluşturulmasına olanak tanır. (s. 55)

Eğer soru yanlış kavranmışsa, anlam da yanlış kavranmıştır. (s. 57)

“…her tarihçi ve edebiyat eleştirmeni, kendi anlayışının dayanağının kesin olmadığını göz önüne almalıdır. Bizden sonra başkalarının farklı bir biçimde anlayacaklarının bilincinde olmamız varlığımızın tarihsel sonluluğunun bir parçasıdır.” (s. 65-66)

Tarihçi nasıl ve hangi koşullarda geçmişi bilebilir? Bu soruyu yanıtlarken dikkat edilecek ilk şey, geçmişin asla deneysel olarak kavranabilir bir olgu olmadığı gerçeğidir. Tarihçi geçmişteki olguların tanığı değildir. Onun geçmişe ilişkin bilgisi deneysel değil, çıkarımsal ya da dolaylı bir bilgidir. (s. 70)

“Tüm tarih çağdaş tarihtir.” (s. 73)

Bireyin kendisinin ya da başkasının geçmişteki düşüncelerini yeniden düşünme yeteneği, tarih yapmanın gerçek koşuludur. (s. 77)

Mutlak önkabuller önerme değildir. (s. 82)

Tarihçinin incelediği geçmiş düşünceler ölü değillerdir; geçmiş oldukları bilinse de, bir bakıma hâlâ şimdiki zamanda yaşamaktadırlar. (s. 90)

Bir depremin ya da bir selin, belli bir insan topluluğunu belli bir zamanda etkilemiş olması kronolojik olarak önemlidir ancak bu tarih değildir. Tarih, böyle bir doğal olayın sonucunda, doğal olayın kendisiyle değil insanların böylesi doğal olaylardan nasıl etkilenmiş, buna karşı nasıl bir turum geliştirmiş olduklarıyla ilgilenir. Kısacası tarih, insanların bu tür olaylar karşısındaki düşünsel tepkileriyle ilgilenir. (s. 93)

Collingwood’a göre, geçmiş düşünceler kendiliklerinden yaşamazlar; onlar ancak, bir tarihçi, onları yeniden canlandırmayı başardığı zaman yaşarlar. (s. 101)

Bu durumda tarihçinin kültürel donanımı neyse, tarihsel çerçevesi de o olacaktır. (s. 106)

Collingwood’un dile getirmiş olduğu “tarihçi olayın ne olduğunu bilirse neden olduğunu da bilir”, önkabulü sağlam temellere dayanmamaktadır. (s. 111)

Collingwood’un tarih ve felsefeyi birleştirmek istemesinin gerisinde, kuşkuculuktan çok, tarihte daha güvenilir bilgiler elde etmek için ussal yöntemlere gereksinim olduğunu fark etmesi yatmaktadır. (s. 117)

Eğer tarihte kesinlik arıyorsak, Bradley’in belirtmiş olduğu gibi, bir eylemin olası tek bağlamının olması gerekmektedir. Tersi bir durumda kesinlikten söz etmemiz olanaklı değildir. (s. 121)

Dünyanın seçilmiş bir kısmının doğasını çalışmak, bir bilim adamı olmaktır; bir bütün olarak onun doğasını çalışmak ise bir filozof olmaktır. (s. 125)

Başka bir deyişle, biz Hastings savaşından söz ederken, yalnızca bilinen bir şeyden değil, kısmen bilinen, kısmen de bilinmeyen bir şeyden söz etmekteyiz; ve ondan söz ederken sahip olduğumuz güven, aynen arseniğin üzerinde ne olduğu konusunda tam bir bilgimiz olmadan, bir şişenin üzerinde yazan “bu arseniktir” etiketini okuduğumuzda sahip olduğumuz güven gibidir. (s. 145)

Aktaran: İbrahim Orhun Kaplan

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir