Seslerin o anlamsız bütünlüğünde kendilerine bir ses, bir renk, bir yurt arayan bir grup edebiyat severin çıktığı yeni bir yolculuk oldukça güzel bir çalışmanın meydana gelmesine vesile olmuş. Çiçekli Elbise kitabına öyküleriyle katkı yapan yazarların ortak amacı ise tenhalarına kalabalık, seslerine ses ve kendilerine bir ben aramak olarak özetlenebilir. Bu arayışın bir sonucu olarak ortaya çıkan Edebifikir, altı yıl önce rahatsız ruhlar tarafından yayın hayatına başlatıldı.
Sözün gücünün mihrakı olmak ve edebiyat vadisinin ateş hattında yel değirmenleri ile değil, rüzgârın önünde set olunabileceğini iddia edenlere karşı bir duruş geliştirmişlerdi. Altı yıl boyunca kendine gelme biçimleri üzerine düşündüklerini yazdılar ve yeniden yazdılar. Kendini bulma ve bulduğunu tanımak adına bir platform oluşturdular. Çiçekli Elbise, bir manada “Edebifikir Öykü Seçkisi” kendini bulma derdinin ilk ürünü… 2010 yılından bugüne yayımlanan öykülerden bir seçki…
Kitabın içeriğine baktığımızda özelikle Mehmet Erikli, Davut Bayraklı, Ömer Can Coşkun, Celal Kuru, Mükerrem Mete, Mehmet Raşit Küçükkürtül, Abdülkerim Kolat, Sulhi Ceylan, Samet Çıldan, İbrahim Halil Aslan gibi yazarların öyküleriyle katkı yaptığını görüyoruz. Kendi adıma bu birbirinden güzel olan kısa öyküler içinde en çok; Cebi Delik Tarık, Balıkçı Çırağı, İp, Sıkışan Ruhlar, Delil Çölü, Saç, Karton Kutu, Ölüler Görür, Çiçekli Elbise, Kahkaha ve Gölgesiyle Konuşan Adamla Konuşan Adamı Dinleyenler isimli öyküleri sevdim.
Mehmet Erikli’nin anlattığı hikâyedeki; “Cebi Delik Tarık, bir gün o çok sevdiği pilavcıyı bıçakladığında yirmi iki yaşındaydı. Pilavcı, her nedense onu öldürmeye yeltenmiş bu kaçıktan şikâyetçi olmamıştı. Hava raporlarına göre ciğer delen soğukları bir iki güne gelecekti. Tahminen kar bekleniyordu. Kapı aşındıran havaların önünde içine peyda olan huzursuzluğu bastırmak için pilav yiyen Cebi Delik Tarık’ın pilavcıyı hiç günahı yokken delmesinin üzerinden en fazla iki ay geçmişti. Bereket versin adam ölmemişti de ucuz kurtulmuştu.” giriş kısmı bana Kafka’nın hikâyelerinin tadını verdi.
Eserin önsöz kısmındaki özellikle bazı cümleler dikkatimi çekti. Sulhi Ceylan’ın ifadesiyle insan deyince aklımıza yolculuk gelir. Yolculuk maddî olduğu gibi aynı zamanda manevidir de. Maddî yolculuk da aslında manevî yolculuğun bir süreğidir. Yani kişi kendi dışında ve kendi içinde sürekli seyahat edendir. Kendi dışında (âfak) yaptığı seyahatler, kendi içinde (enfüs) yapacağı seyahatlere kılavuz olur. İnsanın yolculuğun ana sebebi ise arayıştır. Bazen kişi neyi aradığını bile bilmeyebilir ama yoldadır. Aramaktadır. Başladığı yere gelmek istemektedir. Fakat insan bir yandan değişimden korkarken diğer yandan durağanlıktan sıkılır. Yoldur kişinin ilacı. Yolda olma bilincidir. Ama insan genelde bunun da farkına varamayabilir. Arayan kişi, bazen bulduğunun aradığı olduğunun farkında olmayabilir. Çünkü yolculuk başlı başına bir idrak gerektirir. Yol ise son tahlilde yol değildir. Yol aslında kişinin kendini bilme, sonsuza varma isteğinin tecessüm etmiş halidir. Çiçekli Elbise’deki öyküler bu arayış ve yolculuğun kısa ve önemli bir anlatısı olarak da görülebilir.
Giysilerimiz bizim iç dünyamızın yansımalarının tınılarını da taşıyor. Kitaba ismini veren öyküyü Mehmet Raşit Küçükkürtül yazmış. Bu kısa öyküyü okurken ne düşüneceğimi ve ne hissedeceğimi bilemedim.
“Hadi sağlıcakla kalın, ben, bizimki göçtükten sonra öbür âleme, böyle çiçekli esvaplar giymiyorum.” dedi eşikten adımını atarken. İhtiyarlara mahsus, sakınmalı sallanmalı bir yürüyüşle kaybolurken gözden:
-Yeni mi öldü kocası?
-Yok abla, yirmi sene oluyor. Şunu beğendin mi?
– Ay şekerim, geç bunu! Vatkalı elbise mi kaldı?
Bence herkesin bir hikâyesi vardır. “Yolu okumak, kişinin öncelikle kendi hikâyesini okumasıdır. Çünkü insana giden yol yine insandan geçer. Edebiyat adına ortaya konan her ürüne, insanın kendisini okumasının bir süreci olarak bakabiliriz. ”(a.g.e) İşte “Edebifikir Öykü Seçkisi” bu saiklerle ortaya çıkmış bir eser. Anlatmak istediği çok şey var.
Arif Akbaş