Künye: Ceviz Sandıklar ve Para Kasaları, Ali Ayçil, Timaş Yayınları, 2013, İstanbul.
***
Sanıldığı gibi, insanı yıkan çektiği acılar değildir. İnsan, çektiklerini paylaşamadığı için, kendi acısıyla söyleşmeye başladığında yıkılır. Bu yüzden hiçbirimiz boşluğa düşmek istemeyiz. Çevremizi başka insanlarla, başka canlılarla ya da eşyalarla tahkim etmeye can atarız. (Sayfa 9)
O zaman anladım ki, iki kıyı arasında bir tercihi bulunmayanların, ne önce gitmek ne de sona kalmak gibi bir dertleri yoktu. Erbaine girmek için bile kendilerine tenha bir yer bulamamış, bu yüzden hayatın ortasında erbaine girmek zorunda bırakılmış, ama kırkıncı günleri hiç dolmayan ölü canlar kabilesine benziyorlardı. (Sayfa 19)
Yoksa ben kendi karanlığımı sayısız surete bölerek kötü bir oyun mu oynadım kendimle? (Sayfa 19)
Aklımızla hayat arasında arabuluculuk eden “uyum perisi”nin bir gün dalgınlığı tutar ve göğüs kafesimizin tehlikeli kapısı aralanıverir. (Sayfa 21)
“Kalbim seni alıp nereye gideyim?” (Sayfa 21)
Ruh her dalgalandığında o suretin aslını arzulayacak; ancak arzuladıkça onu kendinden uzaklaştıracak, arzuladıkça imkânsız kılacak, nihayetinde, bir zamanlar yolunun üzerinde öylesine duran o çiçeği, uçurumun ortasında ve ulaşılamaz bir hale getirecektir. Zavallı âdemoğlu, o uçurumun kenarında, ezeli bir bağlanmayla ebedi bir elveda arasında varlığının en büyük buhranını yaşayacaktır. (Sayfa 22)
İçim!
Seni bu isimle tanıdım. (Sayfa 25)
Birkaç genç arkadaşımı kaybettim, Ertuğrul’u mesela. Her tanesi apayrı değerli taşlardan yontulmuş bir tespihe benzerdi. Büyük bir tevekkülle dokunarak geldiği yirmi yedinci tanede ip koptu ve Ertuğrul’un başı, duasını henüz tamamlamış bir imame gibi toprağa uzandı. (Sayfa 30)
Bu şehir koca bir kapan ve hepimiz tuzağa düşürülmüş bir tavşana benziyoruz. (Sayfa 53)
Biz hepimiz, bir gün bu şehre karşı galip gelebilmek için vahşice bir istek duyuyoruz; ama milyonlarca insan bir türlü beceremiyoruz onu alt etmeyi. Oysa şu bulutların yeryüzüne saldığı yumuşacık taneler birkaç saatte başarıyor bunu. Herkese bir evinin olduğunu hatırlatıyor, sımsıcak bir odanın rehavetini, sokaklardan kurtarılmış bir zamanın genişliğini, ıssızlıktaki müziğin tınısını. (Sayfa 54)
Denilebilir ki, hatası canlı olan, inattan çok nedamete; isyandan çok tövbeye yakın olandır. Bütün iş, bizim, insanların içinde hiç ölmeyen ve ölünceye kadar hata işleyen o sakarlığa hürmet gösterip göstermeyeceğimize; bütün iş, onun boynuna “son şans” ilmeğini geçirip geçirmeyeceğimize kalmıştır. (Sayfa 107)
İntihar edenlerin soğuk bedenlerine bakanlar, orada, çiçeklerini soldurmamak için uzunca bir süre direten küçük bir bahçe göreceklerdir. Solmaya başlamadan önce dünyayı bir kalp yangınına çevirecek kadar renkli, hayatı mutluluktan sarhoş edecek envai çeşit koku salan bir sürü çiçek, nasıl olmuşsa bir ölüm karosunun uğultulu enstrümanlarına dönüşmüşlerdir. (Sayfa 110)
Yine de intihar edenlerin bedenlerinin bize asıl söylemek istediği, bizzat intiharın kötü bir yol olduğudur. Bunu dünyaya son bir kez ve büyük bir aşkla baktıkları terk ediş anında anlamışlar, fakat kendilerini çeldikleri o dipsiz kuyunun kıyısından geri dönme dirayetini bir türlü gösterememişlerdir. Son anda anlamışlardır ki, yukarıda güneş bütün zalimlikleri unutturacak kadar parlak, ay gecenin cinlerinin yarışamayacağı kadar rahvandır. Evet, dünya belki çalılıklarla doludur, ama hayatta olmak bunun için zaten bir zafer değil midir? Dünyaya meydan okumanın biricik yolu, o çalılıklar arasında kendine bir yer açmak için dünyada kalmayı başarmaktır. Doğan her çocukta, alınan her nefeste, her buluşmada ve ayrılıkta ne kadar çok sır saklıdır. Eğer insanlar o sırlardan yalnızca birkaçını kavrayabilseler, göreceklerdir ki; gök ve yer coşku dolu bir şenlik için her an hazırda beklemektedir. (Sayfa 111)
Edebifikir
1 Yorum