Boğazdaki Aşiret ve Mahmut Çetin

Davut Bayraklı, Osmanlı Devleti’nin son döneminde devletin ve milletin başına bela olan, Cumhuriyetle birlikte içinde yaşadığı halka karşı kendini seçkin bir konumda konuşlandıran aileleri anlatan ‘Boğazdaki Aşiret’ kitabını değerlendirdi.

***

Türkiye’de, yakın tarih üzerine çok çeşitli eserler yazıldı. Her eserin ve eseri ortaya koyan müellifin bakış açısı meseleyi farklı bir noktadan ele alma ve inceleme yöntemini taşısa da yakın tarihimizle ilgili karanlık bölgelerde “es geçilen” ve “atlanan” noktalar yoktur diyemeyiz. Ancak bu “es geçme” ve “atlama” tespitindeki “bilinçli olma/yapılma” bizi bir araştırma ve anlama çabasına götürüyor mu? İşte sorulması gereken asıl soru da bu!

Peki, bu soruyu kim soracak? Sorulan soruya kim cevap verecek? Yakın tarihimizde yaşanan yabancılaşma ve bu yabancılaşmanın hemen öncesinde ona zemin hazırlayan üstseçkin oluşumların bağlantısı nedir? Üstseçkin konumunda kendini gören ve mutlu bir azınlık oluşturan, neticede de içinde yaşadığı toplumdan kopan, topluma ve değerlerine yabancılaşan, düşman kesilen bu kesim kimlerden oluşuyor?

Bu soruların cevabı çok gizli ya da çok derinlerde değil aslında. Araştırmacı yazar Mahmut Çetin, “Boğazdaki Aşiret” isimli kitabıyla bu soruların cevabını bizler için bulmuş ve ortaya koymuş. Aslında kitap dört ailenin ilişkilerini ortaya koyarken yaşanan yabancılaşmayı ve ihaneti de gözler önüne seriyor. Yakın tarihimizle ilgili olarak çarpıcı ve sarsıcı sonuçlara ulaşan Mahmut Çetin, kitabı için “Bir sülale tarihi diyebileceğimiz ‘Boğazdaki Aşiret’, yer yer Türk solu tarihi, yer yerde batılılaşma tarihinin belirli dönemlerini resmediyor.” diyor.

Konstanty, Detrois, Sotori ve Siyavuş ailelerinin ve aile ilişkilerinin anlatıldığı eserde Çetin, bu aşiretin köken itibariyle bize yabancı olduğunu, ancak milletimizin bu köken farklılığını hiçbir zaman önemsemediğini ve üzerinde durmadığını söylüyor. Peki, bu aşiretin içinde yaşadığı ve köken farklılığını kendisine sorun etmediği halka karşı tavrı nasıl olmuştu? Kanaatimce sorulması gereken can alıcı bir diğer soru da bu!

Batılılaşma ve yabancılaşma tarihimizde yer alan isimler göz önüne alındığında boğazdaki aşiretin ağırlığıyla karşılaşacak ve o zaman biraz önce sorduğumuz soruya hiç de olumlu cevap veremeyeceksiniz. Belki de sadece bu soruyu kendimize sormak ve esaslı hatta afili bir cevap almak en önemli meselemiz olacaktır.

Mahmut Çetin, bu aşireti araştırarak çok meşakkatli bir yükün altına girmiş ve “Yabancılaşmanın öncüsü olan bir sülalenin, klan ilişkilerini şebekeye dönüştürerek, ülke insanına karşı açık bir savaşa girişmesi de görmezden gelinmemesi” gerektiği kanaatine varmış. Bugünkü zilletimizin sorumlularını aradığımızda ve bulduğumuzda isimlerin hep bu aşiretten çıkması da meseleye başka bir boyut katıyor. Osmanlı Devleti’nin son döneminde devletin ve milletin başına bela olan, Cumhuriyetle birlikte içinde yaşadığı halka karşı kendini seçkin bir konumda konuşlandıran bu aileler aslında yabancılaşmanın tarihi olarak karşımızda duruyor.

“Boğazdaki Aşiret” kitabıyla belki 160 yıllık bir aile tarihini okuyacaksınız ama bu okumanın arka planında insanın kanını donduran ve insanı ürperten bir başka hikâyenin de varlığına şahit olacaksınız. Ailelerin bir birleriyle olan ilişkileri, rejimle olan tuhaf kavgaları, denge sorunları sizi sarsabilir. En önemlisi de bu aşirete mensup olan kişiler ve bu kişilerin hayatları sizi “Bu kadar da olmaz!” demeye kadar götürecek.

Polenez, Alman, Macar, Rum ve Hırvat milletlerinden oluşan bu aileler zaman içinde birbirleriyle evlenmişler, kız alıp vermişler. Bir aşamadan sonra meseleye dönüp bir bakıyorsunuz ki, bu dört aile iç içe girmiş.

Soy araştırmacılığının ne kadar zor bir iş olduğu malum. Düzenli takip isteyen, en küçük dipnota kadar dikkat etmeyi ve araştırmayı gerektiren bir çalışma. Bu kadarla da bitmiyor mesele. Bulduğunuz tüm verileri muhafaza edip, birbirleriyle olan alakaları tespit edeceksiniz. Sonra bunları zihninizde bir haritaya, bir çizelgeye dönüştüreceksiniz. Gazetelerdeki ölüm ilanlarını düzenli olarak takip edecek ve yanılmanın yüksek olduğu tehlike çukurundan mümkün mertebe kaçacaksınız. İşte tüm bu zorlukları başarıyla atlatan Mahmut Çetin ortaya gerçekten çok güzel bir çalışma, çok başarılı bir eser koymuş.

Sonuç olarak, “Boğazdaki Aşiret” yakın tarihimizde yaşanan batılılaşma ve yabancılaşmanın kısa bir tarihidir aslında. Yakın tarihte toplumsal değişimlerde ve resmi ideoloji tarafından yapılmaya çalışılan dönüştürme projelerinde rastladığınız isimlerin bu ailelerden birisinden olması bu tezin delilleri arasında. Hiçbir zaman kökenlerini unutmayan, milli ve dini bağlarına sahip çıkan, ancak yaşadıkların devrin şartlarına göre tavır almayı ihmal etmeyen bu aileler, dışı Müslüman içi başka bir şey olarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ortak noktaları arasında Türk solunun tarihinde derin izler bırakan isimlere sahip olmaları, Sünni inançla savaşmaları ve heterodoks inançlara meyletmeleri; Osmanlı Devleti’ne ve İslam’a olan tavırlarının bir yansımasıdır. Heterodoks inançlara saparak Mason, Mevlevi ve Bektaşi tarikatlarına ilgi göstermeleri de yine Türk halkının İslam ve Ehl-i Sünnet inancıyla kavgalı olmalarındandır.

Kitabı dört aile üzerinden incelediği için dört bölüm üstüne kurgulayan Mahmut Çetin, akıcı ve sade bir dil kullanarak okumayı kolaylaştırmış. Okuyucuyu merkeze alan bir tasarımı olan kitapta yer yer aşiretin akrabalık bağlantıları daha rahat anlatılma adına şemalar halinde verilmiş. Birinci bölüm Konstanty’nin Çocukları. İkinci bölüm Detrois’in Çocukları. Üçüncü bölüm Sotori’nin Çocukları ve dördüncü bölüm de Siyavuş’un çocukları.

Peki, “Bu ailelerden oluşan aşirette tanıdık kimler var?” Aslında bu soruya “Kimler yok ki?” diye cevap versek işimiz daha kolay olur. Ancak biz, kitabı okumak isteyenler için çok önde olan ve ya çokça bilinen bazı isimleri sayalım.

Ali Fuat Cebesoy, Nazım Hikmet Ran, Oktay Rifat, Refik Erduran, Rasuh Nuri İleri, Ali Ekrem Bolayır, Zeki Baştımar, Sabahattin Ali, Numan Menemencioğlu, Abidin Dino ilk anda akla gelen isimlerden bir kaçı. Mehmet Ali Aybar, Turgut Sunalp, Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal, Cevat Rifat Atilhan, Şükrü Bleda, Mehmet Ali Ayni gibi ilginç isimlerde bu listede yer alıyor.

Bu listede yer alan isimlerden Ali Fuat Cebesoy’un Nazım Hikmet’in dayısı olması, Mehmet Ali Aybar’la Nazım Hikmet’in akraba olması, Refik Erduran’ın Nazım Hikmet’in eniştesi olması, Sabahattin Ali ve Mehmet Ali Aybar’ın akrabalığı, Oktay Rifat ve Nazım Hikmet’in akrabalığı… Sadece bu isimler bile bize, aşiret ve aşiretin ilişkileri hakkında bilgi vermeye yeter aslında.

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • alper , 28/05/2020

    Kitap şahane tekrardan okumam lazım :)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir