Bir Yâdigâr Koleksiyonu Olarak Defter-i Meşâhîrler

Rahmetli Ahmed Yüksel Özemre, 2006 yılında tıpkıbasımıyla birlikte kitap olarak yayımlanan Âsaf Hâlet Çelebi’nin defter-i meşâhîrini “yeni bir edebiyât türünün ilki” olarak selamlıyor ve benzeri yayınların artmasını niyâz ediyordu. Nitekim sonraki yıllarda benzer nitelikteki eserlerin sayısı yavaş yavaş arttı, başka örnekleri de ortaya çıktı.

Defter-i meşâhîr, bir nevî meşhurlar albümü ve hatıralar mecmuasıdır. Bu topraklardaki ilk örneklerine göz attığımızda, 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren özellikle okur-yazar çevreler arasında yaygınlık kazanan bir moda hâline geldiği görülür. Yine aynı yıllarda şeref defterleri de yaygınlaşmaya başlamıştır. Ayırması biraz zor olsa da defter-i meşâhîr; şeref defteri (veya ziyaretçi defteri) ile (yaşı yerinde olanların hatırlayacağı) okul anı defterlerinden birkaç noktada farklılaşır. Üçünün de ortak noktası fiziksel olarak nitelikli kâğıt ve cilde sahip olması, bir de bu defterlere yakışan kalemlerin yanında eşlik etmesidir. Farklarına gelince; evvelâ okul anı defterlerinin imza sahipleri, defter sahibinin sınıf ve okul arkadaşları ile sınırlıdır. Hâl böyle olunca defterin muhtevası bakımından beklentiye girmek hata olur. Buna karşılık şeref defterleri, ekâbir tarafından doldurulur. Yalnız defter-i meşâhîrlerden farklı olarak bir kuruma aittirler ve içeriği de genellikle o kuruma dair izlenimleri yansıtır.

Bizde defter-i meşâhîr modasının Avrupa’dan sirâyet ettiğini söyleyebiliriz; zira birkaç istisna hariç, 1900’lerden öncesine ait bir defter örneği elimizde bulunmuyor. Avrupa’da ise ilk örnekleri 16. yüzyıla kadar gider. Genellikle “album amicorum” yani “dostluk kitabı” ismiyle anılan bu defterler başlangıçta öğrenci ve akademisyenler tarafından (biraz da atılan imzaların kendileri için birer referans olması niyetiyle) meydana getirilirken, zaman içinde hem burjuva ve aristokratlar hem sanat çevreleri ve hem de geniş halk kesimlerinin ilgisini uyandırıp yaygınlaşmıştır. Avrupa’nın belli başlı kütüphanelerinde bu albümlerin derlenerek koleksiyon hâline getirildiğini görebiliyoruz. Hatta sırf bu albümler üzerine dijital bir veri tabanı bile mevcuttur.

Defter-i meşâhîrler birer yâdigâr koleksiyonudur. Fakat onu kıymetli kılan defterinin kâğıdı, cildi ve kilidi değildir. İmza sahiplerinin deftere emanet ettiği güzel söz, şiir, eskiz, resim, nota ve hat örnekleri ile imzaları defterin kıymetini tespit eder. “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” kelâm-ı kibârının buyurduğu gibi, defterler bu imzalarla kıymet bulur. Hatta bazen bu durum “Şerefü’l-mekîn bi’l-mekân” vaziyetine döner; defterdeki bazı imza sahipleri, defterin önceki sayfalarına göz gezdirince, atacakları imza için duydukları mahcubiyet ve gururu ifade etmekten kaçınamazlar.

Bu defterler sahipleri için bir koleksiyon, referans ve prestij niteliğindedir. Biyografileri için de kıymetli bilgiler içerir; ailesi, sosyal çevresi ve statüsü, mesleği, dinî ve siyasî görüşleri ile örnek aldığı ve takdir ettiği kimseler hakkında rahatlıkla çıkarımlarda bulunulabilir.

Özemre’nin işaret ettiği noktadan hareketle defter-i meşâhîrleri bir alt tür olarak kabul edebiliriz. Ki kaynak değeri olarak edebiyat tarihi, sanat tarihi ve biyografi gibi farklı disiplinlere de katkılarının olacağı şüphe götürmez.

Peki, elimizde bir literatür oluşturabilecek kadar defter bulunuyor mu? Bir zaman önce, buna verilebilecek cevap olumsuzdu. Ama dikkatli bir tarama ile kısa bir liste oluşturmak mümkün oldu. Yalnız zamanla bu listenin de fazlaca eksik kalacağı muhakkaktır. Şimdilik derleyebildiğimiz defter-i meşâhîrlerin listesi şöyle:

Şair Nigâr Hanım: Osmanlı’nın tanınmış ve öncü kadın şairlerinden biri olan Nigâr Hanım’ın “albüm-i edîbe” ismi verilen hatıra defteri bugün Millî Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu’nda dinlenmektedir. 65 varaklık defterin 20 varağında imza bulunur. Nigâr Hanım’ın hayranı olduğu Süleyman Nazif’in yazısıyla başlayan defterde; Osmanlı hanedanının kadın ve erkek üyelerinin (bu arada dostu Nâciye Sultan’la, eşi Enver Paşa’nın) imzaları çoğunluğu teşkil eder. En dikkat çeken imza sahibi ise “Carmen Sylva” takma ismiyle birçok edebî eser ortaya koyan Romanya Kraliçesi Elisabeth’tir. Nigâr Hanım’ın Romanya ziyaretinde kendisiyle tanıştığı Kraliçe, defteri Carmen Sylva olarak imzalar ve Fransızca olarak şu sözü yazar: “Dünya, insan ruhunun anlayabileceği kadar küçük; insan aklının (zekâsının) kavrayamayacağı kadar büyüktür.

Nigâr Hanım’ın yine Millî Kütüphane’de muhafaza edilen bir diğer albümü “Hâtırât” başlığıyla kayıtlı olup 184 varaktır. Diğerine göre daha kapsamlı olan bu defter, yüksek ihtimalle, dönemin aydın çevrelerini konağında bir araya getirdiği “Salı Toplantıları”nın bir meyvesidir. Defterde devrin edebiyatçıları ve devlet adamlarının yanı sıra farklı millet ve mesleklerden birçok kimsenin imzaları yer alır; Osmanlı Türkçesi, Almanca, Fransızca ve Japonca notlar, şiirler ve çizimler bulunur. İmza sahipleri ekseriyetle Nigâr Hanım’ı metheder, bu arada kendileri de böyle bir albümde yer almaktan duydukları memnuniyeti ifade ederler. Cenab Şahabeddin’in yazdıkları gerçekten ilginçtir: “Her vakit düşünürdüm; acaba zaman benden bir şeyi âtiye kadar götürecek mi? Manzum ve mensur karaladığım şeyler evrak-ı hayatım üstünde bir şebnem-i elem gibi kaldıktan sonra namımı ihata edecek sehab-ı nisyandan bir şey kurtulabilecek mi? Şimdi sanıyorum ki şu satırlar namımı müstakbelde yaşatabilecektir.

İbnülemin Mahmud Kemal İnal: Osmanlı ile Cumhuriyet Türkiye’si arasındaki en önemli kültür köprülerinden biri olan İbnülemin, hem muhalled eserleri hem de nevi şahsına münhasır karakteriyle orijinal bir şahsiyettir. Yahya Kemal ve Süleyman Nazif’in birer mısrasını söyleyerek tamamladıkları şu beyit gerçekten onun bu orijinalliğine delâlet eder:

Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine

İbnülemin’in bürokratik görevlerinin yanı sıra, konağı “dârü’l-Kemâl”in İstanbul münevverinin bir sohbet meclisi olması, kendisinin oldukça geniş bir sosyal ağa sahip bulunmasını netice vermiştir. İbnülemin de, yazıları eserlerinde kullanmak üzere bir defter-i meşâhîr tertip etmiştir. Bu çerçevede meydana getirdiği defterini, eserlerinde farklı adlarla zikretse de, bizce en yakışanı “Meşâhîr-i Kemâl”dir. Kütüphanesini İstanbul Üniversitesi’ne bağışladığı için, üniversitenin Nadir Eserler Kütüphanesi’nde, kendi adıyla anılan bölümde yer alan bu defter 56 varaktan ibaret bulunuyor. Deftere ilk imzayı 1896’da şâir-i âzam Abdülhak Hâmid koyarken; son imzanın sahibi, İbnülemin’in portresini çizdiği sayfanın altına ismiyle beraber “27-1-1952” tarihini not eden ressam Güzin Duran’dır.

İbnülemin’in meydana getirdiği defter-i meşâhîr, içeriği bakımından en kıymetli örneklerden biridir. Böyle bir “yıldızlar karması”nda yer alması için kalem uzatılanların büyük çoğunluğu bu tekliften büyük memnuniyet duymuş, bu arada defterin diğer sayfalarını incelemekten kendilerini alamamıştır. 9 defa sadrazamlık vazifesinde bulunan Mehmed Said Paşa bile defteri imzaladıktan sonra İbnülemin’e “Böyle bir mecmuaya yazı yazmakdan ben hâyâ ederim.” demekten kendini alamamıştır. Defterde birer yâdigârı bulunan devlet adamı, âlim ve sanatkârlar gayet güzel ve üsluplu metinler ortaya koymuşlardır.

Yaşar Şâdî: Hayatı hakkında fazla malumat olmayan Yaşar Şâdî Bey’le ilgili elimizdeki bilgiler, kendisinin İbnülemin Mahmud Kemal’e verdiği terceme-i hâlinden ibarettir. Yaşar Şâdî burada şiirlerinin yanı sıra “hutût-i meşâhîri hâvi mecmua-i hâtıratı” olduğundan bahseder. İbnülemin, 1923’te vefatının ardından kardeşi tarafından kendisine hediye edilen defteri, kurucularından biri olduğu Türk ve İslâm Âsârı [Eserleri] Müzesi’nin kütüphanesine koymuştur. İbnülemin her ne kadar defteri beğenmediğini ifade etse de, kıymetini takdir ettiği âşikârdır.

Yaşar Şâdî’nin 435 sayfadan ibaret olan defterinin 431 sayfası doludur. Toplam 283 zâtın yazısı bulunur. İlk sayfada bu mecmuayı hazırlamaktaki niyetini ifade eden Yaşar Şâdî, defteri 1920-1922 yılları arasında doldurmuştur. İlk imza sahibi Osmanlı tahtının o günkü veliahdı Şehzade Abdülmecid Efendi, sonuncusu ise Amasyalı Abdizâde Hüseyin Hüsameddin Efendi’dir. İki imzanın arası ise seçkin bir topluluğun hatıralarını barındırır.

Yaşar Şâdî’nin defterinde dikkat çeken bir husus da, İstanbul’un işgal altında olmasının bazı yazılara da yansımış olmasıdır. Bu yazılarda bazen ümitsizlik, bazen kızgınlık, bazen de umut hissedilir. Örneğin millî şairimiz Mehmed Âkif, mecmuaya yazmak için “Hüsran” şiirini seçmiştir: “Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı”. Sadrazamlardan Ali Rıza Paşa ise “İntikam ile ihtiras bu memleketi felâkete sevkeyledi.” tespitini yazma ihtiyacını hisseder. Buna karşılık Şehzade Abdülmecid Efendi “Her leyle-i zalâmın bir fecri var muhakkak” diyerek her karanlık gecenin sonunun sabaha çıkacağına dair ümidini dile getirmiştir.

Defterin sonlarına doğru yazı yazanlardan Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) ise biraz ironik de olsa, defterden yola çıkarak bir tespitte bulunur:

Bana öyle geliyor ki bu defterin son sahifeleri biten bir devrin üzerine kapanıyor; bu devir, bir zamanlar bütün husûsî kabiliyetleriyle inkişâf etmiş bir fikir ve sanat saltanatına şâhiddi. Muhterem efendim, niçin bana bir seng-i mezâr üstüne yazı yazmak vazifesini tahmîl etdiniz?

Âsaf Hâlet Çelebi: Türk şiirinin büyük mistiği Âsaf Hâlet Çelebi’nin de, gençlik yıllarında bir defter-i meşâhîr derlediğini biliyoruz. 74 yapraklı defterin ilk 30 sayfası doludur, bir sayfalık yazı da ayrıca eklenmiştir. 1928-1931 arasında derlenen defterde 50’den fazla ismin imzası bulunuyor. Şahıs kadrosuna bakılırsa Âsaf Hâlet’in devlet büyüklerinden imza almayı pek tercih etmediğini görüyoruz. Defter büyük ölçüde ilim, tasavvuf ve sanat ehli kimseler tarafından doldurulmuştur. Genellikle bu türdeki defterlerde ilk sayfa Abdülmecid Efendi’ye ayrılırken; muhibb-i Mevlânâ olan Çelebi’nin tercihi, Mevlevî büyüklerinden Şeyh Ahmed Celâleddin (Baykara) Dede olmuştur.

Âsaf Hâlet’in defter-i meşâhîrinde, bu türün bir kaynak değeri taşıdığına dair güzel bir örnek de bulunuyor. Şöyle ki, Çelebi hakkındaki biyografilerde, ilk şiirlerinden biri olarak “Neşemiz” de zikredilir. Oysa defter-i meşâhîrden anlıyoruz ki, bu şiirin sahibi Âsaf Hâlet’in dostlarından Oğuz Kâzım Atok’tur ve şiir sehven Âsaf Hâlet’in eserleri arasına dâhil edilmiştir.

Süheyl Ünver: Türk kültürünün büyük muhafızı Süheyl Ünver’in birkaç defter-i meşâhîri birden bulunmaktadır. 88 yıllık ömrünü Türk kültürü uğruna sarf eden Ünver, geniş bir faaliyet çeşitliliği/yoğunluğu arasında defter-i meşâhîr tertibine de zaman bulabilmiştir. Süleymaniye Kütüphanesi’ne bağışladığı arşivinde bulunan defterler, derlenip kitap olarak yayımlanmıştır. Süheyl Ünver’in Defter-i Meşâhirleri başlığı altında neşredilen beş defter, tam bir portreler galerisi hüviyetindedir. Ünver’in defter tertibi hususunda Yaşar Şâdî’yi örnek aldığını biliyoruz. Zira Ünver, Yaşar Şâdî’den defter-i meşâhîrini ödünç alıp -âdeti olduğu üzere- bu defterden kendisine bir ufak defter daha çıkarmıştır. Hatta, Yaşar Şâdî bu deftere “bizim torun” dermiş.

Süheyl Ünver, defterlerinin bir gün yayınlanacağı hissi ve öngörüsüyle hareket etmiştir diyebiliriz. Zira en kapsamlı defter-i meşâhîrinin girişinde, “evlâd u ahfâda pek kıymetdâr bir yadigâr” olarak tertip edilen bu defteri okuyanların, “ahlâken ve irfânen büyük istifâdeler temin” edeceğini ümit eden Ünver; bu sebeple kendisi hakkında bir şey yazılmamasını rica etmiştir. Zira bütün arşivini olduğu gibi, bu defterleri de milletin malı olarak görmektedir.

Defterlerin şahıs kadrosunun zenginliğini ise ayrıca zikretmeye gerek yoktur; zira Ünver’in tam bir hezârfen oluşu, geniş bir çevreyle irtibat kurmasını netice vermiştir.

Ünver, hazırladığı başka defterlere de yeri geldikçe hatıra olarak imza almıştır. 1954’te, İbn Sina Kongresi için Şah Rıza Pehlevî tarafından İran’a davet edilen heyette bulunmuş, fırsattan istifade bir defter daha tertip etmiştir. Özenle hazırladığı ve İranlı ehl-i hünerin de imzalarını aldığı defterin ilk sayfalarını ise Şah Rıza Pehlevî ile eşi Süreyya’ya imzalatmıştır:

Kraliçe defterini imza etmek için eline aldığında Kâzım İsmail Bey de kalemini uzattı. Onu alınca ‘hangi imzamı atayım?’ diye sordu. Ben ‘buradaki’ dedim. Öylece imzayı koydu. Sonra Şah hanımının imzası altına aynı surette imza etti. Bir Amerikalı âlim de ‘Amerika’da bu defteri 2 milyon dolara satalım’ dedi. Şehinşahların bundan başka hiçbir fertte imzası yok.

Kemaleddin Efendi: Harbiye Nezâreti’nde görevli Kaymakam İbrahim Bey’in oğlu Kemaleddin (Efendi) hakkında bilgiye sahip değiliz. Kendisinin defter-i meşâhîri, ATASE Arşivi’nde muhafaza edilmektedir. Defter her nasılsa sahibine geri dönmemiş ve Atatürk’ün şahsî defterleri arasına karışmıştır.

Defterden bahseden birkaç kaynaktan öğrenebildiğimiz kadarıyla; Kemaleddin Efendi’nin defterinin başında kendisinin iki fotoğrafı ve imza sahiplerine hitabı bulunuyor. 1921-1923 yılları arasında, otuza yakın yazının derlendiği defter; dönemin şair, yazar, hoca ve hekimlerinden birer hatıra ile babasının oğluna hitaben yazdığı ve öğütlerini içeren bir şiiri ihtiva ediyor. Defterin son imza sahipleri ise İsmet İnönü ile Mustafa Kemal Atatürk.

Cumhuriyet’in ilanına sayılı günler kala, 11 Eylül 1923 günü, İsmet Paşa deftere şu nasihatini yazıyor: “Kemaleddin, evlâdım. Mefkûre sahibi, doğru, çalışkan ve sebatkâr ol. İyi Türk olabilmenin, hayat mücadelesinde muzaffer olmanın esrârı bunlardır.

19 Eylül’de deftere son imzayı “Gazi M. K.” olarak atan Mustafa Kemal ise, deftere kişiliğini tam manasıyla yansıtan bir yazı hatırası bırakır:

Oğlum Kemâleddin,

Babanın halûk bir insan, temiz bir asker olduğunu öğrendim. Seni, fotoğrafından mütâlaa etmekle, fikir istihrâcına kalkışmayacağım. Babanın verdiği nasîhatlar kıymetlidir.

Ben yalnız şunu ilâve edeceğim:

Hâtırât defterini, başkalarının yazılarıyla doldurmağa hevesi etmekden ise, hayat defterini, kendi faâliyet ve fazîlet eserlerinle doldurmağa bak!

Nazlı Hamdi: En meşhur kültür ve sanat adamlarımızdan biri olan ressam, arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey’in kızı Nazlı’nın da 1907-1911 arasında tuttuğu bir defteri bulunmaktadır. Defterdeki otuzun üzerindeki imza ve ithafın büyük kısmı, Osman Hamdi Bey’in temas ettiği Avrupalı entelektüel ve aristokratlara aittir. Yazılar farklı dillerde, hatta bir tanesi de çivi yazısıyla kaleme alınmıştır. Bu defterin 1893 doğumlu bir genç kız olan Nazlı’dan ziyade Osman Hamdi Bey’in biyografisine katkı sağlayacağı da âşikârdır.

Nurcemal Sermet: Hariciye mensuplarından Mehmed Kadri Sermet Bey’in kızı Nurcemal Sermet Yenal’ın da ilk gençlik yıllarına ait bir hatıra defteri bulunmaktadır. 1917 doğumlu Nurcemal Sermet, 1931 yılında bir defter-i meşâhîr tutmaya başlamıştır. Defterinde Abdülhak Hamid Tarhan (ile eşi Lüsyen Hanım), Ruşen Eşref Ünaydın, Ercüment Ekrem Talu, Ali Canip Yöntem, Midhat Cemal Kuntay ve Fransız yazar Claude Farrère gibi döneminin meşhur edebiyat adamlarının imzaları yer alır.

Mefharet Hakkı: Eski Darphane müdürlerinden Hakkı Halid Lebe’nin kızı, aynı zamanda Refik Halid Karay’ın yeğeni olan Mefharet (Bir) Hanım’ın tuttuğu defter-i meşâhîr de şair, edip, ressam ve hanedan mensuplarının yazılarıyla süslenmiştir. 1966’da vefat eden Mefharet Hanım’ın ağırlıklı olarak 1920’lerde doldurulan defterinde; başta amcası Refik Halid olmak üzere Şehzade Ömer Faruk Efendi, Sabiha Sultan, Prens Sabahaddin, Samipaşazade Sezai, Halid Ziya Uşaklıgil ve Ahmed Ağaoğlu gibi isimlerin imzalarına rastlanır. Muhataplarının iltifatlarına mazhar olan ve örnek bir genç kız olarak görülen Mefharet Hanım için herhalde en samimi yazıyı kendine has üslubuyla, amcası Refik Halid yazmıştır:

Kızım Mefharet,

Herkes ne derse desin, ne lugatler paralarsa paralasın ve ne hikmetler saçarsa saçsın, sen beni, sade ruhlu, basit akıllı amcanı dinle: Aile hayatında üç mühim iş vardır ki onları temin saadeti tesis eder: İyi yemek, iyi ve tatlı uyku, çocuğa iyi bakmak… İyi yiyenlere, iyi ve güzel uyuyanlara ve çocuklarına mükemmel bakmayı bilenlere göz gezdir, en fazla mesut onlardır!

İyi yemek için fazla israftan tevakkî, güzel uyumak için de fena, azablı işlerden ictinâb lazım gelir. Çocuğa bakmak da sıhhatle kâimdir. Demek ki bu üçünü temine çalışan aile yemek, uyku ve çocuk gibi üç maddî kelime altında maddî ve manevî bir kemâle ermek mecburiyetindedir. Binaenaleyh saadetin namına senden istikbalde, aile teşkil etdiğin vakit bu üç şeyi görmek isterim: İyi yemek, tatlı uyku, sıhhatde çocuk… Bunları görebilirsem saadetine inanırım.

hakkı tarık us: türk basınının duayenlerinden olan hakkı tarık us, matbuat ve cemiyet hayatına katkılarının yanı sıra meydana getirdiği benzersiz türkçe süreli yayınlar koleksiyonu ile hâlâ kültür hayatımıza hizmete devam etmektedir, amel defteri kapanmamıştır. hakkı tarık bey’i tanıyanlar, kendisinin hasletleri arasında diğerkâmlığını özellikle vurgular. dostlarının iyiliğini kendi menfaatinden üstün tutan bu insan, bir kıymetbilirlik numunesi olarak, türk yazı hayatında 50. yılını dolduranlar için 1943 yılında görkemli bir jübile tertip etmiştir.

bu jübilenin bir hatırası olarak “50 yıl” başlıklı bir albüm hazırlanmıştır. albüm kitabının ilk bölümü jübilesi yapılan 59 kalem erbabına ayrılmıştır. kendilerine ayrılan sayfalarda, yazarların gençlik ve ihtiyarlık resimleri, imzalarıyla yayınlanan ilk yazıları, yanı sıra hakkı tarık us için kaleme aldıkları eski ve yeni harflerle el yazıları bulunur. bu bakımdan albüm, bir yönüyle defter-i meşâhîr özelliği de taşır. hakkı tarık bey, birkaç yılda meydana getirdiği bu koleksiyonu kitapta değerlendirmiştir.

albümde hüseyin rahmi gürpınar, halid ziya uşaklıgil, rıza tevfik ve mehmed emin yurdakul gibi meşhur yazarlar; ibnülemin mahmud kemal inal, mehmed ali aynî, ömer ferid kam ve veled çelebi izbudak gibi âlim zâtlarla birlikte kalemini elinden çok vakitler önce bırakmış olanlara da tesadüf ediyoruz. ve yazdıklarından anlıyoruz ki bu zevât da hatırlanmış olmaktan büyük memnuniyet duymuşlardır.

(hâmiş: hakkı tarık us, majüskül yani büyük harf kullanılmasına son derece karşıydı. hatta vasiyetnamesinde büyük harfin lüzumsuzluğu üzerine yapılacak çalışmalara ödül verilmesini öngören bir madde vardı. bu bölüm ona hürmeten küçük harflerle yazılmıştır.)

Reşid Halid Gönç: Bir zamanlar İstanbul basınının merkezi bulunan Bâbıâli’nin emektarlarından Reşid Halid Gönç, en geniş bir hatıra koleksiyonun sahibidir. İsminin yazılışına gösterdiği hassasiyetten ötürü “‘d’li Reşid” olarak da anılan Gönç’ün; koleksiyonu için gösterdiği fevkalade gayret ile gazetecilik sevdası uğruna içine düştüğü sefalet, deliliğinin bir başka ciheti kabul edilmiştir.

Reşid Halid Bey, Bâbıâli’de kalem sahiplerine özenle kestiği kartonları emanet ederek, birer resimleri ile kendisine ithaflı el yazılarını rica etmiş ve böylece bulunmaz bir gazetecilik antolojisi meydana getirmiştir. Başlangıçta genellikle alaya alınan bu gayreti giderek saygınlık da kazanmıştır. Yalnız bu saygınlığın maddî bir getirisi olmamış; kendisi de bir koleksiyonere yakışacak şekilde, böyle bir beklentiye girmemiştir. Reşid Halid Bey, koleksiyonunu genişletmek için çok emek sarf etmiş, çok diller dökmüş ve çok naz-niyaz çekmiştir. Buna karşılık ömrünün son yıllarında koleksiyonunu sergilemek imkanını aramış fakat muvaffak olamamıştır. Ölümüyle Gazeteciler Cemiyeti’ne nakledilen ve yavaş yavaş zamanın yıpratmaya başladığı arşivi, yıllar sonra üç cilt hâlinde yayımlanarak yok olmaktan kurtarılmıştır.

Reşid Halid Bey henüz 1949’da, Akşam gazetesinde yayınlanan bir röportajında, o güne dek 572 imza topladığını söyler. Nitekim 1929’da başlayan bu faaliyeti, 1966’da vefatına dek devam etmiştir.

Defter-i meşâhîrin farklı bir formatı kabul edilebilecek olan bu koleksiyonun içeriğini şöyle sınıflandırabiliriz:

  1. Alelade bir gayret olarak görenler: “Resmim yok, imzam bu: [imzası]” (Adnan Adıvar)
  2. Küçümseyenler: “Yazı ve resim toplamaktansa para toplamak daha iyi.. hatta aklını başına toplamak hepsine müreccahtır!” (Ercüment Ekrem Talu)
  3. Takdir edenler: “Değersiz yazılarımın, değerli koleksiyonunuzda yer alması, benim için büyük bir teveccühtür. Bu teveccühü daima iyi bir hatıra olarak saklayacağım.” (Cihat Baban)
  4. Defter-i meşâhîrlerin esas vasfına uygun olarak, bir hatıra vesilesi kabul edip güzel birkaç cümle bırakanlar: “İnsan için bence en şerefli ilim, haddini bilmektir.” (Fazıl Ahmet Aykaç)

Florinalı Nâzım: “Kâinatça Tanınmış Türk Şiir Kralı” Florinalı Nâzım Bey’in de, kitaplaştırdığı bir “Hâtırât-ı Meşâhîr”i vardır. Ömrü boyunca kendisinin dehâ sahibi, büyük ve tanınmış bir şair olduğuna inanan/inanmak isteyen Florinalı; kendisine yapılan alaylı övgülerin bu yönünü görmezden gelmiş, bunları büyük şairliğine birer delil saymıştı. Devrin şair ve yazarlarından eserleri için takrizler ile imzalı ve ithaflı fotoğraflar koparan Florinalı, bunları hayattayken kendisi kitaplaştırıp neşretmiştir. Yalnız eserini türünün diğer örneklerinden ayıran bir husus varsa, o da kendisi için yazılanların nasihatten çok övgüden ibaret olmasıdır.

Mehmet Ertezcanlı-Turan Türkmenoğlu: Sahaflar Çarşısı’nın pirlerinden Turan M. Türkmenoğlu’nun, bir önceki neslin çarşı esnafından olan Mehmet Ertezcanlı’dan devraldığı bir defter bulunmaktadır. Ertezcanlı’nın 1952’de açılan defteri yaklaşık 30 yıl kendisinde kalmış olmasına rağmen çok az kişiye açılmıştır, bunu Ertezcanlı’nın titizliğine veya tembelliğine yormak mümkündür. Nitekim defteri devralan Türkmenoğlu da başta ikinci seçeneği daha olası görmüştür. Ancak Türkmenoğlu, yakın tarihli bir röportajında hem kendisi hem de selefi için artık ilk şıkka işaret eder: “1981 yılında, defter benim elime geldiğinde 40 sayfası dolmuştu. 40 senedir bu defter bende ama dolmadı. 150 sayfalık bir defter, hâlâ 10 sayfa boş.

Her ne kadar bir şeref defteri olarak görülebilirse de -ki içerik de ağırlıklı olarak kitaplar ve sahaflık üzerinedir- defter, mekâna her gelen meşhura açılmamıştır; öyle görünüyor.

Türkmenoğlu için defterdeki en kıymetli yazı, hemen bütün konuşmalarında bahsettiği üzere Hasan Âli Yücel’e ait olmalıdır: “İnsan bir şey satacaksa kitap satmalı, bir şey alacaksa kitap almalı. Çünkü hiçbir nimet onun kadar kıymetli olmamıştır.

Şinasi Türküstün: Heykeltıraş, ressam ve şair Şinasi Türküstün’ün de yaklaşık 60 yıla uzanan bir zaman diliminde bir defter meydana getirdiği biliniyor. Türküstün’ün; hatıra notları ve çizimlere kartvizitler, broşürler ve gazete kupürleri de yapıştırılıp ekleyerek bol efemeralı ve zengin bir defter-i meşâhîr tertip ettiği anlaşılıyor.

Neticeten; ifade etmek gerekir ki, zamanla dikkatli nazarlar yeni defter-i meşâhîrleri muhakkak haber verecek ve bu yazının zeyl(ler)ini yapmak icap edecektir. Hâlihazırda da pek çok kıymetli zâtın kıymetli defter-i meşâhîrler tutmaya devam ettikleri biliniyor; bunlar da meraklılarına bir gün kendisini gösterecektir.

Defter-i Meşâhîrlerden Bir Seçki

Defter-i meşâhîrlerde imzası bulunanlar; yalnız kendilerine ait cümleler kurmamış, birçok zât da fikriyâtını yansıtan alıntılarda bulunmuştur. İster orijinal ifadeler, isterse de nakiller olsun; ve yazanın meşhurluğunun derecesine bakmadan, küçük bir seçki yapmak defter-i meşâhîrlerin muhteviyatı ve metin kalitesi hakkında fikir edinmek bakımından aydınlatıcı olacaktır:

  • “Felaketten korkmak felaketi bir kat daha davet etmektir. Büyük ruhlar ne kadar ıztırab içinde bulunur ise yine istikbâle doğru ümidvâr olarak yaşar. Korkmak ölmek, ümid ise yaşamaktır.” (Fehime binti Sultan Murad-ı Hamis)
  • “Nefse galibiyet gibi izzet-i nefs olmaz. Nefse mağlubiyet gibi mezellet tasavvur olunamaz.” (Abdurrahman Süreyyâ)
  • “Harb şiire benzer. Şair ve kumandan bir gibidir.” (Ferik Mustafa Hilmi)
  • “Kimsenin lütfuna olma tâlib / Bedeli cevher-i hürriyetdir.” (Hüseyin Macid Ayral)
  • “Medeniyet evvel-be-evvel dışını parlak tutmağı emretmiştir: Yaya kaldırımından daha kirli bir kalp taşıyabilirsiniz, be-ân şart ki gömleğiniz nâ-kâbil-i müâheze bir nezâfetle parlasın!” (Cenap Şehâbeddin)
  • “Çocuğunun beşiğini sağ eliyle sallayan vâlideler sol eliyle kâinâtı sallarlar.” (Bosnalı Ali Şevkî Efendi)
  • “Müslümanın vatanı şeriatın hâkim olduğu yerdir.” (Said Halim Paşa)
  • “Cumhuriyet fazilettir.” (Yunus Nadi Abalıoğlu)
  • “İnsan kâinatın şuurudur. Hürriyet şuurun cevheridir.” (Ahmet Ağaoğlu)
  • “İnsan, her saniye öleceğini düşünerek konuşsa idi, hayat bambaşka, insanlar bambaşka olurlardı.” (Niyazi Ahmet Banoğlu)
  • “Hayat, göz açıp kapayacak kadar kısadır derler. Hayır… İnsanlar dünyaya gözü kapalı gelirler, açmaya vakit kalmadan ölürler… Ahh… Ne olurdu gözümüzü açabilse idik…” (Altan Erbulak)
  • “Çocuklarımızı yalnız şahsî hazzımız için sevmekle iktifa etmemeli, neslimizin ve milletimizin istikbâli nâmına tetkik etmeyi de bir vazife bilmeliyiz.” (İbrahim Alaeddin Gövsa)
  • “Devletleri yükselten, iş başındakilerin fazilet ve feragatleridir.” (Necmeddin Sadak)
  • “En hazin mücadele, iki haklı taraf arasında cereyan edendir.” (Peyami Safa)
  • “Dünyada en büyük muvaffakiyet anlamak, en büyük saadet anlaşmaktır.” (Reşit Saffet Atabinen)
  • “Bütün Türkler bir bayrak altında birleşeceklerdir.” (Nihal Atsız)
  • “Neşesiz geçen gün yaşanmış sayılmaz.” (Selim Sırrı Tarcan)
  • “Ne yap yap, izzet-i nefsinle geçin. Kimseden bekleme yardım. İki el bir baş için.” (Neyzen Tevfik)
  • “Istırap olgunluğun elmastıraşıdır. Ham ruhlar onunla yontularak incelir.” (Cahit Uçuk)
  • “Âlimin her bir sözü, / Lale, sümbül, incidir. / Cahilin her bir sözü, / Mutlaka can incitir.” (Ayten Uygur)
  • “Azizim, karikatüre gülünç resim derler, hatta bazan güldürür fakat netice mutlaka düşündürebilmelidir. Ben asıl hiç düşündürmeyen karikatürü gülünç bulurum.” (Karikatürist Cem)
  • “Bana derler ki: Falan zat çok doğru ve muamelatında pek müstakimdir. Ben de cevap veririm: Acaba eline bir fırsat geçti mi? Çok kişi, ellerine fırsat geçmediği için müstakim ve sağlam kalmışlardır.” (İbrahim Hilmi Çığıraçan)
  • “Muayyen bir gaye peşinde koşmayanlar için, hayatın hiçbir manası yoktur.” (Fuad Köprülü)
  • “Yaşarken hatırlanma değil, öldükten sonra unutulmamak güzel şeydir. Bırakın ölelim fakat bir tek insan tarafından da olsa unutulmayalım.” (Ragıp Şevki Yeşim)
  • “Milletimizin saadet ve istiklâl-i âtîsini temin edecek esas: din, metin ahlâk ve ilim irfândır.” (Abdülmecid bin Abdülaziz Han)
  • “El-ilmü ilmâni; ilmu’l ebdâni summe’l-edyâni [İlim iki türlüdür; bedenler ilmi sonra dinler ilmi.]” (Bezm-i Âlem Valide Sultan Hastahanesi Ser-tabibi Muallim Neşet Osman Bey)
  • “Himmetü’r-ricâl / Takle’u’l-cibâl [Yüce insanların himmeti, dağları yerinden oynatır.]” (Hattat Cemal Günter)
  • “Ez yekî âyed u porsed ki be-gû rabb-i to kîst / Gûyem ân kes ki rubûd în dil-i dîvâne-yi mâ [Hazerât-ı Münkereyn gelip de ‘Rabbin kimdir?’ diye sual etseler ‘Bu divane gönlümü kim kaptı ise odur’ cevabını veririm.] (Şeyh Mehmed Naci Sıral)
  • “Mazhar- feyz olamaz düşmiyecek hâke nebât / Mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür.” (Hoca Ali Rıza Bey)
  • “Bir gün aranır elde hemân bir hüner olsun.” (Keçecizâde Reşad Fuad Bey)
  • “Men kesüre kelâmuhu kesüre melâmuhu [Çok söz söyleyenin gam ve kederi çok olur.]” (Üsküdarlı Abdülkadir Efendi)
  • “Bir şahsın veya milletin daire-i insaniyyete girmesi tavusluktan, horozluktan, kazlıktan, kargalıktan kurtulması ile olur. Yani abdü’l-kibir, abdü’ş-şehvet, abdü’l-batn, abdü’l-laklaka olmamalıdır.” (Nazmi Efendi)
  • “Memleketi ihya edecek yegâne kuvvet sanattır.” (Saliha Mahmud)
  • “Bir kerimin dâmenin tuttum dedim kimdir garib / Söyledi halk içre agreb kim odur Hakk’a karîb” (Hattat Mehmed Said Bey)
  • “Saf kalb ol, kimseye tutma sakın kalbinde kin, / Dedi durmaz Fahr-i Âlem kin ile bir yerde din.” (Hattatzâde Abdullah Nizameddin Efendi)
  • “Kale İmam Ali ibn-i Ebi Tâlib kerremallahu vecheh: Leyse yetimü’l-lezi kad mâte validuhu / İnne’yetime yetimü’l-ilmi ve’l-edeb [Hazret-i Ali şöyle buyuruyor: Yetim kimse babası ölen değil, ilim ve edebi olmayandır.] (Hekimoğlu Ali Paşa Camii imamı Hafız Yusuf Efendi)
  • “Lâmekândır hiç mekân onsuz değil / Aç gözün gör katre ummânsız değil” (Kudsî)
  • “İnne fi’l-cesedi kalben / Ve fi’l-kalbi fuâden / Ve fi’l-fuâdi lübben / Ve fi’l-lübbi Rabben [Muhakkak ki bedende kalp vardır / ve kalpte gönül vardır / ve gönülde öz vardır / ve o özde Rabb vardır.]” (İlmî Efendi)
  • “Halıkını isteyen nâ-halef olmuş değil / Halka gönül bağlayan sonra peşiman olur” (Hâfız Mehmed Hayreddin Nâlânî)
  • “Kütüphanede hatırıma bir şey gelir: Dünya hâkimiyetinin can noktası bilgidir. Bilgisi olmayan milletin hâkimiyeti tesâdüfîdir…” (Azerbaycan İstanbul Sefiri Yusuf Vezirli)
  • “İstikbalde âlem-i İslâm’ı kurtaracak büyük bir orduya hâcet vardır. Bu orduda hidmet-i askeriyye ifa edecek gençlik şimdiden silah tutmasını, cihad etmesini öğrenmelidir. Fakat bu silahlar makzime toplar yahut mitralyözler değildir. Bu şanlı ordunun en müessir silahı ahlâktır.” (Sâdık Rızâzâde-i Şafak)
  • “En şümullü manasıyla ‘terbiye’nin ehemmiyet ve kudretini milletçe idrak ettiğimiz ve terbiyenin ehemmiyeti nisbetinde icraata yine milletçe azim ile başladığımız gün hem Türklüğü kurtarmış hem de en yüksek bir millet derecesine çıkarmış oluruz. Bu asil milletin tarihi, bu mefkûrenin katî sûrette tahakkuk edeceğini gösterecek en emin bir vesikadır.” (İhsan Sungu)
  • “Fe-aynu’r-rızâ an külli aybin kelîleh / Kemâ enne ayne’s-suhti tübdi’l-mesâviyâ [Bir şeye rıza gözüyle bakan, ayıpları görmez; aynı kem gözle bakanın bütün kusurları bulup çıkarması gibi.]” (Kuşadalı Ali Rıza Bey)
  • “Hayatta insanı bir çamur kütlesine mensûb sefil bir mahlûk olmaktan kurtaran üç şeyin mevcudiyetine inandım: Aşk, musikî ve güzel ve yüksek eserlerle hislerin mukârenetinden mütevellid zevk…” (Uşşakîzâde Halid Ziya)
  • “İslâm’da düstûr-ı hayat mücâdele değil mücâhededir. […] Büyüklük yaşayabilmekte değil, yaşatabilmektedir. İnsanlığın zevki de ümerânın teveccühünü, ağniyânın malını çalmakta değil, urefânın irfânını, fukarânın gönlünü kazanmaktadır.” (Elmalılı Hamdi Yazır)
  • “Kendine razı olmadığın bir muameleyi başkasına yapmamak husûsunda ‘meleke’ hâsıl edebilmek bizce fezâilin en mümtazı ve en mübeccelidir. Bu bir fazilettir ki bütün şerâiin hülâsâsı bundadır.” (Abdülaziz Mecdi Tolun)
  • “Yebtegi’r-rutbete men leyse lehu / Rutbetun zâtiyyetun fi’l-haseb / Eyyuhe’l-âlimu lâ-tebdeğihâ / Rutbetu’l-ilmi ecellu’r-ruteb [Tabiatı itibariyle zâtî rütbesi olmayan kişi başka rütbeler arar. Ey âlim sen o başka rütbeyi arama; çünkü ilim rütbesi, rütbelerin en yücesidir.]” (İsmail Saib Sencer)

 

Halil Karataş

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Feyyaz Kandemir , 27/09/2024

    Halil Bey’e bu tanıtıcı ve oldukça faydalı yazısı için teşekkür ederim. Diğer yazılarından da istifade ettim. Dilerim Edebifikir’de daha çok yazar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir