“Tüm hayat bir çöküş sürecidir kuşkusuz. Ancak işin dramatik yanını oluşturan, dışarıdan gelen ya da geldiği sanılan, unutamadığımız, tüm suçu üzerine yüklediğimiz ve de en zayıf anlarımızda arkadaşlarımıza anlattığımız o büyük ve âni darbeler etkilerini hemencecik göstermez. Ve bir de içeriden gelen darbeler vardır. İş işten geçene kadar hissetmezseniz, tâ ki bir daha asla o iyi adam olamayacağınızı en nihayetinde fark edene kadar. İlk türden kırılmalar hızla gerçekleşiyor gibi görünür; ikinci tür ise neredeyse siz hiç hissetmeden olur ama aslında aniden gerçekleşmiştir.”
F. Scott Fitzgerald, Çatlak kitabına bu şekilde başlıyor. Bir yazarın kendi hayatında şahit olduğu anlarla içine düştüğü buhran, aslında her kişinin kendinden izler görebileceği bir deneyim. Umutsuzluğun ve bir aşamadan sonra meydana gelen duyarsızlığın hâkim öğe olmasını bir kenara bıraktığımızda, yazarın tecrübeleri her okuru kendisiyle bazı anlarda olsun yüzleşmeye maruz bırakacağı için kıymetli.
Eser bir yandan da modern düşüncenin hayata ve insana bakışını pürüzsüz yansıttığı için önem taşımakta. Örneğin, tüm hayatın bir çöküş süreci olduğu düşüncesi tam olarak modern zihnin üreteceği ve varacağı bir yargıdır. Modern düşünceye göre insan, dünyaya atılmıştır, dünyada yalnızdır ve dünya özü itibariyle adaletsiz bir yerdir. Adaletsiz bir yerde, atılmış halde kendini bulan insan ne yaparsa yapsın savunmasız konumunu değiştiremez ve bu da en nihayetinde bunalıma yol açar. Bunalım insanı duyarsız kılar. Duyarsız insan, bir noktada artık hayatının nasıl devam edeceğini de umursamaz. İçinde bulunduğu bunalımı kanıksar. Böyle olunca çaba yerini tembelliğe, heves yerini gamsızlığa, umut yerini umutsuzluğa bırakır.
Nitekim Fitzgerald bu durumu, kapısının önünde birini yaralı görse harekete geçmeyeceğini söyleyerek itiraf eder. Kaçınılmaz sondur bu.
Modern düşünce bireyi, eşyanın ve bilginin üstüne çıkarmış ve Tanrı’yı da sahne dışına itmiştir. Böyle olunca da bireyin hayattan ve kendisinden beklentisi çok üst seviyeye çıkmıştır. Ancak hayat, böyle değildir. Dolayısıyla birey, hayal kırıklığına uğramış ve hayal kırıklığı birey için inanılmaz büyük bir yıkıma sebebiyet vermiştir. Oysa geleneksel düşüncede hayatın kendisi ilahi gücün emrinde, yönetiminde olduğundan; aksilikler kaderin bir cilvesi olarak yorumlanmış, yaşam karşısında sarsılmaz konum böylece zedelenmemiştir. Fitzgerald’ın eserinde gördüğümüz gibi modern düşüncede çatlak, telafisi olmayan ve çaresi de bulunmayan kaçınılmaz sondur. Geri dönüşü yoktur. İnsanın yapabileceği hiçbir şey kalmamıştır. Mutsuzluğa mahkûmdur. Oysa geleneksel düşüncede çatlak hayatın parçalarından biridir, insan yoluna devam etmelidir, her çatlak aşılması gereken ve aşılması da mümkün olan bir eşiktir.
Modern düşüncede eşik yoktur. Bizim eşik dediğimiz her an, modern düşünce için sonuna kadar yaşanması gereken bir deneyimdir ve parça, birey üstün olduğu için kendi içinde bütün olma mahiyetine sahiptir. Bu yüzden kaybı da bütün kaybedilmiş gibi sarsıcıdır.
Çatlak, her okurun zihni ve kalbi durumunu gözden geçirmesi için okumasının elzem olacağı bir eser. Merhem aramadığımız her çatlağın büyüdüğünde bizi ne duruma düşürebileceğini görmek için de.
Yasin Taçar