İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, insanlık ağır bir buhran dönemi geçirir. Ortada, büyük bir savaşın bıraktığı enkaz ve bu enkazdan doğan derin bir toplumsal yara vardır. İnsanlar, savaşın getirdiği bu toplumsal yaraları saramadan ekonomik yıkımları düzeltmek için insani erdemlerini yitirmek pahasına ağır şartlar altında çalışmak zorunda kalır.
Ruhsal çöküntülerin görüldüğü Avrupa ülkelerinde insanlar, savaşın getirdiği şartlardan dolayı duygusuzlaşmış, akla olan inançlarını yitirmiş ve giderek birbirlerine yabancılaşmıştı. Bu durumun bir sonucu olarak, sanat, edebiyat ve düşün dünyası da toplumdaki bu değişime paralel olarak değişti. Böylece yaşamın amacı sayılan ne varsa anlamını kaybetti. Geriye, saçmanın hükümranlığı kaldı.
İnsanın içine düştüğü bu acınası durum kendine edebiyatta da yer bulur: Absürt Tiyatro. Absürt Tiyatro, hamurunu, savaşın getirdiği buhranlar, “saçmalık”lar, boşuna bekleyişler ve çırpınışlar ile yoğurur. İkinci Dünya Savaşı’nı yaşayan ve kapitalizmin kanlı ellerinde benliğini kaybetmeye başlayan insanoğlunun ruhsal durumu, korkusu, güvensizliği, endişesi, bunalımı ve yalnızlığı absürt tiyatro aracılığıyla sahneye yansır. Bu alanın bilinen en önemli eserlerinden biri de Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken” eseridir.
“Godot’yu Beklerken”, absürt tiyatro oyunlarının şaheseri olarak kabul edilir. Klasik tiyatronun genel kurallarının absürt tiyatroda geçerliliği yoktur. Herhangi bir olayın dile getirilmesi ya da olay örgüsü de söz konusu değildir. Çünkü olay ya da öykü yoktur. Bu oyunda, zamanın farkındalığını zirveye çıkaran ‘bekleme’ eylemidir. Başrolde “beklemek” vardır. Bekledikleri yerde, sanki yıllardır duruyorlarmış gibi bir izlenime sahip iki karakter, var olduğu kuşkulu olan bir geçmişle ne olacağı bilinmeyen bir gelecek arasında şimdinin “beklemek” tutsağıdır.
İki perdelik eserde, birbirlerine ‘Gogo’ ve ‘Didi’ diye seslenen Vladimir ve Estragon adında iki âvâre, bir arazide, yapraksız bir ağacın dibinde buluşur ve Godot’nun gelmesini beklerler, çünkü Godot gelmeye söz vermiştir. İlk perdedeki iki karakter, can sıkıntılarını gidermek için geçmişlerini anımsar, birbirlerine şakalar yapar, yemek yer ve Godot hakkında konuşurlar. Bir ara sahnede despot Pozzo ve uşağı Lucky belirir. Bu kişiler birbirlerine şiddet ve egemenlik ilişkisiyle bağlıdırlar. İlk sahnede Godot’un o gün gelmeyeceği; ancak ertesi gün mutlaka geleceği haber verilir. İki arkadaş kendilerini asmayı düşünürler fakat kendilerini asacakları ipi bulamazlar ve daha sonra yarın tekrar beklemek için bulundukları yerden ayrılırlar.
İkinci perdede Vladimir ve Estragon hâlâ beklemektedirler. Bir müddet sonra efendi ve köle ilişkisiyle bağlanmış iki beklenmeyen kişi, yani Pozzo ve Lucky ortaya çıkar. Bu kişiler ikinci perdede görüldüklerinde, zamanın gaddar yüzüne mâruz kalmış ve yaşlanmış hâldedirler. Pozzo kör, Lucky ise dilsizdir. Vladimir ve Estragon ise değişmemiştir. Onlar bir şiddet ve egemenlik ilişkisiyle birbirine bağlı değildir; sadece birlikte beklemeyi kabul eden iki dosttur. Daha sonra sahneye bir çocuk gelir ve Godot’nun bu akşam gelemeyeceğini fakat yarın mutlaka geleceğini iletir. İki arkadaş tekrar kendilerini asmaya karar verir fakat yine ip sorunu ortaya çıkar. Son olarak bekleme noktasından ayrılmaya karar verirler ama hiç kimse yerinden kıpırdamaz.
Vladimir ve Estragon, birbirini tamamlayan karakterlerdir. Vladimir, düşünce ve duygu anlamında Estragon’dan daha ileridedir. Estragon ise insanın içgüdüsel yönünü yansıtmaktadır. Vladimir, düşünsel düzeydeki rahatsızlığından dolayı sürekli şapkasını çıkarıp içini yoklamasıyla betimlenir. O, İncil’i iyi bildiğini kanıtlamak ister gibi İncil’den hikâyeler anlatır. Estragon ise insanın duygusal yanını yansıtır. Geçmişi hatırlamaz, söylediği şeyleri hemen unutur. Vladimir gibi insanî değerleri, varoluş problemini düşünmez. Aklı ya midesinde ya ayaklarında; tamamıyla fiziksel ihtiyaçlarının peşindedir. Estragon’un varlığının fiziksel özelliğe indirgenmesi, ayaklarını içinde bir türlü rahat ettiremediği botlarını durmadan giyip çıkarmasından anlarız.
Pozzo ve Lucky de birbirini tamamlayan karakterler olarak karşımıza çıkar. Lâkin onların ilişkisi daha ilkel düzeydedir. Pozzo sadist efendi, Lucky ise uysal köledir. İkinci bölümde Pozzo kör olmuş, Lucky’nin dili tutulmuştur; ama hâlâ birbirlerine bağlıdırlar. Onları birbirine bağlayan ip Pozzo’dadır. Pozzo, Lucky’yi amacı belirsiz bir yolculuğa doğru sürüklerken; Vladimir ve Estragon, hâlâ gelişi bir şeylerin değiştireceği düşünülen veya umut edilen Godot’yu beklerler.
Godot’yu Beklerken’de yeknesaklaşmış ve tek amaçları beklemek olan iki insanı ve onların dışında -fakat onların algılayamadıkları- değişen ve gelişen zamanı görürüz. Eserde zamana dair birçok ayrıntı bulunur. Sanki karakterler, zamanı idrak etme savaşı verir. Sahneye Godot’dan haber vermek için gelen çocuğa Vladimir’in, “Dün gelmemiş miydin? Seni daha önce görmüş olabilir miyim?” sorularını sorup dün’ün ipini yakalamaya çalışması; Estragon’un, sürekli geçmiş ile bugün arasında kurduğu hayalleri anlatıp o hayallerin gerçekleşme ihtimalinin hâlâ var olup olmadığını sorgulaması; Pozzo’nun sahnede sürekli saatine bakıp acelesinin olduğunu belirtmesi ama nereye ve niçin gittiğini bilememesi… Ve Pozzo’nun şu cümleleri: “Kahrolası zamanınla bana yaptığınız eziyet yetmedi mi? Ne zamanmış! Ne zaman! Bir gün yetmiyor mu bu size, bir gün dilsiz oldu, bir gün ben kör oldum, bir gün sağır olacağız, bir gün doğduk, bir gün öleceğiz, aynı gün, aynı an yetmiyor mu size? (daha sakin) mezarın üstünde doğuyorlar, bir an gün ışıyor, sonra bir kez daha gece oluyor.”
Godot’yu Beklerken, beklemenin ne’liği üzerine düşünmek için okunması gereken bir eser. Çünkü insanın asli sıfatlarından biri beklemektir.
Adem Suvağcı
1 Yorum