Bay Sessizlik

Künye: Bay Sessizlik, Salâh Birsel, Ada Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 1990

***

Kitapoburlardan biri de Namık Kemal’dir. Ölümünden altı saat önce bile Hugo’nun Sefiller’iyle evde yatak döşek yatıyordur. (s. 18)

Dikkate değer ki, tüyü dökülmüş, kelkenez ve uyuz kitaplar da vardır. Onların yanından hızlı hızlı ve gürültülü bir biçimde uzaklaşmak gerekir. Yani, kimi kitaplar insanı, soluk almaya, gülmeye, düşünmeye, evde ayaklarını sıcak suya basmaya, ıkınmaya ve tıkınmaya bırakmazlar. Charles Lamb: -Kitap olmayan kitaplar da vardır. (s. 20)

Kimse ölüm yazılarını gerçeğe uygun bir biçimde yazamaz. Yaşam öykülerini de öyle. Çünkü ölüm olsun, dirim olsun, ikisi de dışardan içeri değil, içerden dışarı anlaşılırsa anlaşılır. (s. 23)

Düşlerde her şey ustalık gösterir. Vahır vahır kaynar. Her şey gerçeği andırır. Orda zaman ve uzam ortadan silinmiştir. Kişiler çat, ikiye bölünür, deniz kumu gibi çoğalır, kendilerinden geçer, sıvı haline gelir, ufalanır ve de yeniden oluşur. Ama topunu üstün bir bilinç kucaklar. O da rüya adamının, düşünün bilincidir. Onun için giz, savrukluk, yasa, utanma ve arlanma diye bir şey yoktur. Düşçü yargıda bulunmaz. Kimseyi de aklamaya çalışmaz. Bütün yaptığı rüyayı sergilemektir. (s. 25)

Ziya Gökalp “üstün insan” için şu karşılıkları önermiştir: – Fevkel insan, fevkel beşer, üst insan, fevk an nasut (insan üstü, doğa üstü). (s. 31)

Bir şiir nasıl değerlendirilir? Makarnacılar şiirde makarna sözcüğünün geçip geçmediğine bakıyor. Lobyacılar şiirde lobya sözcüğünün geçip geçmediğine bakıyor. Öte yandan, lobyacılar makarnacıların, makarnacılar da lobyacıların pişpişledikleri şiirlerin beden rasathanesine, başlarını çevirip, atf-ı nazar etmiyor. Zinhar etmiyor. (s. 31)

Dilenciye ne zaman para verilir, ne zaman verilmez? Bunun bir yasası yoktur. Varsa da insanına, insanın o günkü tıraşına, hamhumuna, işinin tirimon olup olmadığına, güneşin de Koç burcuna dönüp dönmediğine (yani dilencinin manzara löpüne ve de karagülmezliğine) göre değişir. (s. 42)

Voltaire, oldum bittim, dilencilerin beyninde kartal kuşu gibi pervaz eder. Ülkede dilencilerin boy atmasını dokuncalı görür. Ona göre, dilenciler iki çeşittir. Birinciler girip meyhanede ziftlenmek için, acı acı sesler çıkararak yolculardan para sızdırır. Bunların camı, çerçevesi, damı, kapısı yıkıktır ki avlarını enselemek için şehrin bir ucundan öbür ucuna taban tepmekten yılmazlar. İkinciler ise Tanrı adına ulusu haraca kesen, sonra da konaklarına çekilip rahat rahat yaşayan kişiler, rahiplerdir. (s. 42)

İnsanlar insanları sevmediklerini saklıyorlar da, hayvanlara karşı duydukları sevgisizliği, önüne ön olmayan pazarlara çıkarmaktan çekinmiyorlar. (s. 43)

Şu da unutulmamalı ki günlükler, sanat erlerinin çaptan düştükleri, ağız ağıza öpücük alamayacakları bir yaşa geldikleri vakit, anılara dönüşür. Çünkü onların artık anılarına kapanmaktan başka yapabilecekleri bir iş kalmamıştır. (s. 54)

Bencesi, bir yazarın, bir ressamın, bir musikicinin günlüğü yoksa, iç dünyası, kendisiyle ve sanatıyla hesaplaşması da yoktur. Yani kendisi de yoktur. (s. 54)

Malaparte’nin Türkler için, Türkiye için ilginç görüşleri var. Paris’in bir Türk kenti, Fransa’nın da “Batı Türkiye” olduğunu ileri sürüyor. (s. 59)

Her nesne, her yaratık, her Semerkant mavisi, her turna katarı, her kuduz köpek, her sinirli yaprakotu, her patlak istepne, her ihihihihi (taş kişnemesi), her küllenmiş çağla, her tutkuncu dilber, düşüncenin ekranında belirince sesli sesli solumaya başlar. (s. 61)

İnsanlar da, düşünce taşına vurulunca ve de âşıkane, mestane sevgi çemberlerinden geçirilince insandır. (s. 61)

Evrende, diyor, kendini aşağılamamış hiçbir yaratık aşağılık değildir. İnsandan başka hiçbir yaratıkta da kendini aşağılama yeteneği yoktur. Kuşlar, kediler, köpekler, kelebekler, kaplumbağalar… Hiçbiri kendini aşağılamaz. (s. 90)

Şiirler arasında en bacaloşka yeri ben yergilere ayırırım. Yergiler toplumun ah ile vahını bütün geleneği, bütün cilevesi, bütün şekermandesiyle verir. Bir başka deyişle, yergiler uyuşmuş ve ciğeri donmuş ulusları uykularından uyandırmak için insanların suratına indirilen şamarlardır. (s. 92)

Gerçekte yabancılar, yüzyıllar boyunca, Türkiye’yi kabuksuz bir yumurta durumuna sokmaya çalışır. Onları durduran Türkiye top toplam ortadan kaldırılınca, ya da gelmiş olduğunu yere (Orta Asya’ya) gerisin geri gönderilince dünyanın ne olacağı, büyük devletlerin çıkarlarının yitip yitmeyeceğidir. (s. 94)

İnsanın yapısı daima aferin müşterisidir. (s. 100)

Bana göre şiir en gaygaylı, en bahadır, en mahşerallah, en Hüsnübey, en kaderi yüksek, en aynak-oynak bir edebiyat türüdür. Çağdaş düşünce, çağdaş duygu da en iyi onda kendini gerçekleştirir. (s. 101)

Saygıya, sevgiye gelince, bu konuda da insanlardan pek bir şey ummamak gerekir. Her çağda şiire, ya da sanata küçük bir azınlıktan başka yüz süren olmamıştır. (s. 103)

Her şey değişmekte, her şey yenilenmektedir. İnsan yapısının yasasıdır bu. Bugünkü şiir, dünkü şiir olamaz. Yarınki şiir de, bugünkü şiir olmayacaktır. Şimdilerde gençler kırlentler, fisto işler yerine, bugi-bugiler, hola-hola-huplar ardından koşmakta, ya da yoga atına binip havada uçmaktadır. Evlerinin duvarlarına ise babalarının, dedelerinin fotografilerini değil, Rob Lowe’ın, Tanita Tikaram’ın, La Toya Jackson’un posterlerini asıyorlar. (s. 103)

 

Aktaran: Cenk Baran

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir