Künye: Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları, Nisan 2012.
***
Dâvamız, Ferhad’ın delmeye çalıştığı dağdan çok daha engelli ve mukavemetli… Onun, eğlendirici üslûplardan, (espri) lerden, birtakım renkli sözlerden ziyade, insanı boğacak kadar işkenceli bir tefekkür cehdine ihtiyacı var… (sayfa 7)
Avrupa’yı gördüğümüz zaman, orada tüylerinizi ürpertici dalâletler bulacaksınız. Sakametler, abesler… (sayfa12)
Batı dünyası, tasladığı medeniyetin formülünü bir kimyager keskinliği içinde klişeleştirmiştir: (Yunan aklı + Roma nizamı + Hristiyanlık ahlâk ve hassasiyeti = Greko- Lâtin Medeniyeti)… (sayfa 16-17)
İşte, batıya aklı tedarik eden, fakat nihaî erişin sırrını veremeyen Yunan’ın en kısa çizgilerle portresi!… Aklı, varabileceği son noktaya kadar ulaştırıp sonunda fânî bir (plâstik) dünyadan başka hiçbir şeye vardıramamanın ve ebediyet soluğuna hasret kalmanın muhteşem, fakat mahzun zemini… (sayfa 31)
Ne gariptir ki, orjinaller orjinali; yani aslîler aslîsi tasavvuf, zaten Eflatun ile muharref Tevrat arası bir bulamaçtan ibaret, büsbütün sahte bir felsefe koluna bağlanmak isteniyor! (sayfa 33)
Uça uça nihayet motor kuvveti sayesinde biraz havalanabilmiş Batı adamı, elbette ki, küçücük bir solukla ve feza boyunca yol alan, ışık hızlı tasavvuf füzesini çocuk uçurtmasından ayırt edemez. Buna kafa yapısı müsait değildir. (sayfa 35)
Şu Avrupalı bir nevi zekâ içinde ne muhteşem ahmaktır! Babasız çocuk olmasını muhal görür de, din ona bu muhali kabûl ettirince bu defa muhallerin muhaline kanar; yani Allah’ı baba kâbul eder. Ve babasız yaratıldığını kabûl ettiği Âdem peygamber hakkında böyle düşünmez. (sayfa36)
Nihayet doğunun aslî rengi ve mutlak vâhidi İslâmiyet, onun da ruhu tasavvuf ve onu (plâstisite) ye çıkarmak, eşyaya nakşetmek dâvası… (sayfa 93)
Tasavvufta gayenin aslî sahibi Muhammedî hakikatin mazharıdır. Öbür nebîlerin hali de bu ferdî ve Muhammedi hakikat üzeredir. Bu mutlak ifade… Akla göre nisbeti malûm fakat hikmeti tabiî yine aklın fevkinde… (sayfa 100)
Aşk ruhun ahlâkı… O, yalnız çırpınan, her an çırpınan bir pervane gibi İlâhî aşkın feveranı içindedir!… Her ân ona taliptir, her ân ona uçmak ister! Hiçbir ân kesilmez kuvveti… (sayfa 123)
Aşk, o büyük dâvadır ki, insanı muvazenesizliğe kadar götürdüğü için, gayet büyük ve muazzam, kul takatinin üstünde bir disipline ihtiyaç vardır. İşte o da, zühd ve takvâ, yani şeriattır! Ona böyle boş kutu gibi bakanla, onun tam dolu halini gören arasındaki farkı sezmeye davet ederim sizi… (sayfa 154-155)