Batı Düşüncesi Tarihi – 1

Künye: Batı Düşüncesi Tarihi – 1, Antik Yunan’dan Modern Döneme, Richard Tarnas, Çev: Yusuf Kaplan, Külliyat Yayınları, 2015.

***

Bizim (Batı’nın) düşünme biçimimiz hâlihazırda, temel mantığı bakımından köklü bir şekilde Grek’tir. (Sayfa 20)

Eflatuncu  perspektiften bakıldığında… Dünyanın hakîkî yapısı, duyular vasıtasıyla değil, bilakis, en yüksek hâlinde, gerçekliği tayin eden ve yönlendiren İdealara doğrudan müdahil olan akıl vasıtasıyla gün ışığına çıkarılır. (Sayfa 34)

Sofistler, mit çağından pratik akıl çağına geçişe aracılık etmişlerdi. (Sayfa 63)

Socrates, Grek felsefesinin -aslında bütün bir Batı felsefesinin- paradigmatik bir figürüdür; ama onun fikirlerini bize doğrudan temsil ve takdim edebilecek yazılı hiç bir şeye sahip değiliz, ne yazık ki. Socrates’in hayatı ve düşüncesi, büyük ölçüde Eflatun’un güçlü prizmasından geç/iril/erek sonraki kuşaklara aktarılmıştı. (Sayfa 76)

Eflatun için, kâinat’taki îlâhiliğin ispatı hayatî  önemi hâiz bir meseleydi; zira ancak bu kesinlikten sonradır ki, insanın ahlâkî ve siyasî aktivitesinin muhkem bir temeli olabilirdi. (Sayfa 95)

Aristo’nun felsefesinin ve kozmolojisinin temel dinamiğini anlamak, Batı düşüncesinin daha sonraki hareketini, gelişim seyrini ve bütün bunlardan sonra teşekkül eden dünya tasavvurlarını  kavrayabilmenin temel ön şartıdır. (Sayfa 99)

Tümevarım ve tümdengelim; kıyas/lama mantığı; neden sonuç ilişkilerini maddî, faal, formel ve nihâî nedenler şeklinde sınıflandırarak tahlil etme; özne-yüklem, madde-form, kuvve-fiil, tümel-tikel, aslî-arızî, cins-tür-tikel ve son olarak öz/cevher, nitelik, nicelik, ilişki, yer, zaman, konum, durum/hâl, eylem ve etkileşim’den oluşan on kategori: Bütün bunlar, Aristo tarafından tanımlanmış ve daha sonraları da Batı zihninin analizinin vazgeçilmez unsurları olarak belirlenmişti. (Sayfa 106)

Her ne kadar kadim/antik zamanlarda Eflatun, genellikle büyük üstat olarak kabul edilmiş olsa da, bu değerlendirme Yüksek Ortaçağlar’da dramatik olarak terk edilmişti ve pek çok bakımdan, Aristo’nun felsefî temayülü ve yaklaşımı, Batı zihni/yet/inin ve düşüncesinin hâkim yönelimini tanımlayacak ve belirleyecek bir konuma gelecekti. Aristo’nun ansiklopedik düşünce sistemi öylesine muazzam bir sistemdi ki, Batı’da 17. yüzyıla kadar gerçekleştirilen bilimsel çalışmaların çoğu, onun M.Ö. 4. yüzyıldaki yazılarına ve fikirlerine dayanarak gerçekleştirilmişti ve modern bilim, onun ötesine geçtiğinde bile, onun temel yönelimini ve kavramsal araçlarını kullanmaya devam edecekti. (Sayfa 117)

Hiç şüphesiz ki, Batı, ölümsüz düşüncenin kaynağı olarak tekrar tekrar yine o kadîm öncülerine dönmeye ve yönelmeye devam ediyor… Grek düşüncesindeki apaşikâr tazelik ve dinamizm bir şekilde onu terk etmiş olsa bile, bizim ilk örneğimiz olarak Grek düşüncesi mirası bizim olmayı sürdürüyor. (Sayfa 123)

M.Ö. 2. yüzyılda Roma’nın Grekleri işgal ettiği sırada, Helen/Grek etkisi hâlihazırda büsbütün sönmeye yüz tutmuştu; Grek kültürünün yerini ise, insanın, tabiatüstü egemen güçlere boyun eğmesine dayanan ‘Şarklı’ [İskenderiye eksenli, Doğu Romalı] dünya görüşü almaya başlamıştı. (Sayfa 145)

Hıristiyanlık, Batı kültürünün varoluş sürecinin çoğunda Batı kültürüne hükmetti; yaklaşık iki bin küsur yıl boyunca yalnızca Batı kültürünün merkezî manevî itici gücü olma yükünü taşımakla kalmadı; aynı zamanda, Rönesans ve Aydınlanma Çağı’na kadar Batı kültürünün felsefî ve bilimsel gelişimini de bir şeklide etkiledi. Bugün bile, daha az belirgin ama hiç de daha az önemsiz olmayan şekillerde, Hıristiyan dünya tasavvuru, -Batı kültürü görünüşü itibariyle apaşikâr bir şekilde seküler olsa bile – Batı kültürünün psişe’sine/ruhuna hâlâ etki etmeye ve hatta nüfûz etmeye devam ediyor.  (Sayfa 156)

Hıristiyanlığın temel dinamikleri ve ritüelleriyle, pagan gizem dinlerinin temel ilkeleri ve ritüelleri arasında gözle görülür büyük paralellikler oluşmakla kalmamış, aynı zamanda, zamanın ilerlemesiyle birlikte, buna ilâve olarak, Helen / Grek felsefesinin en temel pagan unsurları Hıristiyan inancı tarafından absorbe edilmiş – yutulmuş- ve bu unsurlar Hıristiyan inancı üzerinde derin etkiler bırakmıştı. (Sayfa 171)

Hıristiyan kültürü, tarihinin ilk yüzyılları boyunca olgunlaştıkça, Hıristiyanlığın dînî düşüncesi sistematik bir teolojiye dönüştü ve bu teoloji özü itibariyle Hıristiyan olmasına rağmen, metafizik yapısı bakımından büyük ölçüde Eflatuncuydu. (Sayfa 174)

Erken dönem Hıristiyanların ibadet anlayışında, Kutsal Ruh; bir ara, dişil terimlerle tahayyül ediliyordu (Daha sonraları yapıldığı gibi bir güvercin sembolüyle izah ediliyordu) ve zaman zaman da ilâhî Ana’ya atıf yapılarak anlaşılmaya çalışılıyordu. Uzun vadede, Kutsal Ruh, yoğunluğu, zamanın ilk havariler kuşağından daha fazla uzaklaşmasıyla radikal olarak aşınmaya uğradığı görülen ve sürgit devam eden mevcûdiyeti, faaliyetleri ve otoritesi büyük ölçüde kurumsal Kilise’ye havale edilen esrarengiz ve sır dolu bir güç olarak daha genel ve gayr-ı şahsî bir güç şeklinde algılanır oldu. (Sayfa 258)

Hıristiyan dini Batı’da evrildikçe, Hıristiyanlığın Yahûdî temeli, Roma kültürünün katı hukûkî ve otoriter niteliklerine kolaylıkla büründürüldü. (Sayfa 260)

Roma İmparatorluğu Hıristiyan oldukça, Hıristiyanlık da Romalılaşıyordu. (Sayfa 262)

Pek çok erken ortaçağ teoloğu için, tabiî dünyanın doğrudan incelenmesi ve bağımsız bir insan aklı geliştirilmesi çabası, dînî imanın bütünlüğünü tehdit eden tehlikeli bir girişim olarak görülüyordu. (Sayfa 277)

Kilise’nin himâyesinde kurulan üniversiteler, Avrupa’nın dört bir köşesinden gelen öğrencilerin eğitim aldıkları, araştırma yaptıkları, üstatların seminerlerine ve tartışmalarına katıldıkları harikulâde eğitim ve öğrenim merkezlerine dönüşüyorlardı. Eğitim ve öğrenim geliştikçe âlimlerin ve düşünürlerin Hıristiyan inancına karşı tutumları daha az saygılı ve daha çok öz-eleştirel görünümler alıyordu. (Sayfa 294)

Aquinas, kâh Yenieflatuncu kavrayışları kaynaştırarak olsun, kâh Hıristiyan vahyinin husûsî fikirlerini kullanarak olsun, kâh kendi felsefî zekâsına ve kıvraklığına başvurarak olsun, nerede gerekli olduğunu düşünüyorsa orada Aristo’yu düzelterek ve daha bir derinleştirerek Aristo’nun düşüncesi üzerine bir Hristiyan felsefesinin nasıl kurulabileceğini göstermişti. Böylelikle, Aguinas, Aristocu düşünceye yeni bir dînî önem kazandırmıştı; ya da tabir caizse, Aristo’yu Hıristiyanlaştırmış ve vaftiz etmişti. Öte yandansa, buna mukabil olarak da, uzun vadede, Aguinas’ın, ortaçağ Hıristiyanlığını Aristoculaştırdığı ve Aristo’nun temsil ettiği değerlere döndürdüğü de aynı ölçüde doğrudur. (Sayfa 311 )

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir