Künye: Aşk Mektupları, Halil Cibran, Kaknüs Yayınları, 3. Baskı İstanbul.
***
Hiç bu kadar acı çekmemiştim, bir canlının benim çektiğim bunca acılara katlanmaya gücünün yetebileceğini hiçbir kitapta okumadım. (Dr. Joseph Ziyade’ye yazılan bir mektuptan.) (s: 16)
Yaşamının son yılları, başarısızlıkla sonuçlanan intihar teşebbüsünün hüzünlü trajedisine akrabalarının müşahedesi altında olmak için Lübnan’a dönüşüne, Lübnan’daki el-Esfuriyye isimli akıl hastanesine yatırılmasına ve deliliğin sınırları etrafında dolaşmasının verdiği korkutucu deneyimler sahne olmuştur. (s:16, 17)
Büyük acılar insanı arıtır.(s: 17)
Cibran ve Ziyade birbirlerini sadece yazdıkları mektuplardan ve çalışmalarından; ruhlarının ebedi gerçekliği ve eşlerini aramak üzere çıktığı gezintiler sayesinde, hayal dünyaları ve rüyalarının dışında birbirlerini hiç tanımamışlardı. (s: 18)
Mary Haskell’e olan mektupları da aşk doluydu, fakat her ne kadar onu da sevdiyse de, ilişkileri tamamıyla değişik bir türdendi. (s: 18)
Cibran ile Mey arasındaki yazışmalar 1912’de başladı ve 1931 yılına, Cibran’ın ölümüne kadar devam etti. İlk başlarda, mektupları birer edebi yazışma şeklindeydi; yirminci yüzyıl Arap edebiyat dünyasının iki önemli ismin fikirlerini, görüşlerini, beğeni ve eleştirilerini birbirlerine sundukları yazışmalar. (s: 19)
Onunla tanışıp, onu “peçesiz” görebilseydi, belki onun asaletinin ve güzelliğinin bir kısmı buharlaşıp gidebilecekti; fakat öyle oldu ki, hiç tanışmadılar ve sonuna dek Mey onun için bir rüya ve bir gerçek olarak kaldı. (s: 21)
Her ruhun bir mevsimi vardır Mey; ruhun kışı ne baharı gibidir, ne de yazı sonbaharı gibi. (s: 51)
“Bunların arasında, bizim şarkılarımız ötesinde seslere geçirilemeyecek ve makamlara dökülemeyecek şarkıların olduğunu bilen var mı? Bunların arasında sizin hüzünlerimizin zevkini ve zevkimizin hüznünü bilen biri var mıdır? (s: 59)
Ben bir pusum Mey; her şeyi örten, ancak hiçbir zaman bir araya getirmeyen bir pus. Ben yağmur suyu haline dönmeyen bir pusum. (s: 60)
Bugün giydiğim takım elbise ne renk? “Genelde iki takım giyme gibi bir huyum var. Birisi kumaştan dokunmuş ve dikilmiş olan, diğeri de et, kemik ve kandan yapılmış olan. Seninle konuşurken giyinmeyi tercih etmediğim, et, kemik ve kandan oluşan, diğerini ise, diğer odada çıkardım. (s: 62)
Kalabalığın arasında, yalnızlığın acısı ve zulmü hiç gözükmez. (s: 76)
Yabancı insanların arasında yabancı olmaktan daha kolay bir şey olduğunu anladım. Ben kestirme yollara başvuran bir insan değilim; delilikte ve kederde bile takip edilecek bir yol olmalıdır. (s: 77)
Ben mukaddes olan şeylere, ellerini önce ateşle yıkamadan dokunanlardan biri değilim. (s: 79)
Ve siz Mey, benim büyümüş ufak kızım. (s: 92)
Başınızı yakına getirin Meryem, daha yakına. Çünkü kalbimde alnınıza koymayı arzuladığım bir gül var. Kendisi karşısında durup utangaç bir şekilde titreyen aşk ne kadar tatlıdır, bilir misin? (s: 92)
Garip olan şey Meryem, sizi ne zaman düşünsem gizlice, “Gel, tüm dertlerini buraya, göğsümün üstüne boşalt!” diye fısıldıyorum. Ve bazen de sizi seven babalar ve sevgi dolu annelerden başka hiç kimsenin bilmediği isimlerle çağırıyorum. (s: 104)
Demek saçınızı kestirdiniz. O siyah dalgalı perçemleri kestirdiniz. Ne diyebilirim ki? Bütün makaslar ayıplanmalıysa ne diyebilirim ki? (s: 109)
Zararı yok! Zararı yok! İtalyan kuaförünüzün size verdiği akla karşı çıkamayacağım için zararı yok… Tanrı tüm İtalyanların atalarının ruhlarını şad etsin.( s: 109)
Her gün yürüdüğün yolların her iki tarafında da karşılaştığın insandan hayaletlerin arasında mutlu musun? (s: 142)
Bizim çarmıhımızı bir gün de sen taşıyabilir misin? (s: 166)
Batı bir makine ve her şey de bu makinenin vicdanına kalmış. (s: 168)
Bu sahte medeniyetin ruhlarımızı bağlayan ipleri kopma derecesinde sıkılmış durumda. Bunlar kopmadan çıkıp gitmemiz lâzım. (s: 178)
Bu düzenbaz şehre vardığımdan beri, dünyevi muammalarla dolu bir cehennemin içinde yaşadığımı hissetmekteyim. (s: 180)
Amerikalılar yerlerinden hiç kalkmayan, yorulmayan, uyumayan ve düş görmeyen bir ulus. Eğer bunlar birinden nefret ederlerse onu aldırışsızlıkla öldürür, ancak birinden hoşlanır veya severlerse, onu aşırı bir ilgiye boğarlar. New York’ta yaşamak isteyen biri, bir bal kınının içinde keskin bir kılıç olmak zorundadır. Kılıç zaman harcamayı öldürmeyi arzulayanları geri püskürtmek, bal da onların açlıklarını gidermek içindir. (s: 190)
Ülkem için çektiğim hasret kalbimi eritmekte. Eğer kendi ellerimde dokuyarak yaptığım bu kafes olmasaydı, şimdiye kadar Şark’a giden ilk gemiye atlayıp gitmiştim buralardan.(s:190)
Ancak affetmek, beni korkular ve utanç içinde boğan kötü bir kelime. Kendisini bu derce mütevazıleştiren asil bir ruh, meleklere insanlardan daha yakındır… Bu sadece benim suçum. Biliyorum, sessizliğimde ve acizliğimde yanlıştım. (s: 190)
Kadınlar gözlerimin pencerelerini ve ruhumun kapılarını araladılar. (s: 192)
Acı, dostum, içindeki özü çıkarmak için taşın derisini yüzen görünmez ve güçlü bir eldir. (s: 203)
İsyan bir teslim şeklinde; teslim de isyan bir isyan şeklinde gelecek; ancak ister karşı çıkayım ya da çıkmayayım, Lübnan’a geri dönmek ve tekerlek üstünde dönüp duran bu medeniyetten kendimi geri çekmeliyim. (s: 203)
Lübnan’a geri dönmek ve süresiz olarak orada kalmak istiyorum. (s: 203)
Aktaran: Davut Bayraklı